29 Ekim 2021 Cuma

Geri dönüşüm gerçeği: Milli sermayemiz çöpe gidiyor

 

Pet şişeler atık mıdır? Peki ya ambalajlar? Geri dönüşümün temelinde, bu soruların cevabı yatıyor. Çünkü geri dönüştürülebilen ancak çöpe giden her şey, aslında milli sermayemiz...

Kağıt havluların içindeki rulolardan, meşrubat şişelere, yağ şişelerinden, yoğurt kaplarına her şey geri dönüşüm tesislerinde ham maddeye dönüştürülebiliyor. Ancak Türkiye'deki geri dönüşüm tesislerine ulaşan atıkların yalnızca yüzde 15'inin dönüştürülebildiğini biliyor muydunuz? Bu oran yurt dışından gelen atıklarda yüzde 85'lerde... Peki neden ülkemizdeki atıklardan yeterince verim alınamıyor? Yanıt basit, geri dönüşümü bilmiyoruz. Ancak aslında çözüm hiç de zor değil. Bazı alışkanlıkları bırakmak ve yenilerini kazanmak yeterli... Hatta işe, pet şişelerin "çöp" olmadığını kabul ederek başlarsak, ilk alışkanlığı kazanmış oluruz.

Geri dönüşüm mutfakta başlar

Türkiye'de yılda 30 milyon ton çöp üretiliyor ve bu çöplerin 20 milyon tonu mutfaklarımızdan çıkıyor. Yetişkin bir kişi günde ortalama 1,5 kg. çöp üretiyor ve bu çöplerin büyük kısmını ambalaj atıkları oluşturuyor. Dört kişilik bir aile ayda ortalama 550 TL değerinde ambalaj atığını çöpe atıyor.

Fotoğraf: Getty

[Fotoğraf: Getty]

"Sıkıştır, presle ve kapağını kapat..." Bir pet şişeyi geri dönüşüme yollamak aslında işte bu kadar basit... Ancak içine izmarit ya da başka bir atık atılan plastik şişler geri dönüştürülemiyor. Aslında bu durum bütün atıklar için geçerli. Atıkları geri dönüştürmedeki temel kural, başka atıklarla kirletmemek...

Temiz Atık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Esra Kara yaklaşık 10 yıldan beri Kırklareli'de geri dönüşüm tesisi de işletiyor. Meselenin içerisinden gelen biri ve Türkiye'deki yanlış atık alışkanlıklarını yerinde gözlemliyor...

"Bizler gerçekten geri dönüşümü tam olarak bilmiyoruz. Bilmediğimiz için de yeterince ambalaj atığını ülkemize geri kazandıramıyoruz. Milli sermayemiz çöpe gidiyor. Çöpe giden şey aslında paramız. Ülkemizin de parası..."

Türkiye'de geri dönüşüme neden önem verilmesi gerektiğini Esra Kara işte bu sözlerle anlatıyor...

"Geri dönüştürebileceğimiz atıklarımızı sanayimize kazandıramazsak, üretimimize kazandıramazsak ne yaparız, yurt dışından ham madde almak zorunda kalırız. Bunlar da çok büyük rakamlara tekabül ediyor. Halbuki biz mutfağımızda doğru ayrıştırma yaparsak, yani aldığımız her şeyin ambalajlı satıldığını düşünürseniz, ambalaj atığımız çok fazla. Onların büyük çoğunluğu tekrardan üretimimizi temiz bir şekilde kazandırılırsa o zaman cari açığımıza azalır, enflasyonumuz azalır ve ülkemize gelir olarak geri döner."

Mutfağımızda doğru ayrıştırmayı yaparsak...

Gerçekten de dönüşüm mutfakta başlıyor. Zira mutfağa giren ambalajlı her ürün aslında geri dönüştürülebiliyor. Dikkat edilmesi gereken şey, bu atıkların yiyeceklerle kirletilmemesi.

"Yeter ki yemek artıklarımızla ambalaj atıklarımızı pisletecek şekilde karıştırmayalım. Ayrı ayrı atalım." diyor Esra Kara.

"Kendi cinsi olmayan bir şey içerisine atılırsa o pet şişenin geri dönüşümü maalesef mümkün olmuyor. Geri dönüşüm tesisine gitse de o artık bir çöp olarak kalıyor ve çöplüğe gidiyor." Ya da başka atıklarla karıştırılan ürünler, kalitesini yitiriyor."

