16 Mayıs 2025 Cuma

Okul Ne İşe Yarar?

 Her kurum gibi okul için de bu "Okul ne işe yarar" sorusu sorulur ve sorulması gereken, çok önemli bir sorudur. Kişilerin nerede olduğunu fark etmesi onu motive etmektedir. Bu bakımdan, öğrencilere okul ne işe yarar sorusunun cevabı mutlaka verilmelidir.

Okul, iki yönde önemli katkılar sağlar. İlki bireysel diğeri toplumsaldır. Eğitim biliminde bu açık işlevler ve kapalı işlevler olarak geçer.

Açık işlevler şunlardır:

  • Kişinin edebiyat, tarih, matematik gibi temel alanlarda bilgi ve beceri sahibi olması amaçlanır. Örneğin edebiyat dersinde dili güzel kullanma ve kendisini hem yazarak hem de sözel bir şekilde ifade etmesi amaçlanır. Matematik dersinde ise hem soyut düşünme hedeflenir hem de kişinin basit - karmaşık matematik problemlerini çözmesi amaçlanır.
  • Okul, her gün beden eğitim, resim, müzik gibi güzel sanatların yanında matematik gibi soyut bilimlerin ve fen gibi ilimlerin öğretilmesi gereken yerdir. Dolayısıyla okul zihnen ve bedenen sağlıklı olmayı sağlar.
  • Bilgi edinme yolları, bilgiyi kullanma becerisi ve geleceğe yönelik tahmin yeteneklerini geliştirir. Modern toplumlarda, internet sayesinde bilgi edinmede bir sorun olmasa da bilgiyi kullanmada hala temel sorunlar vardır. Okul, bunun üzerine çalışır.
  • Okul sistemi aslında öğrenci karşısına sorunlar çıkarır ve bunu çözmesi için bir yol gösterir. Örneğin sınıf geçme ya da iyi not alma öğrenci için bir sorundur; çözümü ise sistemli hareket etmektir.
  • Okullar, öğrencinin alternatif çözümler bulması için tasarlanmıştır. En çok yüksek öğretim kurumlarında gerçekleşir.
  • Okul da bir sosyal topluluktur. İnsan, farklı fikirler ile zenginleşir. Bu bakımdan okul farklı bakış açıları kazanmanın en iyi yoludur.
  • Sosyalleşmek okul sayesinde gerçekleşir. Son iki yıldır uzaktan eğitim sürecinde olan öğrencilerin hemen hemen hepsinin en çok şikayetçi olduğu durum, sosyalleşememektir. Bu bakımdan, okul "enerji atma yeri", "arkadaşlık kurma ortamı" olarak lanse edilir.

Kapalı işlevler şunlardır:

  • Meslek hayatı için beceri kazandırma, özellikle meslek okulları tarafından gerçekleştirilen bir amaçtır.
  • Okul, her kesimden insanın birlikte olduğu bir yerdir. Bu nedenle sağlıklı ilişkiler kurmanın en iyi yolu okuldur.
  • Sorunlar karşısında yaratıcı çözümler üretmek okulun kapalı işlevlerindedir. Bu çözümler bazen doğru bazen yanlış olabilir ancak okul, sorun çözmeyi kavratır.
  • Kişi kendini okulda keşfeder. Dolayısıyla okul, kendini tanıma, kendi yeteneklerini keşfetme yeridir.
  • Okulun en önemli amacı ve işlevi kişide olumlu bir benlik yaratmaktır.

Okul Nedir?

 Öncelikle okul eğitimin verildiği yerdir. Eğitim ise bir disiplin, bir bilimdir. Bu bakımdan eğitim bir sistemdir, girdisi, çıktısı, birikim, meslek kolları, uzmanlık alanları gibi unsurları içinde barındırır. Okul ise, tam anlamıyla eğitimi eğitimi üreten ve değişik adlarla anılan bütün sistemleri kapsayan genel bir kavramdır (Basaran, 1994).

Okul, bir sistem olduğu için bu sistemin amaçları, bu amaçları mümkün kılmak için farklı unsurları ve yolları içinde barındırır. Bu bakımdan programlar, kazanımlar, hedefler bulunur. Sosyal bir sistem olan okul, aslında toplumun devamlılığına hizmet etmektedir.

Okullarda, toplumun ihtiyaçlarına göre önceden planlanmış müfredat denilen programlar uygulanır. Bu müfredatlar, sürekli olmasa da toplumun yapısına, bakış açısına, ihtiyacına göre yenilenebilir. Dolayısıyla bir toplumun, eğitim sistemi onun geleceğidir çünkü okullar bir nevi nesil inşa eder.

Okul yukarıda sayılan tüm unsurları gerçekleştirmek için iki ana şeye ihtiyaç duyar: Fiziki yapı ve canlı unsurlar. Fiziki yapı, bina, sıra, tahta gibi nesnelerdir. Canlı unsurlar ise sistemin ta kendisini meydana getiren öğretmen, öğrenci ve idare noktalarıdır.

OKUL ve ÇEVRE İLİŞKİSİ

 Okul sosyal bir örgüttür. Girdisi ve çıktısı insandır. Girdiyi çevreden alır, belirli bir eğitim sürecinden sonra ürünü tekrar çevreye verir. Bu yüzden çevreyle sıkı bir ilişki içindedir. Bu iş birliğinin tam olarak gerçekleştiği örgütlerde örgüt amacına ulaşır, gerçekleşmeyen örgütlerde ise eğitim örgütü tam olarak amacına ulaşamaz, sorunlar ortaya çıkar. 

Zorunlu eğitim günümüzde geçmişe oranla daha uzun bir zamanı kapsamakla birlikte, çocuğun okulda geçirdiği zaman ailesi ve çevresiyle geçirdiği zamana göre daha kısa olduğundan okul öğrenmelerinin aile çevresinde de desteklenmesi gereklidir. Öğrencilerin okul başarılarını artırmak hem ailelerin hem de okulun ortak sorunudur (Tutkun ve Köksal, 2000, 216). 

Okul hayatın içinde, hayat için ve hayatla beraber teşkilatlanmak ve faaliyette bulunmak zorundadır. Unutmamak gerekir ki, her okul çevresinden etkilenmek ve çevresini etkilemek gibi iki görevi beraber yapmak durumundadır. Okullarda yapı> eğitimin başarılı olması ve amaçlarına ulaşabilmesi için öğrencinin ailesinin ilgi ve yardımına ihtiyaç vardır (Taymaz, 2001, 190). Okul, eğitim sistemimizde eğitimin üretildiği yerdir. Okul eğitim örgütünün halkla yüzyüze gelinen kapısıdır. Okulun sorunları toplumu, toplumun sorunları da okulu daha doğdukları anda etkiler. 

