14 Şubat 2013 Perşembe

Bate Borisov 0 - 0 Fenerbahçe maç sonrası Aykut Kocaman

Suskunlar 7. Bölüm fragman

Suskunlar 6. Bölüm fragman

Suskunlar - 5.Bölüm 1.Fragman

Suskunlar - 4.Bölüm 2.Fragman

Suskunlar - 3.Bölüm 1.Fragman

Suskunlar - 2.Bölüm 2.Fragman

.Suskunlar 1.Bölüm 3.Tanıtım

Bülent Ersoy - Doğum Günüm

Bülent ERSOY - Geceler

11 Şubat 2013 Pazartesi

yabancı değnek

hafif melankolik ruh halinden mutlu oluyormuşçasına atıyordu adımlarını adam. bilinçsizce sokağa çıkmayalı epey bir vakit olmuştu. rast gele girilen sokaklar,sakin yürümenin verdiği rahatlık, daha önce defalarca geçmesine rağmen ilk kez gördüğü evler ve soluduğu havanın tazeliği biraz şaşırtmış ve mutlu etmişti onu.
sanki az evvel yaşamının büyük çoğunluğunu kaplayan anılarındaki o dostları, o sevgiliyi silip atan adam değildi. mutsuzluktan ziyade özgürleştiğini hissediyordu, yorulmuş ruhunu kendi elleriyle onarmıştı. yeni gelmiş sıcacık bir rol almıştı hayattan. ellerinde tuttuğunda, sıcaklığından yansa da umurunda değildi.
ayakları onu nehir kenarına götürmüştü. iki tek atıp, kendiyle kutlamayı düşündü zafer saydığı yenilgisini. nehrin akış hızına paralel olarak arındığını hissediyordu. siparişi masaya gelmiş ve düşüncelere karışmış tebessümüyle seyre dalmıştı. çok geçmeden masaya bir kadının gelip oturmasıyla irkildi. anlamaya çalışırcasına kadını izlerken:
-yanlış oldu sanıyorum, sizi tanımıyorum.
gülümseyerek cevap verdi iri gözleri ve umursamaz tavrıyla kadın:
-yanlış olmadı ve evet bende seni tanımıyorum.
adam şaşkınlık içinde beklerken, kadın garsondan satranç istemişti.
-bu kadar şaşılacak ne var anlamıyorum, belli ki birini beklemiyorsun, oturmuş huzur arıyorsun. huzurun nehirde olmadığından bihaber olmalısın. efkâr da saadette getirmiş olsa buraya seni, paylaşıp arttıracak yahut azaltacak kimse yoksa… olmaz.
-neden? diye sordu adam. neden bunu yapıyorsunuz?
yine rahat tavrıyla cevap verdi kadın:
-gayet basit. seviyorum hiç tanımadığım biriyle satranç oynamayı, bir sonraki hamleni bilmiyorum ama bir daha oynarsak bileceğim sonrakinde ve keyif aldığım bu oyun repliklerini ezberlediğim bir filme dönüşecek. dikkatle baktığım yabancı gözlerin bana konuşmaya başlayacak ve büyü bozulacak. yani; kendim için.
sadece gülümsemişti adam. ilk ve son kez aynı masada oturduklarının bilinciyle son derece keyifle sürdürdü oyununu. hamlelerinin önemi yoktu ya da arka masada hiç susmayan bir grup arkadaşın seslerinin yahut yan masalarında ki el ele, diz dize oturan bir çift sevgilinin. yıllardır birlikte yaşamaya alıştığı o öfke kaybolup gitmişti bir anda. sürekli aynı sohbetlerde boğulan dostlarıyla onu başkalaştırıp, büyük beden kıyafetin içine sokmaya çalışan sevgilisinden ayrılmış, onu yaşlandıran işinden istifa etmiş yani; kendince bozuk paralardan kurtulmuş ve başlı başına o olarak yoluna devam etmeyi seçmişti. ne kadar doğruydu yaptıkları? bilmiyordu. bildiği tek şey iyi hissettiğiydi.
defalarca satranç oynamıştı. özellikle küçükken en keyif aldığı oyundu. hiçbir zaman çok iyi değildi, tesellisi babası ve dedesinin deneyimiydi ancak; böylesine bir paylaşım olduğu fikrine kapılmamıştı. yüklediği anlamlara içten içe gülse de, özelleştirme hakkına sahipti. suskunluğun ve gözlerin birbirine değişi bu denli bir haz vermemişti ona.
kadın arada nehre dalıyor, şarabını yudumluyor lakin çoğunlukla adamın gözlerine kilitleniyordu. ifadesiz bir çehrenin sessizlik içinde konuşuyor olması büyük meziyetti adam için. büyük bir heyecan duysa da önemi yoktu karşısında ki kadının güzelliğinin. kendiyle öylesine bağra çağıra kavga ediyordu ki, orada ki her şey bitti dediği anda ortaya çıkan mucizelerdi.
hayatta hiç risk almamış, önüne hangi yemek konulmuşsa onu yemişti düne kadar. hayat üzerine kafa yormayacak kadar kalpazandı. basit düşünmeli ve basit yaşamalıydı. sadece 1 saniyeyi hatırına getirdi sonra. hayatını olduğu gibi tepe taklak edip, her şeyi silip attığı o saniyeyi. bir anda ruhunun parça pincik edildiği hissine kapılmıştı. ve hiçbir şey söylemeden şekillendirilmiş bedenini orada bırakıp güçlükle kurtardığı ruhunu alıp, gitmişti. sevginin üstünlüğünü düşünmüştü çok kereler, uğruna yapılanları, ama bir sınır varmış bir nokta ki uçlarda, geçildiği zaman gözü karartan, yok saydırıp, tüm kaldığı vakitleri 1 saniyede gitmesini sağlayan.
oyunu kaybetmişti. umursamadı. birbirlerini hiç unutmayacaklarını biliyorlardı. özel bir andı onun için ve tekrarlandığında biliyordu ki değişiverecekti her şey. birbirlerinin hayatlarına ses çıkarmadan dokunmuş ve iyileştirmişlerdi. köprüleri, satranç olmuştu. masadan aynı sessizlikte kalkıp gitti kadın. gidişini izlemek dışında bir şey yapmadı.
hayat en ihtiyaç duyduğunda gözünü kırpmış ve onu adeta yüceltmişti. ortada duran piyona kitledi gözlerini. şah olma arzusunu bir kenara bıraktı ve piyonun zamanı olduğunu düşündü. vakit varken huzur çalabilirdi belki biraz hayattan.
***
…kadın masaya oturdu. zaman kayıyordu kadının zihninde saati geriye kurdu .
kadehlere yenileri eklendikçe düşlerini ortaya çıkarıp bir bir gerçeklere meydan okudu. yalnız bir adamın gölgesine düşmek…kendi elleriyle bir an yaratmak istemişti,istemiş ve gerçekleştirmişti. aradaki huzursuz zamanı düşündü sonra, gittikçe uzaklaşan’’ bir gün’’ü . mecali kalmamış olması umurunda değildi. yaşamının kestirmelere olan nefreti de umurunda değildi. arzuladığı tek şey kısa süreliğine de olsa şerit değiştirmekti.
mutluluk yakalanmayı bekliyordu. hep oradaydı.yolun tam karşısındaydı. yakalaması için belki kırmızı ışıkta geçmeliydi lakin şansı vardı. an’lar yaratabilmek,yaşamaktan daha keyifliydi.
şah mat dedi kadın. ve şimdi onları buluşturan yerdeydi.; yalnızlığın ortak paydasında. zaten asıl mühim olan ortak bir payda da olabilmek değil miydi?