Fotoğraf: Getty

[Fotoğraf: Getty]

Sadece mutfaktaki değil, sokaktaki alışkanlıkların da değiştirilmesi gerekiyor.

"İnsanlar yiyeceklerini yedikten sonra ellerini siliyorlar ıslak mendille ve bütün çöpü o ayran bardağının içine sıkıştırıyorlar. Öyle olduğunda o ayran bardağı ne yazık ki çöpe gidiyor. Mesela parkta çekirdek yiyoruz ya da piknik yapıyoruz... Biz tükettiğimiz şeyleri özellikle ambalajların ya da pet şişelerin içerisine, meşrubat şişelerinin içerisine yiyeceklerimizin artıklarını sıkıştırıyoruz. Çekirdek çöplerini mesela etrafa atmak istemeyen insanlar var. Aslında yarı bilinçli bir davranış... Ancak o şişenin aslında bir ham madde olduğunu, milli gelirimiz ollduğunu bilseler o çöpümüzü o pet şişenin içerisine atmazdık, çöpe atardık."

Ayrıştırılan atıklar sadece geri dönüşüm kutularına mı atılmalı?

Aklımıza ambalaj geldiğinde bunun geri dönüştürülebilir olduğunu bilmemiz lazım. Ve bu ambalajları temiz bir şekilde çöp konteynerına attığımızda, geri dönüşüme gideceğini... Dönüştürülebilir atıklar sokaklardaki çöp konteynırlarına ayrı bir poşet içinde atıldığında, belediyelerce ayrıştırılıyor.

"Geri dönüşüm tesislerinde elle ayrıştırma yoğun bir şekilde yapılmıyor, optik okuyucularla yapılıyor. Eğer optik okuyucular o ham maddenin içerisinde başka cisimleri görürse onu kenara ayırıyor, yani çöp oluyor. Çevremizde geri dönüşüm kutusu yoksa ambalaj atıklarımızı yemek artıklarımızdan ayrı bir şekilde, ayrı bir poşete koymalı ve poşetin ağzını sıkıca kapatmalıyız. Belediyemiz çöpümüzü alıp çöp sahasına götürdüğünde, belediye çalışanlarımız kirlenmemiş, yemek artığına bulaşmamış olan ambalaj atığımızı fark edecek ve geri dönüştürülebilen atıklarımızı geri dönüşüm tesislerine ileteceklerdir."

Plastik şişeler, yağ şişeleri, salça kavanozları, konserveler, yoğurt kapları, zeytin kapları bunların hepsi geri dönüştürülebilir. Geri dönüştürüldüğünde de bize dolu dolu ham madde kazandırabilirler. Sadece biraz özenle geri dönüşüme herkes katkı sağlayabilir. 

Türkiye enerji üretiminde 'rüzgar' estiriyor

 

Türkiye'de rüzgar enerjisine yatırım son 10 yılda 10 kat arttı. 81 ilin hepsinde rüzgar enerjisi potansiyeli olsa da İzmir başı çekiyor.

Cebimizdeki telefon, evdeki buzdolabı, televizyon, ısınmanızı sağlayan kombi, klima, geceleri aydınlatan lambalar, yakın gelecekte yolları dolduracak otomobiller.

Rüzgar enerjisine yatırım son 10 yılda 10 kat arttı. İnşaası hala devam eden 24 rüzgar enerji santralinden ise 926 MW enerji üretimi bekleniyor. Bu, temiz enerji üretiminin artması, Türkiye’nin daha temiz bir çevre, daha kaliteli bir hava için bir adım daha ileri gitmesi demek. Hepsi, her adım, dönüp dolaşıp en temel ihtiyaca kilitleniyor. Enerji, yani elektrik.

Artan nüfus ve bu nüfusun kullandığı hemen her şey bu ihtiyaca olan talebi büyütüyor. Dünya her geçen gün daha çok elektrik tüketiyor.

Yakın geçmişe kadar ihtiyacın tamamı fosil yakıtlardan, nükleer güçten ve hidroelektrik santrallerinden karşılanıyordu.

Rüzgar enerjisinde İzmir başı çekiyor

Şimdi dünya temiz ve yenilenebilir kaynakların peşinde. En sık başvurulan yöntemlerden biriyse rüzgardan elektrik üretmek.