Her sistem, bir çevre içinde yaşar. Sistem, çevresi elverişli ise yaşayabilir. Çevre, sisteme ne denli gerekli girdileri sağlayabiliyorsa o denli elverişlidir. Her sistemin bir genel bir de özel çevresi vardır. Okulun genel çevresi, içinde yaşadığı toplumdur. Toplumun kültürel yapısı,siyasal düzeni, yönetsel birimleri, ekonomik yapısı, toplumsal değişim ve eğilimleri, kaynakları, yasal düzenlemeleri, bilimsel ve teknolojik gelişmişliği gibi pek çok değişken dolaylı ve dolaysız olarak okulu etkilerler. Okulun özel çevresi ise girdilerini aldığı, mezunlarını saldığı, etkilendiği ve etkilediği öbür örgütlerdir. Bunlar üst eğitim örgütleri, öbür okullar, toplum, aileler, örgütler ve benzerleridir. Okul, bunlara girdisi ve çıktısı ile bağlı olduğundan, bunlar olmadan ne var olabilir ne de yaşayabilir (Başaran, 2000, 45). 

Türkiye’de okul giderek ailenin ve toplumun gerisine düşmüştür. Türk eğitim sisteminde okulçevre dolayısıyla okul-veli ilişkilerinin sağlıklı olduğu söylenemez. Okul-çevre ilişkisini sağlayan aracı kurumlar olan okul-aile birliği, okul koruma derneği ve okul yönetiminin düzenli ve uyumlu çalışması gerekmektedir. Türk eğitim sisteminde; eğitim-öğretimin niteliğini önemli ölçüde düşürücü etkenlerden biri çocuğun hayata hazırlanmasında birinci derecede role ve öneme sahip iki unsur olan okul ile aile arasında iş birliğinin yeterince kurulamayışıdır. Okul-aile birlikleri ve okul koruma dernekleri örgütlenmiş değillerdir. Veli görüşme günleri dışında, velilerle örgütlü bir koordinasyon söz konusu değildir (Aytaç, 2000)

Öğrenci başarısının okulların yapısı veya sosyo-ekonomik koşullarından ziyade aile-okul iş birliği ile arttığı Griffith ve Chu ve Williams tarafından yapı> çalışmalarda tespit edilmiştir. Ancak, öğrenme ve davranış sorunları olan öğrenciler ailelerinin öğretmenlerle yaptıkları görüşmelerin öğrencilerin okul-içi ve okul-dışı faaliyetlerinden ziyade öğrencinin notları üzerinde yoğunlaştığı görülmüştür (Demirbulak, 2000, 146). Öğrencinin okuldaki gelişimi ailenin eğitime verdiği önem ile ilişkilidir. Aile-okul iş birliğinin iki avantajı vardır: Birincisi, ailenin okula ve öğrenciye gösterdiği ilgi, motivasyonu sağlar. İkincisi ise, okulun yapısını, değerlerini ve standartlarını tanıyan aileler çocuklarını daha iyi yönlendirebilirler (Berger, 1987, 96-108).

26 Mart 2025 Çarşamba

Sokak Siyaseti ve Siyasi Sorumluluk

 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı üzerinden yürüyen soruşturma ve tutuklamalarla ilgili CHP, genel hatları ile muhalefet stratejisini şöyle bir çerçevede yürütüyor.

Soruşturma ve yargılama süreçlerini siyasete tahvil edilerek ve siyasi yönü ağır basan davalar söylemiyle etiketleyerek içerdeki çok ciddi iddiaları bile perdelemeye çalışıyor.

Yolsuzlukla ilgili vahim boyuttaki iddialar, sadece "gizli tanık" beyanı ile ortaya çıkmış gibi sunularak, MASAK raporu, İçişleri Bakanlığı tevdi raporu, HTS incelemeleri, ihale dosyaları incelemesi ve vergi inceleme uzman raporları yokmuş gibi bir algı oluşturmaya çalışıyor.

"Yargıya güven endeksi zaten düşük" argümanı ile bu yargılama en baştan paketleniyor. Sonuç şimdiden tartışmalı hale getiriliyor. Yargı ile ilgili daha önceden benzer söylemlerle oluşturulmuş güvensizlik endeksi algısı pekiştirilmek isteniyor.
Yabancı basına üretilen malzemelerle, dışarda Türkiye'ye yönelik eleştirinin yükselmesi amaçlanıyor. Buradan "yatırımcılar gelmez" argümanına dayanak oluşturuluyor. Tam da bu argüman üzerinden döviz kurları ve borsa ile ilgili gelişmeler, "bak bu olanlar iktidar yüzünden oldu, soruşturma olmasaydı, bunlar olmayacaktı" denilerek, yargılama süreçleri yargının konusu olmaktan çıkarılıp, iktidar-muhalefet denklemine sıkıştırılmaya çalışılıyor.

"Sokak çağrısı" ve "siyasi darbe" söylemi ile kitleselleştirilen sokak gösterileri üzerinden hukukun üstünde bir baskı atmosferi oluşturularak yargılama süreçleri etkilenmeye çalışlııyor.

Uzun dönemli oluşan iktidar karşıtlığını ve muhalif enerjiyi, "soruşturmaya tepki" başlığında konsolide ederek, CHP içinde cumhurbaşkanı adaylığı, kongre tartışmaları vb. temalarda devam eden hizipleşeme ve hesaplaşma süreçlerini yönetmenin bir aracı haline getirmeye çalışılıyor.

Soruşturma ile ilgili CHP, kendi politikası açısından böyle bir strateji izlerlerken, ortaya çıkan iddialarla ilgili "bunlar olmamıştır" demiyor. "Biz, belediye başkanımıza her anlamda kefiliz" anlamında bir cümle kurulmuyor.

Medyada konuşan, CHP'ye yakın kamuoyu oluşturucuları da, "ama bunlar iktidar partisinin belediyelerinde de oluyor, niye onlara bir şey olmuyor" gibi bir argümanı dolaşıma sokuyorlar. "Yolsuzluğu kim yaparsa yapsın yakasına yapışılmalıdır" demiyorlar.

İddialar tespit edilinceye kadar, masumiyet karinesi esastır. Bu hukukun evrensel kaidesidir. Ama unutulmamalı, hukukun başka evrensel olan kaideleri de var. Hukukun üstünde baskıyı sadece iktidarlar oluşturmaz.

Bir siyasi parti soruşturma ve yargı süreçlerine itiraz edebilir. Yargı kararlarını eleştirebilir. Hukuki gerekçelerini delilleri ile ortaya koyar. Görüş ve tezlerini kendi tabanı başta olmak üzere topluma anlatabilir. Bunu yapması da beklenmelidir.

Yargılama süreçlerinde her zaman hatalar olabilir. Olduğu için bir alt kademenin yaptığı hatayı düzeltsin diye üst mahkemeler kurulmuştur.

Kamu düzeni baltalandığında, bundan en fazla etkilenecek kurumların başında bağımsız yargı gelir. Sokak siyaseti ile kaosa zemin hazırlayacak bir siyaset izlendiğinde bundan en çok buna sebebiyet verenler etkilenir.

Her ne olursa olsun bir ülkenin dirlik ve düzeninden iktidarlar kadar muhalefet de sorumludur. CHP yürüyen soruşturmalarla ilgili tepkinin ölçüsünü kaçırırsa, hukuki değerlendirmeleri bir tarafa bırakıp, yargılamaları siyasi zemine çekerse bundan en çok kendisi zarar görür.

İktidara gelmenin yolu, siyasi sorumluluktan geçer. Yaptığı sokak çağrısının sonuçlarını öngöremeyecek basirete ulaşamamış siyaseti ve siyasetçiyi toplum makbul görmez.

[Sabah, 24 Mart 2025]

Kadınlar KADES konusunda kararsız

 

Kadınlar KADES konusunda kararsız: Biber gazına ve diğer savunma yöntemlerine yöneliyorlar


Haber Üsküdar: Elif ALTIN

Kadına yönelik şiddetin arttığı günümüzde, kadınlar kendilerini koruma adına KADES (Kadın Destek) uygulamasını kullanıyorlar, ancak çoğu kadın uygulamanın eksiklikleri nedeniyle kendini güvensiz hissediyor.

Görüşlerine yer verdiğimiz kadınlar, biber gazı ve elektroşok gibi geleneksel savunma yöntemlerinin daha etkili olduğunu vurguluyorlar. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Başkanı Avukat Fidan Ataselim, KADES'in amacına ulaşabilmesi için uygulama pratiklerinde yaşanan ihmallerin giderilmesi gerektiğini belirtiyor. İçişleri Bakanlığı’nın son verilerine göre, 2018 yılından bu yana geçen 6 yılda KADES’i telefonuna 6 milyon 597 bin kişi indirdi ve uygulamadan 1 milyon 219 bin ihbar yapıldı. İstanbul’un simge yerlerinden biri olan Taksim Meydanı’nda 10 kadınla konuştuk; KADES’i ve kendilerini koruma yöntemleri hakkında sorular sorduk. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Başkanı Fidan Ataselim de görüşlerini paylaştı.

“Biber gazı taşıyorum”

İlayda Sağlam: “KADES’i indirdim ama kaydolma aşamasında bir türlü sisteme giriş yapamadım. Her seferinde hata verdi, bu yüzden sildim. Tekrar indirmeyi denemedim. KADES işe yarar mı, açıkçası bilmiyorum. Mantıken yararmış gibi geliyor ama sıkıntılı bir anda telefondan sinyal göndermenin zor olabileceğini düşünüyorum. Tek dayanak o olmamalı. Ben kendimi korumak için genelde yanımda biber gazı taşıyorum ve eğer güvenmediğim bir yolculuk yapıyorsam, taksi vs. arkadaşlarıma canlı konumumu atıyorum”.

“Biber gazının daha etkili olduğunu düşünüyorum”

Merve Yiğit: “KADES uygulamasını indirdim, ancak hiç kullanmadım. Umarım kullanmak zorunda da kalmam. KADES’in işe yaradığını veya yarayacağını düşünüyorum. Ancak, zamanında ulaşılabilir mi? Ben o KADES tuşuna bastıktan sonra ekipler gelene kadar iş işten geçer mi, açıkçası bilemiyorum. Kendimi korumak için biber gazı ile dolaşıyorum. Daha etkili olduğunu düşünüyorum”.

“Telefonla konuşarak yürüyorum”

Hanife Arslan: “KADES uygulamasını indirmedim. KADES’in işe yaradığını ya da yarayacağını düşünmüyorum. Kendimi korumak için toplu taşıma kullanacaksam, sürekli eşime nerede olduğumu haber veriyorum. Canlı konum atıyorum, tek başıma ve korktuysam telefonla konuşarak yürüyorum. Biber gazı aldım kendime, sürekli çantamın içerisinde. İnşallah kullanmak zorunda kalmam. Toplu taşımalarda uyumuyorum artık”.

“Kimseyle münakaşaya girmiyorum”

Sevval Anaç: “KADES uygulamasını indirmedim ve hiç kullanmadım. KADES’in işe yarayacağını düşünmüyorum. Kendimi korumak için kimseyle münakaşaya girmiyorum. Biber gazı temin ettim”.

“Biber gazı ve elektroşok taşıyorum”

Defne Bulut: “KADES uygulamasını indirdim ama hiç kullanmadım. KADES’in işe yaradığını ya da yarayacağını düşünmüyorum. Zamanında orada olabilirler mi, emin değilim. Kendimi korumak için biber gazı ve elektroşok taşıyorum. Fakat AVM gibi yerlerde içeri almadıkları için çoğu zaman sıkıntı yaşıyorum”.

“Telefonumun SOS özelliği açık”

Selin Fırat: “KADES’i hiç indirmedim, bu yüzden de kullanmadım. İşe yarayabileceğini düşünüyorum. Ama olay anında kim nasıl o tuşa basabilir, bilemiyorum. Gece yürüdüğüm yerlere dikkat ediyorum ve konumumu yakınlarımla paylaşıyorum. Ayrıca telefonumdaki SOS özelliğini açık bırakıyorum”.

“İşe yarayacağını düşünmüyorum”

Aslı Sözer: “KADES uygulamasını hiç indirmedim. İşe yarayacağını düşünüyorum ancak daha çok yaygınlaştırılmalı ve bilinçlendirilmeli kadınlar. Kendimi korumak için arkadaşlarımda telefonda bulunan ‘bul’ özelliğinden aktif hale getirip o şekilde birbirimizin konumunu görerek koruduğumu söyleyebilirim. Biber gazı almayı düşünüyorum. Ani bir durumda hemen ulaşabilirseniz biber gazına, ilk müdahalede bize kaçacak zaman tanıyor, bu yüzden biber gazı bana mantıklı geliyor”.

“Alarm almayı düşünüyorum”

Belkıs Yavuz: “KADES’i indirdim, bu gündem olaylarından sonra. Uygulamayı hiç kullanmadım, çok şükür. İşe yarayabileceğini düşünüyorum ama tehlike anında nasıl olur, emin değilim. Yanımda biber gazı taşıyorum, alarm almayı düşünüyorum. Saat geç olduysa mutlaka aileme canlı konumumu iletiyorum ve etrafımdaki insanların konumumu bildiğine emin oluyorum”.

“3-5 dakika içinde geliyormuş”

Zeynep Çalı: “Uygulamayı indirmedim ama indirmeyi düşünüyorum. Kendim, şiddete maruz kalırsam çığlık atarım. Çevrede duyduğuma göre, KADES kullanarak yardım isteyen arkadaşlara en yakın mesafedeki ekip yönlendiriliyormuş ve ekipler üç veya beş dakika içinde geliyormuş. Bir de sessiz çığlık var; tehlike anında KADES yoksa, elinin ortasına siyah bir nokta yapıyorsun. Sonra çevredekilere gizlice avuç içini gösteriyorsun. Bu, 'Tehlikedeyim, lütfen yardım edin' anlamına geliyor”.

“İhtiyaç duymam halinde göreceğiz”

Ezgi Yılmaz: “Bir kez indirdim ama telefon değiştirince tekrar indirmedim. Bu yaşanan olaylardan sonra indirmeyi düşünüyorum. İşe yarayıp yaramadığını ihtiyaç duymam halinde göreceğiz. Kendimi korumak için biber gazı almayı düşünüyorum”.