Türkiye de yeşil enerjide büyük bir atılım içinde. Her biri 8 bin yenilenebilir parçadan oluşan ve uzunlukları 200 metreyi bulan devasa türbinlerden oluşan santraller, 49 bin megavat kurulu güç ile enerji üretiminde rüzgar estiriyor.

81 ilin hepsinde rüzgar enerjisi potansiyeli olsa da İzmir başı çekiyor. İzmir'i Balıkesir, Çanakkale, Manisa ve İstanbul takip ediyor.

Avrupa’da kurulu rüzgar gücünde 7’nci sırada

Şu an ülkemizde toplam 3868 türbin bulunan 272 rüzgar enerjisi santrali işletmede. Bu santraller 2021 yılının ilk yarısında toplam elektrik üretimin yüzde 9,22’sini gerçekleştirdi.

Türkiye bu verilere göre Avrupa’da kurulu rüzgar gücünde 7’nci sırada.

28 Ekim 2021 Perşembe

Milli İHA'lar kesintisiz iletişimde de rol oynayacak

 

Doğal afet ve acil durum sayısının artması, bu durumlarda kesintisiz iletişimin önemini bir kez daha gündeme taşıdı. Türkiye, milli İHA’lara entegre edeceği gelişmiş yazılımlarla afet ve acil durum bölgesinde kesintisiz iletişim sağlamayı hedefliyor.


Genel Müdür Zafer Orhan ile konuşmamızı sonlandırırken, son olarak günün birinde Türk iletişim pod’larının takılı olduğu Türk İHA’larının diğer ülkelere satılabilmesi ihtimalini soruyoruz… “Neden olmasın?” diyor Orhan ve söz konusu ürünleri ihraç edip ülke için çok değerli katma değer oluşturmaya devam edecekleri müjdesini veriyor.Geçtiğimiz yaz döneminden aklınızda en çok nelerin kaldığını sorsak, hemen hepimizin aklına maalesef güzel bir tatilden ziyade ciğerlerimizi yakan orman yangınları, seller, yitip giden canlar ve doğa aklımıza gelir…

Türkiye son yıllarda doğal afet ve acil durum konusunda oldukça zorlu günlerden geçti. Depremler, yangınlar ve seller öne çıkıyor. Bu gibi durumlarda en önemli ihtiyaçlardan biri hiç şüphesiz kesintisiz iletişim.

Peki Türkiye, doğal afet ve acil durumlarda iletişimin kesilmemesi için hangi adımları atıyor? Bu sorunun peşine düştük ve kendimizi ülkemizin kendi alanında en önemli kuruluşlarından biri olan ULAK Haberleşme’nin önünde bulduk.

Türkiye, geçtiğimiz yılı çok sayıda bölgede oldukça şiddetli yangınlarla mücadele ederek geçirdi. Fotoğraf: AA

[Türkiye, geçtiğimiz yılı çok sayıda bölgede oldukça şiddetli yangınlarla mücadele ederek geçirdi. Fotoğraf: AA]

Dünyanın gündeminde de aynı konu var

ULAK Haberleşme Genel Müdürü Zafer Orhan, sektörün yakından tanıdığı bir isim…

Orhan bize önce şirketle ilgili bazı bilgiler anlatıyor. Sonrasında ise asıl konumuz olan ‘afet ve acil durum iletişimi’ kısmına geliyor.

Sadece ülkemizde değil, dünyanın hemen her yerinde en sıcak gündem maddelerinden biriymiş bu durum. Çok sayıda ülkenin benzer çalışmalar yaptığını öğreniyoruz. Türkiye’deki iletişim operatörlerinin de yoğun şekilde çalıştığını anlatıyor Orhan.

2 yıldan bu yana yoğun bir çalışma var

Zafer Orhan yaz dönemindeki yangınları hatırlattıktan sonra, ULAK Haberleşme olarak yaklaşık 2 yıldan bu yana söz konusu alanda yoğun bir şekilde çalıştıklarını söylüyor.

Burada bir parantez açıyor Orhan ve “Bizim en büyük motivasyonumuz ve gurur kaynağımız, ULAK Haberleşme’nin yerli ve milli mühendisleriyle, genç kadrosuyla tüm bunları tesis ve temin etme çabası” diyor.

Milli İHA'lar kesintisiz iletişimde de rol oynayacak

Dünyadaki 4-5 ülkeden biriyiz

Afet ve acil durum sırasında iletişimin kopmaması için atılan çalışmaları, “Dünyada bu alandaki en iyi 4-5 ülkeden biriyiz” diye özetliyor Zafer Orhan.

Biraz daha somutlaştırmak ve neler yapabileceğimizi öğrenmek istiyoruz… Orhan anlatıyor.

"Orman yangınlarında, afetlerde, sellerde, çok çeşitli farklı afet durumlarında kendi baz istasyonlarımızla, kendi ürettiğimiz IOT (nesneler arası iletişim) cihazlarımızla var olan bir kurumuz. Ayrıca yine kendi sensörlerimizle ve bütün bunları insansız hava araçlarına monte edebilme özelliğimizle, orada sağlayacağımız kesintisiz haberleşme sistemiyle bütün bu afetlere bir nevi ses oluyoruz, göz oluyoruz, kulak oluyoruz. Sadece bununla da yetinmiyor o bölgedeki verilerin iletimini de sağlıyoruz. Bu sayede çok hızlı bir şekilde iletişimi sağlayıp, güzel bir çözüm sunmuş oluyoruz."

Yerli ve milli İHA'ların askeri sahaların yanı sıra sivil alanlarda kullanımı da giderek artıyor. Fotoğraf: AA

[Yerli ve milli İHA'ların askeri sahaların yanı sıra sivil alanlarda kullanımı da giderek artıyor. Fotoğraf: AA]

İHA’lara milli iletişim pod’ları takılacak

Türkiye’nin insansız hava araçları konusunda geldiği yetkinlik ve ortaya koyduğu ürünlerin başarısı dünyanın kabul ettiği bir gerçek… Her ne kadar insansız hava aracı dendiğinde aklımıza hemen askeri bir takım işler gelse de dünya farklı bir yere gidiyor. İnsansız araçların askeri alanlar kadar sivil alanlarda da çok ciddi kullanıldığına şahit oluyoruz.

Ankara da bu gelişmeleri çok yakından takip ediyor olacak ki, kendi alanlarının en iyi olarak kabul edilen İHA’larını sivil alanlarda da çok etkin kullanabilmek için çalışmalar yapıyor. ULAK Haberleşme’nin devreye girdiği yerlerden biri de bu. İHA’ların kesintisiz iletişimde kullanılmasını soruyoruz Genel Müdür Zafer Orhan’a.

“Hem Aksungur’da hem ANKA'da hem de çok yakında diğer bazı insansız hava araçlarımızda ULAK’ın haberleşme pod’larını göreceksiniz” diyerek, aslında son derece kritik bir gelişmeyi oldukça yalın ve kısa bir şekilde bizimle paylaşıyor. Bu çalışmaların bazılarında sona gelindiğini, bazılarında projeye dair geliştirmelerin sürdüğünü anlatan Orhan, yakın zamanda bunları kamuoyuna duyuracaklarını söylüyor.

Mevsimler kayboluyor, geride birçok olumsuzluk bırakıyor

 

Her geçen gün etkilerini daha çok hissettiğimiz bir sorun, iklim krizi... Birçok çevresel problemin yanı sıra mevsimlerde, özellikle baharlar üzerinde olumsuz etkisi var. İnsan psikolojisini etkilemesi de cabası...


“Tüm bunların sonucunda, sevdiklerinizle bağlantıda kalmak, sağlıklı bir diyet programını sürdürmek ve egzersiz yapmak değişen hava koşullarının üzerinizde oluşması muhtemel stres etkilerini azaltmaya yardımcı olacaktır.”Türkiye coğrafi konumu sayesinde dört mevsimin dolu dolu yaşandığı ülkelerden biri. Bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu tablo, gün geçtikçe değişiklik gösteren iklimin gelecekteki senaryolarının mevsimler için pek de iç açıcı olmadığını gösteriyor. Bu araştırmalar baharların, iklim krizinden etkilenmeden önceki son günlerini yaşadığına dair ipuçları veriyor.

Mevsimler kayboluyor, geride birçok olumsuzluk bırakıyor

Mevsimler arasındaki sert geçişler toprağı doğrudan etkiliyor

İTÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Dabanlı, özellikle bahar aylarındaki mevsim geçişlerinde hızlanmalar yaşanacağını ve bunun da halihazırda bereketi sınırsız olan toprağın sınırlı, hatta verimsiz dönemlerden geçeceğini söylüyor.