“Savunma tekniklerine bakıyorum”

Nimet Karataş: “Uygulamayı indirdim ancak kullanmadım. İşe yarayacağını düşünmüyorum çünkü göz açıp kapayıncaya kadar bir insan hayattan koparılabiliyor. Ne kadar hızlı gelinirse gelinsin, iş işten geçebilir. Daha etkili ve caydırıcı cezalarla bunların önüne geçilebileceğini düşünüyorum. Kendimi korumak için savunma tekniklerine bakıyorum. Onun dışında biber gazı vs. taşımak istiyorum ama kullanırsam bana zarar verecek kişiden daha fazla ceza alacağımı düşünüyorum.”

“Kolluk geri arayıp tehlikenin boyutunu soruyor”

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Başkanı Avukat Fidan Ataselim, KADES’i bu kadar çok kişinin indirmiş olmasının hem iyi hem de hâlâ uygulamada eksikler olduğunu gösterdiğini belirterek, “Güvenilmemesinin sebebi, kötü uygulama pratikleri maalesef. Bize gelen başvurulardan da görüyoruz ki, KADES’e basıldığında kolluk geri arıyor ve tehlikenin boyutunu soruyor. Halbuki KADES’e basıldığında kolluk geri aramamalı, anında o konuma gitmeli. Geri aramak, hayati riskle birlikte birkaç tehlike daha doğuruyor” dedi.

Avukat Fidan Ataselim sözlerine şöyle devam etti: “Kadınların şiddet failinin yanındayken telefonda gerçeği söylemesinin mümkün olmaması, kolluğun başvurucuyu geri aradığında ‘fiziksel şiddet yoksa gelmiyoruz’ demesi ve ardından o kadının fiziksel şiddete uğraması gibi olumsuz sonuçlar doğuruyor. Kadınlar hayatlarından oluyor, şiddete uğruyor, failler ‘KADES’e bastın, ne oldu ki?’ diyor, hatta cesaretleniyor. Devletin kadını koruma iradesi, şiddet failleri dilinde alay konusu bile olabiliyor. KADES sayesinde hayata tutunmuş birçok kadın vardır, o yüzden kullanılmaya devam edilmeli ve yaygınlaşmalı. Ancak bu eksiklikler ve uygulamadaki ihmaller ortadan kaldırılmalı, aksi takdirde daha fazla hayat kaybedilebilir”.

“KADES amaca uygun işlerse daha fazla hayat kurtarır”

Uygulamanın amacına uygun kullanılması durumunda daha fazla hayat kurtaracağını söyleyen Ataselim, “Kadınları koruyan 6284 ayılı Kanun’un (Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun) uygulamasında da çokça ihmalleri konuşuyoruz. Koruma kararı olmasına rağmen öldürülen kadınlar, uzaklaştırma kararlarının artık kısa süreli verilmesi, zorlama hapis kararlarının uygulanmaması nedeniyle öldürülen kadınlar gibi örnekler görüyoruz. Biber gazı belki sadece alan kişiyi koruyabilir ama bizlerin ‘asla yalnız yürümeyeceksin’ diyerek sürdürdüğümüz mücadele sonucunda 6284 etkin uygulanabilir ve nice kadın hayatta kalabilir” şeklinde konuştu.


Alıntı : Haber Üsküdar

18 Mart 2025 Salı

Nasrettin Hoca Kaynakları

 Nasreddin Hoca’mızdan bahseden en eski kaynakları, şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Ebu’l- Hayr-ı Rumȋ’nin “Saltuknȃme” adlı eseri (1480’den sonra),

2. Mehmed Gazalȋ’nin “Dafiü’l- Gumum Rafiü’l- Humum” adlı eseri (1511),

3. Güvahȋ’nin “Pendnȃme” adlı eseri (1527),

4. Basȋrȋ’nin “Letȃȋf” adlı eseri (öl. 1534-1535),

5. Lȃmiȋ Çelebi ile oğlu Abdullah’ın “Mecmaü’l- Le Letȃȋf” adlı eseri (1551),

6. Hüseyin veya Hasan Abdi tarafından kopya edilen “Hikȃyet-i Kitȃb-ı Nasreddin” adlı eser (1571),

7. Bayburtlu Osman’ın “Kitȃb-ı Mir’ȃt-ı Cihȃn” adlı eseri (1581),

8. Taşlıcalı Yahya’nın “Gencine-i Rȃz” (1540) ve “Usȗlnȃme” (?) adlı eserleri,

9. Muhyȋ-i Gülşenȋ’nin eseri (1569-1604),

10. Nev’izȃde Atȃyȋ’nin “Sohbetü’l Ebkȃr” adlı eseri (1635),

11. Evliya Çelebi’nin “Seyahatnȃme” adlı eserinin üçüncü cildi (öl.1682),

12. Yurt dışındaki kütüphanelerde (Londra, Paris, Groningen, vb.) bulunan Nasreddin Hoca yazmaları,

13. Ülkemizde kurum ve kişilerde bulunan Nasreddin Hoca yazmaları. (Sakaoğlu: 2013, s.19)

14. Nasreddin Hoca’nın minyatüre edildiği ilk ve en önemli eser, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğünde H.2142, y.24a envanterinde kayıtlı 17. yüzyıl başına ait bir minyatürdür. Nasreddin Hoca’mızdan bahseden bu eski kaynakların hepsi, farklı yıllarda ve hatta farklı asırlarda yazılmış eserlerdir.

Hoca’mızdan bahseden bu kaynakların varlığı, O’nun ne derece tanındığının ve bilindiğinin en açık göstergesidir. Nasreddin Hoca hakkında ülkemizde yayımlanan ilk bilimsel eser, Türkolog Mehmet Fuad Köprülüzȃde’nin “Nasreddin Hoca” isimli kitabıdır. Eserin ilk baskısı, 1918 yılında yapılmıştır. Hoca “gül-düşün”lerinin dikkat çekici bir anlatımla sunulduğu eserin en önemli özelliği, Nasreddin Hoca’nın hayatı ve şahsiyeti hakkında bilgiler barındırmasıdır. (Özçelik: 2011, s.22, 23)


Dünyada Nasrettin Hoca

 Nasreddin” adı, Arapça aslında “Nasrüddin” şeklinde olup “dine yardımı dokunan” anlamına gelmektedir. Nasreddin Hoca; bilgin, din adamı ve müderris (üniversite hocalığı) sıfatlarından dolayı da “Hoca” unvanını almıştır. Nasreddin Hoca’nın adı, Türk Dünyasında ve dünya ülkelerinde farklılık göstermektedir. Hoca’mızın bilinen isimlerini şöyle sıralayabiliriz:

A. Türk Dünyasındaki Adları

1. Doğu Türkistan: Afandi, Nasirdin Efendi

2. Kazakistan: Koca Nasır, Hoca Nesir, Kuja Nasr

3. Kırgızistan: Ependi

4. Özbekistan: Nasriddin Afandi, Molla Nasraddin, Hoca Nasraddin, Apandi, Afandi

5. Türkmenistan: Ependi, Nasreddin Ependi

6. Azerbaycan: Molla Nesreddin

7. Karaçay: Nasır Hoca

8. Kumuklar: Hoca, Molla Nasreddin, Nasridin

9. Tatarlar: Huca Nasretdin, Munla Nasreddin

10. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti: Nasreddin Hoca, (Rumlar arasında Nusreddin Hoca, Gasdanȋ Hoca ve Aslanȋ Hoca adıyla bilinmektedir.)

11. Batı Trakya: Nasreddin Hoca

12. Irak Türkmenleri: Molla Nasreddin

B. Dünya Ülkelerindeki Adları

1. Tacikistan: Efendi

2. Bangladeş: Nasiruddin Hojjga

3. Pakistan: Molla Nasirudin, Molla Nasıruddin, Hoca Nasreddin

4. İran: Molla Nasreddin

5. Rusya: Hoca Nasreddin

6. Çeçenistan: Nasaret

7. Macaristan: Nasreddin Hodzsa

8. Romanya: Nasratin Hogea

9. Bulgaristan: Nasraldi

10. Yunanistan: Anastratin

11. Makedonya: Nasradin Hoca, Strandilhoca, Stradin Hoca

12. Bosna-Hersek: Nasrudin Hodza

13. Arnavutluk: Nastru, Nastroya

14. Sırbistan: Nasrudin Hodza, Nasradin Hoca

15. Almanya: Hoscha Nasreddin, Hodscha Nasreddin

16. Fransa: Nasreddin Hodja (Sakaoğlu, Alptekin: 2009, s. 27,28)

Nasrettin Hoca Dönemi

 Nasreddin Hoca’nın yaşadığı devir, sosyal ve siyasi çalkantıların olduğu XIII. yüzyıl Anadolusu’dur. Moğol istilasına uğrayan Anadolu’yu manevi anlamda inşa etmek için tıpkı çağdaşları olan Mevlana, Yunus Emre, Ahi Evren, Hacı Bektaş Velȋ, Şeyh Edebalı, Şems-i Tebrizȋ, Sarı Saltuk, Karaca Ahmet Sultan, Pir Ebi, Hoca Cihan, Hoca Fakih, Seyyid Mahmud Hayranȋ ve Şeyh Hacı İbrahim Velȋ vb. gibi Hoca’mız da üzerine düşeni yapmıştır. XIII. yüzyılda Anadolu’da yaşayan Türklerin sıkıntılarını tebessümle aşabilecekleri düşüncesini, hikmet ve ibret dolu “gül-düşün”leri aracılığıyla benimsetmiştir. Hoca’nın Akşehir Gölü’ne çaldığı maya, aslında bu yüzyılda Anadolu’ya çalınan Türklük ve İslamlık mayasıdır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla bu mayanın tuttuğunu görmekteyiz. XIII. yüzyıl Anadolusu, birçok tasavvuf ehlinin yaşadığı coğrafyadır. Yukarıda isimleri geçen bu tasavvuf ehilleri, Türk halkına güven verip huzurun, adaletin, birlik ve beraberliğin önemini aşılamışlardır. Bu dönemin öne çıkan önemli şahsiyetlerinden birileri olan Hz.Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Velȋ, halka şiirleri ve özlü sözleriyle İslamiyet’in önemli hususlarından olan iman ve ahlakı öğretmişlerdir. Hak dinin İslamiyet olduğu ve insanların İslamiyet’e sarılarak ahlaklı ve faziletli bireyler olacağı düşüncesinin aşılayan bu Hak dostlarının yanında Hoca’mız da önemli bir payda olmuştur. O dönem insanlarının yaşadıkları sıkıntıları tebessümle, hikmet ve ibret dolu “gül-düşün”leri aracılığıyla aşabileceklerini göstermiştir. Bunun yanı sıra Nasreddin Hoca, düşünce tarzıyla halka ümitsizliğe düşmemeyi, sıkıntılara sabretmeyi ve her zaman yaşama sevinciyle dolu olmayı mizah aracılığıyla öğretmiştir. (Özçelik: 2011, s.19-20)

Nasrettin Hoca Türbesi

 Nasreddin Hoca’nın türbesi, Kileci Mahallesi’nde -1000 yıllık- günümüzde “Nasreddin Hoca Mezarlığı” olarak bilinen yerdedir. Hoca’mızın türbesi, dünyada gülümseyerek girilen tek mezarlıktır. Ölümünden sonra bile insanları gülümsetmesi, Hoca’nın ne denli bir mizah ustası olduğunun göstergesidir. İç içe iki kısımdan oluşan türbenin mezar kitabesinde Hoca’nın ölüm tarihi olarak H. 386 yazmaktadır. Bu rakamı yazan kişinin bunu yanlışlıkla mı yazdığı yoksa Hoca’ ya şaka yapmak için mi yazdığı bilinmemektedir. H. 386 rakamı tersten okununca H. 683 – M.1284’ü vermekte ve bu tarih de Hoca’nın ölüm tarihine denk gelmektedir. İki kısımdan oluşan türbenin birinci kısmının XIII. yüzyılda yapıldığı rivayet edilir. Birinci kısım, altı köşeli olup her köşede silindirik sütunlar bulunmaktadır. Bu sütunlar arasına atılan kemerler, küçük iç kubbeyi taşımaktadır. Türbenin ikinci kısmı ise on iki kenarlıdır.(Duman: 2008, s. 31, 32) Nasreddin Hoca türbesi, kitabeye göre Konya Valisi Faik Bey’in talimatıyla H. 1324 – M. 1906 yılında tamir edilmiş ve bugünkü şeklini almış; 1945 yılında bir onarım daha geçirmiştir. Türbenin iç ve asıl kısımları, birbirlerine daire kemer ile bağlı altı sütun tarafından taşınan bir kubbe ile örtülüdür. Türbedeki piramidal külâhın üzeri, yeşil renkte metal levhalar ile kaplıdır. Türbenin dış kısmının kapısı kuzeyde, türbenin kendi kapısı ise doğudadır. Türbenin içindeki mermer sanduka Nasreddin Hoca’ya aittir. İçerideki baldekenin kemerinden birinin üzerine enine dikdörtgen bir onarım kitabesi yerleştirilmiştir. (Bayar: 2014, s. 451) Nasreddin Hoca türbesine ilişkin en eski sözlü ve yazılı belgelerden bazılarını kaynaklardan hareketle şöyle belirtebiliriz: Hoca’mızın yaşadığı devir, Anadolu’da ilim ve tasavvuf ehillerinin yaşadığı dönemdir. Bu tasavvuf ehillerinden biri olan Yunus Emre’nin Hoca’mızı sağlığında gördüğü ya da mezarını ziyaret ettiği kesin olarak bilinmese de aşağıda verilen dörtlükte Nasreddin Hoca’nın “İpe Un Sermek” ve “Hangi Kıyamet” fıkralarına atıfta bulunduğunu söyleyebiliriz. “Derviş Yunus söyler bunu, Sakın ipe serme unu. Yakındır dünyanın sonu. Kopacak kıyametdür. (Koç: 2015, s. 52) Yıldırım Bayezid’in sipahilerinden biri olan Mehmed adında birinin Hoca’mızın türbesini H.796 – M. 1393’te ziyaret ettiği, türbedeki sütunlardan birisinde yazılı olan şu metinden anlaşılmaktadır: “Bu gün kudret var iken eyle ihsan. İhsan eylersen olmazsın pişman. Ve’l- abdü ȃsi ve’r- babbu ȃfi, Ketebehu’l- hakir Mehmed an, Cemȃat- i Sibah- i Hazret- i Yıldırım. Bayezid bu tarihte vaki sene 796.” [“Bu gün kudretli ve zengin iken muhtaçlara yardım et. Yarın bu kudretin elden gittiği zaman pişmanlık duyma. Yazı baki, ömür fanidir, kul asi (günahkȃr). Tanrı affedicidir. Bunu Yıldırım Bayezid askerlerinden Fakir Mehmed 796 yılında yazdı.] (Koç: 2015, s. 56,57)