“Yağış olmaması en büyük problem. Bizim ülkemizde eylül sonu ekim başı itibarıyla tarlalarda ekin mevsimi başlar. Bu dönemlerde toprakta yeterince nem bulunması lazım ki ektiğiniz tohum filizlenebilsin, üreyebilsin ve üzerine de kar yağdığı zaman koruyabilsin. Toprakta nem olmadığı zaman bu sefer ekinlerin filizlenme süreleri değişebiliyor.”

Mevsimler kayboluyor, geride birçok olumsuzluk bırakıyor

Topraktaki şartların bahsedilen zamanlarda olgunlaşamaması, mevsimlerdeki kaybın bir sonucu denebilir. Çünkü mevsim geçişleri toprağı ekin için hazır hale getirme, yani gerekli miktarda yağış ve sıcaklıkla topraktaki nemi sağlama görevi görüyor. Dabanlı, bunun olmaması halinde de yaşanabilecek olumsuzlukları şöyle anlatıyor:

“Normalde bahar aylarında toprak üzerine çıkıp olgunlaşması gereken ürünler daha geç olgunlaşmaya başlıyor. Tam olgunlaşıp meyve vermeye başlayacağı zaman da aşırı kuraklığa ve aşırı sıcaklıklara maruz kalabiliyor. Bu sefer de bunun sonucu kalitenin düşmesi gibi ürününde kalitesizlik ortaya çıkmış oluyor. Baktığınız zaman sadece kuraklığın ya da uzun dönem sıcaklıkların artması tek başına bir etken değil. Bu ekosistem ve çevre öyle bir olay ki hepsi birbiriyle bağlantılı. Bir taraftan bir olay değişmeye başladığı zaman o zincirleme bir reaksiyon göstererek tüm sistemi yavaş yavaş değiştirmeye başlıyor.”

Topraktaki olumsuzluk insan ruh sağlığında da gözlemlenebilir

Topraktaki nem oranını ayarlama görevi gören, yaz ve kış aylarından önce yumuşak geçişlerle iki zıt hava durumuna, yani yaza ve kışa toprağı hazırlayan bahar ayları, insanları da bu geçişlerle değişen şartlara adapte etme görevi görüyor.

Ruh sağlığımız, ciddi bir rahatsızlık geçirmiyorsak bile, hava değişimlerinden net bir şekilde etkilenebiliyor. Bu herkes için geçerli bir durum olmazken, etkilenen kişi sayısı azımsanamayacak kadar çok. Uzman Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar, hava durumundaki değişikliklerin ruh sağlığını direkt ya da dolaylı yoldan etkileyebildiğini, sıcak havalarda, özellikle psikoaktif ilaçlar kullananların, artan sıcağa karşı daha duyarlı olabildiğini söylüyor. Turanlar, sıcak ve soğuk havaların etkilerini anlattı:

“Yapılan bir çalışmada, aşırı sıcağa maruz kalan kişilerin daha sinirli, agresif hatta şiddet içeren davranışları göstermeye daha çok meyilli olduğu bulunmuştur. İnsanlar yaşamlarındaki olumsuzlukları değişen hava koşullarına bağlama eğilimi gösterebilirler. Yani ruh halimiz havayı nasıl gördüğümüze göre de değişebilir. Örneğin yazın anlamı bizim için arkadaşlarla ya da aileyle geçirilen keyifli bir tatil ise bittiğinde kendimizi mutsuz hissedebiliriz. Ancak aynı yaz kuraklıktan şikâyet eden bir çiftçi için stres etkeni olabilir. Yazın ya da kışın getirdiği stres depresyona ya da kaygıya yatkın olan insanları daha da çok etkileyebilmektedir. Yazın insanlar uyumakta güçlük çekebilir, iştahsız hissedebilir ve bu nedenle kilo kaybedebilirler. Vücudunuza giren sınırlı miktardaki güneş ışığı vücudunuzun uyku-uyanıklık döngüsünü değiştirebilmekte ve bu da baş ağrınıza neden olabilmektedir.”

Asıl sebep gün ışığından yeterince faydalanamamak

Yaz aylarındaki etkilerin farklı versiyonlarını kış aylarında da yaşamak mümkün. Turanlar kış aylarında maruz kalınan kasvetli havanın insanlar için hüzün yaratmasının kaçınılmaz olduğunu, bunun hormonel ve sirkadiyen ritim yani biyolojik saatin maruz kaldığı etkenlerden kaynaklandığını söylüyor:

“Kış aylarındaki hüzün, günlerin kısalması, sıcakların ve gün ışığının azalmasıyla alakalıdır. Bu durumdaki birincil faktör, sirkadiyen ritim bozulması olabilir. Karanlıkta uyanmak, günün büyük bir kısmını içerde geçirmek ve kış aylarında eve gitmek bile büyük bir stres etkeni olabilmektedir. Bu stres etkeni yine depresyona neden olabilmektedir. Vücudun değişen bu döngüye ayak uydurması gittikçe kötüleşen iklim koşullarında daha da güçleşmektedir. Kışın insanlar bu nedenle aşırı uyuyup karbonhidrat içeren besinler tüketebilmektedir. Kışın güneş ışığının azalması nedeniyle vücudumuz daha fazla melatonin ve daha az serotonin üretmektedir. Bu da mutlulukla ilgili hormonun azaldığı anlamına gelebilir.”

“Kötü ruh hali depresyon demek değildir”

Turanlar, mevsim geçişlerinde elimizde olmadan kapıldığımız ruh hallerinin depresyon olarak değerlendirilmemesi gerektiğini şu sözlerle açıkladı:

“Kötü bir ruh hali ve depresyon birbirinden tamamen farklıdır. Depresyon en az iki hafta sürmekte, yorgunluk, odaklanma sorunu ve uyku bozukluğu gibi semptomları içermektedir. Kötü bir ruh hali ise saatler belki günlerce sürebilmektedir ve etkisi depresyon kadar ağır olmamaktadır.”

“Depresif hislerinizle havanın ne kadar etkili olduğunun farkına varın”

“Önemli olan depresif hislerinizde havanın kısmen ne kadar etkili olduğunun farkına varmaktır” diyen Turanlar, her kötü hissin sonunun depresyona varmayacağını söylüyor. Ancak bu ruh durumunun içinde çok kalmamak için de yapılabilecek şeyler olduğunu da unutmamamız gerektiğini hatırlatıyor:

Alp Er Tunga'nın mezarı nasıl bulundu?


 

“Alp Er Tunga öldi mü, Esiz ajun kaldı mı…” Öldürüldüğünde arkasından sagular yazılan Alp Er Tunga’nın mezarı bulundu. Prof. Dr. Necati Demir, mezarın bulunma sürecini ilk olarak TRT Haber’le paylaştı.


Türk kaynaklarında Alp Er Tunga ya da Tonga Alp Er olarak geçen kişinin Farslardaki karşılığı Afrasiyab.

Sosyal medya hesabından, Alp Er Tunga’nın mezarını bulduğunu duyuran Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necati Demir, süreci ilk olarak TRT Haber’e anlattı.


25 yıllık araştırma, 3 nüsha

Prof. Dr. Demir, 1996 yılında Danişmendname’yi okurken, destanın sonlarında Afrasiyab adının geçtiğini gördü.

Alp Er Tunga’yı araştırmaya 25 yıl önce bu dikkatle başladı ve araştırmaları esnasında Alp Er Tunga destanına ait 3 nüsha daha buldu.

Afrasiyab’ın izini sürdü

Araştırmalarına devam eden Demir, Narşahi’nin 943 yılında yazdığı Buhara Tarihi kitabında Afrasiyab’dan bahsettiğini gördü. Narşahi, kitabında, “Buhara’yı Afrasiyab kurdu ve Afrasiyab burada yaşıyor.” bilgisini vermişti.

Semerkand’da Afrasiyab şehri bulunuyordu. Cengiz Han, bu şehri kuşattığında şehri yakıp yıkmıştı. Ruslar ise bu şehri kazdı ve şehirden Afrasiyab şehrine ait yüzlerce eşya buldu.

Semerkand’da şu an 2 katlı Afrasiyab müzesi bulunuyor. Harap edilen şehirde yapılan kazıların buluntuları ise bu müzede sergileniyor.

Alp Er Tunga'nın mezarı nasıl bulundu? Ayrıntılar ilk kez TRT Haber'de

25 yıllık araştırması sonuç verdi: Alp Er Tunga Özbekistan’da

Prof. Dr. Necati Demir, 25 yıllık Alp Er Tunga araştırmasının ardından geçtiğimiz günlerde alan araştırmasına çıktı.