 

Nasrettin Hoca

 TDV İslâm Ansiklopedisi editörleri tarafından tespit edilen ilişkili maddeler aşağıda sunulmaktadır. Fakat, NASREDDİN HOCA maddesi ile arasında alaka kurulabilecek ansiklopedi maddeleri bunlarla sınırlı olmayabilir.

Nasrettin Hoca Fıkraları

 1. Adam Olmanın Yöntemi Nedir? 

Günün birinde Hoca'nın da içinde bulunduğu topluluktan birisi; “Hocam, adam olmanın yöntemi nedir?” deyince; Hoca Efendi, adamın nefes almasına bile fırsat vermeden; “Canım, bunu bilmeyecek ne var, elbette kulaktır.” der. Fakat Hoca, arkadaşlarının "kulaktır" cevabından pek bir şey anlamadıklarını anlayınca açıklama yapma gereğini duyar: “Aa!. . Bunu bilemeyecek ne var? Herhangi bir adam konuşurken onu can kulağı ile dinlemeli; bu arada kendi ağzından çıkanı kendi kulağı duymalıdır.” 


2. Allah’ın Rahmetinden Kaçılmaz 

Günün birinde bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır. Elbette yağmur yağdığı vakit ya koşulur, ya da bir yerlere sığınılır. Nasreddin Hoca da yağmurun yağışını ve sokakların yalnızlığını pencereden seyrederken bir de bakar ki yağmurdan kaçan bir adam… Hoca biraz dikkatli baktığında bunun bir komşusu olduğunu anlar ve pencereyi açarak; “Komşu, komşu, utanmıyor musun, niçin Allah’ın rahmetinden kaçıyorsun?” deyince adam koşmayı bırakır ve yavaş yavaş evine doğru gider. Bu arada adamın da ıslanmadık yeri kalmaz. Ertesi gün hava yine yağmurludur. Bu defa Hoca Efendi alışveriş için sokağa çıkmıştır. O, işini bitirip de hızlı adımlarla evine doğru giderken bir gün önceki komşusunun evinin önünden geçer. Bu sefer komşusu; “Hoca Efendi, Hoca Efendi, sen dün bana ‘Allah’ın rahmetinden kaçılmaz. ’ demiştin; bak şimdi kendin kaçıyorsun.” deyince, Hoca komşusuna doğru döner ve; “Be adam! Ben Allah’ın rahmetinden kaçmıyorum, Allah’ın rahmetini çiğnememek için koşuyorum.” der. 


3. Altın Olsa Ne, Taş Olsa Ne 

Bir yolculuk sırasında Nasreddin Hoca’nın yolu bir ile düşer. Hoca orada bazı garipliklerle karşılaşır. Bunlardan biri de bazı evlerin üzerine bayrak dikilmesidir. Hoca sözü bir punduna getirerek sorar: “Yahu, bazı evlerin üzerinde bayrak asılı, bunun sebebi nedir?” deyince hep bir ağızdan; “Hocam, o bayrak asılı evlerde küp dolusu altın vardır.” derler. Bayrak dikmenin sebebini öğrenen Nasreddin Hoca, günün birinde çarşıdan kocaman bir küp alarak kalmakta olduğu eve gelir. Sonra da küpün içerisini çakıl taşlarıyla doldurur. Yine âdetmiş, evinde altın olanlar, küplere karşı sohbet ederlermiş. Sıra Nasreddin Hoca’ya gelince bakmışlar ki küpün içerisinde altın yerine çakıl taşları dolu… Misafirlerden birisi; “Hoca Efendi, bu nasıl iş, senin küpünde altın yerine çakıl taşları dolu.” deyince Hoca; “Yahu komşular neye üzülüyorsunuz, küpte yattıktan sonra altın olsa ne, taş olsa ne? Fark eden ne ki?” der

Nasrettin Hoca Mahallesi

 















NASRETTİN HOCA

 Türk-İslam Kültürü filozoflarından, büyük bilge ve gülmece ustası Nasreddin Hoca, 1208 yılında Eskişehir’in Sivrihisar İlçesine bağlı Hortu Köyünde, şimdiki adı Nasreddin Hoca Mahallesinde dünyaya gelmiştir. İlköğrenimini, din görevlisi olan babasından alan Nasreddin Hoca daha sonraları Sivrihisar ve Konya Medreselerinde öğrenimine devan etmiştir. Kendi köyünde ve Sivrihisar’da imamlık ve vaizlik görevlerinde bulunmasının ardından ilim tahsilini tamamlamak üzere Akşehir’e gitmiştir. Burada Seyyid Mahmut Hayrani, Seyyid Hacı İbrahim Veli gibi devrinin tanınmış bilgin ve arif kişilerinden dersler almıştır.

 
Öğrenimin tamamlamasının ardından bir süre Akşehir’de ikamet etmiş daha sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinde hocalık, katiplik, müderrislik, kadılık ve mahkemelerde bilirkişilik yapmıştır.
 
Nasreddin Hoca milli kültürümüze mal olmuş bir halk filozofudur. Türk Dünyasında, İslam aleminde bilinir ve sevilir. Azerbaycan’da Molla Nasreddin, Kazakistan’da Koja Nasreddin ve Özbekistan’da Nasreddin Efendi olarak anılır.
 
Fıkralarının tamamında sağlam bir dünya görüşü olan Nasreddin Hoca, efsaneleşmiş bir halk insanıdır. Yıkıcı değil yapıcıdır. İnsanı önce güldürür, sonra düşündürür. Her sözünde bir hikmet vardır. Günlük hayatın her safhası onun fıkralarında yer alır. Nasreddin Hoca, Türk milletinin mizah anlayışının ve zekasının sembolüdür.
 
Fatih’in hocası ve İstanbul’un ilk kadısı Sivrihisarlı Hızır Bey, Nasreddin Hoca’nın torunudur. Nasreddin Hoca’nın günümüzdeki fıkralarında Ömer isimli bir oğlundan da bahsedilmektedir. Ancak Sivrihisar Ulu Cami avlusunda yapılan kazı çalışmalarında bulunan taş mezar sandukanın önceleri Nasreddin Hoca’nın oğlu Ömer’e ait olduğu düşünülmüş akabinde Taş Sandukanın bilimsel Doç. Dr. Mehmet Mahur Tulum’un bilimsel incelemeleri ve fiolojik çalışmalar sonucunda üzerindeki yazılardan sandukanın Nasreddin Hoca’ya ait olduğu anlaşılmıştır.
 
2003 yılında Ankara Salnamesinden yola çıkılarak Nasreddin Hoca’nın kızının mezarının Sivrihisar’ın eski giriş yolu olan Kumlu Yol üzerinde bulunan Tarihi Seydiler Hamamı’nın yanında olduğu tespit edilerek, Prof. Dr. Erol Altınsapan başkanlığında ki heyet tarafından 3 aylık kazı neticesinde kemiklerine rastlanmıştır. Uzmanların incelemeleri sonucunda kemiklerin o tarihlerde olduğu belirlenerek, belgelenmiştir. Doç. Dr. Mehmet Mahur tarafından mezar taşı tekrar okunan Nasreddin Hoca’nın kızının adı Hatun olarak tespit edilmiştir. Ayrıca Nasreddin Hoca’nın tam adının da Nasrüddin Hoca Nusrat olduğu incelemelerde ortay çıkmıştır. Bir kısmı kırık olan mezar taşı, kızı Hatun ‘un mezar taşının tam olarak okunmasıyla tespit edilmiştir. Hoca’nın adına dahil olan Nusrat kızının taşında da yer alıyor. Hoca’nın babasının adı da Şemsüddin  Baba olarak okunmuştur.
 
Yazıya geçirilmiş ilk Nasreddin Hoca hikayesi 1480 tarihli Sauk’un hayatını anlatan Ebu’l Hayr Rumi’nin Saltuknamesinde bulunur. ‘Saltukname’, Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan’ın şehzadeliği esnasında verdiği talimat üzerine Ebu’l Hayr  Rumi tarafından yedi senelik bir çalışma sonucunda Türk Sözlü geleneğinden toplanarak 1480 yılında tamamlanmış ve kitaplaştırılmıştır. Nasreddin Hoca hakkında yazılan ilk kitapta (Hikayat-i Kitab-ı Nasreddin) 43 fıkra varken, 1676 da yazılan kitapta 112, 1822 de 160, 1958 de ise 445 Nasreddin Hoca fıkrası tespit edilmiştir.
   
Unesco, 1996 yılını Nasreddin Hoca Yılı olarak ilan etti. Çeşitli etkinlikler, özel yayım ya da dergilerin özel sayılarıyla kutlanan yıl kapsamında, ülkemizde sempozyumlar düzenlendi. Sivrihisar, Nasreddin Hoca’nın hem doğumuna hem de ölümüne tanıklık eden topraklar olması bakımından önemlidir. Sivrihisar’da Hoca’mızın Eskişehir’le bağını gösteren evinin dışında, son yapılan kazılarda mezarı da bulunmuştur.
 
Her yıl 3-10 Haziran arası Nasreddin Hoca Şenlikleri düzenlenmektedir.
 
Nasreddin Hoca Mahallesi, Eskişehir'e 115km uzaklıktadır. Sivrihisar Belediyesine 19km uzaklıktadır. Eskişehir-Ankara Karayoluna 8 km uzaklıktadır.   

12 Mart 2025 Çarşamba

12 Mart İstiklal Marşı'nın kabulü böyle gerçekleşti 2

 ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİ YAZDI

Almanların daveti sonucunda Aralık 1915'te Osmanlı Hükümeti Almanya’daki Müslüman esirler arasında İngilizlerin aleyhine propaganda yapmak için gönderdiği birkaç kişinin içinde Mehmet Akif de vardır. Akif Almanya’ da bulunduğu sırada ünlü şiiri Çanakkale Şehitlerini yazar.

1920 yılı ocak ayında Mehmet Akif, Kuvayi Milliye’ nin Ege’ deki merkezlerinden Balıkesir’ e gider. Akif burada halktan aradaki ayrılık nedenlerini kaldırmalarını, düşmanlara karşı birleşilmesini isteyip, halkı yurt savunmasına çağırır.

“Artık burada duracak zaman değildir,gidip çalışmak lazım, bizim tarafımızdan halkı tanvire ihtiyaç varmış, çağırıyorlar, mutlaka gitmeliyiz” diyen Akif meclisin açıldığı günlerde Ankara’ ya gelir. Meclisin önünde Akif’le karşılaşan Mustafa Kemal “ Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz.” der.
Akif Ankara’ ya geldiğinde Anadolu iç isyanlarla karşı karşıyadır.

Kurtuluş Savaşı sürerken Akif Kastamonu camilerinde yaptığı konuşmalarda Müslümanların birliğe, düşmana karşı savaşmaya ve mücadeleye çağırır. Bu konuşmaların yayımlandığı dergi ve gazeteler Anadolu’ nun bütün illerinde, sancaklar ve kazalardaki idarecilerle toplantı yerlerinde okutturulur.
Kitaplar,broşürler şeklinde yeniden basılarak cephelere, köylere dağıtılır.

24 Aralık 1920’ de Kastamonu’ dan Ankara’ ya gelen Mehmet Akif ve Eşref Edip, Mustafa Kemal tarafından davet edilirler. İstasyondaki çalışma yerinde bir saat kadar süren bir görüşmeden sonra Mustafa Kemal şöyle der:

“Kastamonu’ daki vatanpervane mesainizden çok memnun oldum. Sevr Muahedesi’ nin memleket için ne kadar feci bir idam hükmü olduğunu Sebilürreşat kadar hiçbir gazete memlekete neşretmedi. Manevi cephemizin kuvvetlenmesine Sebilürreşat’ ın büyük hizmeti oldu. İkinize de bilhassa teşekkür ederim.

Aralık 1920 sonlarına doğru Ankara’ya gelen Akif eğitim bakanı Hamdullah Suphi ‘ nin 5 şubat 1921 tarihli mektubuyla aldığı İstiklal Marşı siparişi için şimdilerde müze olan Hacettepe’ nin arkasındaki Tacettin Dergahındaki odasına çekilerek marşı yazmaya başlar.

İSTİKLAL MARŞI 12 MART 1921'DE KABUL EDİLİYOR

İstiklal Marşı 17 şubat 1921 tarihinde Hakmiyeti Milliye Sebilürreşat ta yayınlanır.Açık Söz gazetesi ise marşı süslü bir çerçeve içinde birinci sayfaya koyarken şu açıklamayı yapar:” Her mısrada Türk ve İslam ruhunun ulvi mübarek hisleri titreyen bu abide-i sanatı, kemal-i hürmet ve mübahatla (övünçle) derc ediyoruz.