Alan araştırmasına Özbekistan’ın Hive şehrinden başlayan Demir, kah yürüyerek kah tren yolculuğu yaparak Taşkent’e kadar gitti.

Alp Er Tunga'nın mezarı nasıl bulundu? Ayrıntılar ilk kez TRT Haber'de

Araştırmalarına sadece o iki şehirde devam etmeyen Prof. Dr. Demir, Buhara'ya kadar çalışmayı sürdürdü. 25 yıl verdiği emeklerin sonucuna Buhara'da ulaştı.

Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in damadı Otabek Umarov’un da katkılarıyla uzun ve meşakkatli yolculuğunu tamamladı. Yıllar süren çalışmasının sonucuna, yani Alp Er Tunga’nın mezarına ulaştı.

Mezar biraz yüksekte bir tepede bulunuyor.

“Tam konumu Özbekistan Devlet Başkanı’nın izniyle paylaşabilirim”

Demir, mezarın tam konumunu ancak Özbekistan Cumhurbaşkanı’nın izniyle paylaşılabileceğini söyledi. Bu hususta da Özbekistan devlet yetkilileriyle mezar hakkındaki bilgilerin Cumhurbaşkanı’na iletilmesi için görüştüğünü sözlerine ekledi.

Alp Er Tunga'nın mezarı nasıl bulundu? Ayrıntılar ilk kez TRT Haber'de

Alp Er Tunga ve destanı

Sakaların en önemli yönlerinden biri, Firdevsi’nin Şehnamesi’ndeki Turan kahramanı Afrasiyab yani Alp Er Tunga’nın kimliği. Destana göre Afrasiyab, İran hükümdarı Keyhüsrev tarafından hile ile öldürüldü.

Efsaneye göre, Alp Er Tunga’nın öldürülmesi Türk halkı arasında çok büyük üzüntüye neden olmuş, yiğitler yuğ töreninde kurt gibi uluyup atlarını yoruncaya dek sürmüş. Türk ozanları Alp Er Tunga için ağıtlar söylemiş.

Afrasiyab, Türk kaynaklarında Alp Er Tunga, Tonga Alp Er olarak geçiyor.

Güçlü, kabiliyetli ve yiğit bir kumandan olarak nitelendirilirken, aynı zamanda merhametli ve yapıcı bir kahraman olarak da karşımıza çıkıyor.

"Alp Er Tunga öldi mü, Esiz ajun kaldı mı"

Araştırıcılar tarafından “Alp Er Tunga Sagusu” adı verilen ağıtın dokuz dörtlüğü 11’inci yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından tespit edildi. Divanu Lügati’t-Türk’te yer alan sagudan örnek:

Alp Er Tunga öldi mü
Esiz ajun kaldı mı
Ödlek öçin aldı mu
Emdi yürek yırtılur

(Alp Er Tunga öldü mü
Kötü dünya kaldı mı
Zaman öcüng aldı mı
Artık yürek yırtılır)

İHA nın Üyesi BOYGA

 

okuma süresiOkuma süresi
1 dk. 27 sn.

Son dönemlerde insansız hava araçlarında farklı kategorilerde çok önemli projelere imza atan Türk savunma sanayii, havan mühimmatı taşıyabilen döner kanatlı insansız hava aracı BOYGA ile kritik bir kabiliyet daha kazandı.

Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) koordinesinde tarihinin en verimli ve güçlü dönemlerinden birini yaşayan Türk savunma sanayii sahadaki ihtiyaçlara göre yeni projeleri hayata geçirmeye devam ediyor.

SSB Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir, çalışmalar kapsamında havan mühimmatı taşıyan döner kanatlı insansız hava aracı BOYGA’nın uçuş görüntüsünü paylaştı.

Yerli ve milli imkanlarla geliştirilen BOYGA’nın 81 mm havan mühimmatı bırakabildiği bilgisini veren SSB Başkanı Prof. Dr. Demir, söz konusu platformun geliştirilmiş balistik kestirim algoritması sayesinde mühimmatı hedef üzerine bırakabildiğini söyledi.

Meşhur Bilderberg toplantısına bu yıl hangi Türkler katılıyor

  Dışarıya tamamen kapalı bu kulüp, komplo teorisyenlerinin de sıkça beslendiği bir yer olma özelliğini taşıyor. Bu yıl, organizasyona 23 ül...