İlk yayınından 12 gün sonra da Konya’ da Öğüt gazetesinde yer alan İstiklal Marşına karşı Anadolu gazetelerinin olumlu bir yaklaşım içinde oldukları görülmektedir. İstiklal Marşı 12 Mart 1921 günü kabul edilir.

Paltosu olmayan Akif kazandığı beş yüz liralık ödülü yoksul kadın ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulan “Darülmesai “ ye bağışlar.

12 Mart İstiklal Marşı'nın kabulü böyle gerçekleşti

 İstiklal Marşı, kayda ilk geçtiği günün üzerinden 97 yıl geçmesinin ardından dizeleriyle ve Mehmet Akif Ersoy'un 'Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın' sözleriyle yürekleri kabartmaya devam ediyor. İşte, İstiklal Marşı'nın kabulü ve o günlerde yaşananlar;

23 Nisan 1920’ de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır. 1920 yazı içinde ülke topraklarının büyük bir bölümü işgal altındadır. Ankara düzenli bir ordu kurma çalışmaları içindedir. İstanbul Hükümeti Mondros Ateşkes hükümleri gereğince orduyu terhis etmiştir. Yeni bir ordu kurma çalışmalarında ise sayısız güçlüklerle karşılaşılmaktadır.

Meclis hükümeti yeni bir ordu kurarken bu orduyu ayakta tutacak, ona moral verecek güçleri de harekete geçirme çabasındadır. Yayınlanan gazeteler halkı işgal güçlerine karşı direnmeye, birlik olmaya, cesaret vermeye uğraşmaktadırlar. Gazete ve dergilerden önemli miktarları hükümet tarafından satın alınarak cephelere yönlendirilmekte, mitingler düzenlemekte ve camilerde vaazlar verilmektedir. İstiklal Marşı da halkın ve ordunun moral gücünü yükselteceği düşünülerek gündeme getirilmiştir.

İSTİKLAL MARŞI İÇİN GAZETELERDE DUYURU YAPILDI

Dönemin eğitim bakanı Rıza Nur hatıralarında marş yarışmasını kendisinin açtırdığını yazar:”Yüce ihtilal ve savaş günleri. Böyle zamanlarda milletler en güzel milli marşlarını yaparlar.Bir milli marşın güfte ve bestesini yapana beş yüz lira maddi mükafat vereceğimi ilan ettim.”

Gazetelerde ise İstiklal Marşı yarışması şöyle duyurulur:

“Şairlerimizin dikkatine:

Milletimizin dahili ve harici İstiklal uğruna girişmiş olduğu mücadeleyi ifade ve terennüm için bir İstiklal Marşı. Umur-u Maarif Vekili Celilesi’ nce müsabakaya vazedilmiştir.İşbu müsabaka, 23 Kanun-u evvel sene 36 tarihine kadar olup bir heyeti edebiye tarafından,gönderilen eserler arasından intihap edilecektir ve kabul edilen eserin güftesi için beş yüz lira mükafat verilecektir.

Ve yine laakal beş yüz lira tahsis edilecek olan beste için bilahare ayrıca bir müsabaka açılacaktır. Bütün müracaatlar Ankara’ da Büyük Millet Meclisi Maarif Vekaletine yapılacaktır.”

Haberin Devamı

Büyük Millet Meclisine ve Mustafa Kemal'e muhalif Peyami Sabah gazetesi “Milli marş tanzim ediyeler” başlığı ile verdiği haberde “Dün gelen Anadolu gazetelerinde Ankara Maarifi vekaletinin garip bir ilanı nazarı dikkatimizi cezp etti.” sözleriyle okuyucularına duyurur.

MEHMET AKİF MARŞ YAZMA KONUSUNDA İKNA EDİLİYOR

Son şiir gönderme tarihi olan 23 aralık 1920’ den sonra Eğitim Bakanlığı güfteleri incelemiş ancak içlerinde İstiklal Marşı olabilecek bir eser bulamamıştır. Bakan Hamdullah Suphi, Mehmet Akif'in marşa ödül koyulması nedeniyle katılmadığını öğrenince şaire yazdığı mektupta ödül konusunun uygun bir şekilde çözümlenebileceğini ve yarışmaya katılmasını belirtir:

"Pek aziz ve muhterem efendim;
İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya, iştirak buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadanelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır. Asil endişenizin icap ettirdiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç [heyecanlanma] vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim."
5 Şubat 1337 [1921],
Umur-u Maarif Vekili
Hamdullah Suphi

Haberin Devamı

Mehmet Akif, Büyük Millet Meclisinde Burdur Milletvekilidir.
İlk şiirlerini okul sıralarında kaleme alan Akif, meşrutiyet ilân edilince de İttihat ve Terakki Partisine girer. Birkaç ay sonra da Darülfunun edebiyat müderrisliğine getirilir.

Akif 1908’ de açılan fikir ve sanat hareketinin içinde yer alarak daha önceleri yayımlayamadığı şiirleri Sebilürreşat’ta yayınlamaya başlar. Bu ilk şiirlerinde İstanbul’daki sefaleti gerçekçi bir biçimde betimler. İlk kitabı 1911’ de Safahat adıyla yayımlanan Akif’in ikinci kitabı olan “Süleymaniye Kürsüsünde 1912 de üçüncüsü “Hakkın Sesleri” 1913’ te , dördüncüsü “Fatih Kürsüsünde aynı yıl, beşincisi “ Hatıralar” 1917’ de yayımlanmıştır. İstiklal marşını yazdığı sıralarda altıncı kitabı olan “ Asım” üzerinde çalışmaktadır.

Haberin Devamı

Şiirlerinde, imparatorluğun kaybettiği topraklar için gözyaşı döken Akif, milleti birleşmeye, hayasız saldırılara karşı koymaya çağırır. Akif 1912 yılı sonlarında askerleri şevke getirmek için bir marş yazar: Cenk Şarkısı.

10 dörtlükten oluşan bu manzume Sebilürreşat dergisinde yayımlanır.

Ey sürüden arta kalmış yiğit!
Arkadaşın gitti, yetiş sen de git.
Bak ne diyor cedd-i şehidin işit;
Durma git evladım, uğurlar ola!
Durma git evladım açıktır yolun.
Cenge sıvansın o bükülmez kolun;
Süngünü tak ön safa geçmiş bulun.
Uğrun açık olsun uğurlar ola!
Yerleri yırtan sel olup taşmalı,
Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı!
Sendeki coşkunluğa el şaşmalı.
Haydi git evladım, uğurlar ola!
Düşmana çiğnetme bu toprakları,
Haydi kılıçtan geçir alçaktarı!
Leş gibi yatsın kara bayrakları,
Kahraman evladım uğurlar ola!

Okul Ne İşe Yarar?

  Her kurum gibi okul için de bu "Okul ne işe yarar" sorusu sorulur ve sorulması gereken, çok önemli bir sorudur. Kişilerin nerede...