alıntı :www.sanalbasın.com

10 Şubat 2013 Pazar

Hz.Mevlana Sözleri






Hz. Mevlana’nın aşkı tarifi

Ateşin olduğu yerden nasıl dumanlar çıkarsa, bir gönüle aşk şimşeği düşünce, artık o gönülde bir başka gönül kesilir. Katır çobanı incinin kıymetini bilmediği gibi, sıradan adamlar da âşıkların halini bilemez. Âşık kimse bir an dünyaya dalıp huzur bulursa aşk ondan yüz çevirir. Maşuk da araya binlerce perde çeker. Aşk hançerinin ciğerde açtığı yara ilaç kabul etmez. Onun şifası sevgilinin yüzüdür. Şimdi aşk padişahı Hazret-i Mevlânâ konuşsun. O söylerse güzel söyler:

“- Aşk, yüzüme binlerce nükteler yazdı; aşıksanız gönlümün halini görün de okuyun.
Ne kadehtir her an aşıklara sunulup duran kadeh; erseniz siz de bu çeşit kadehi alın, çekin!
Balıkların suyu da denizdir, ekmeği de; balıksanız ne diye ekmeğin dudağına aşıksınız?
Mihnetlerle, eziyetlerle dopdolu bir kırba var, adı benden. Atın taşı, kırın o kırbayı da tamamiyle kurtulun gitsin.”
.....
“Sevgilinin gam güneşiyle zerre-zerre olduk; senin içindeyse böyle bir heves belirmedi bile; uyuyakal.

Onun razılığını aramak için su gibi koşup duruyoruz; o nerdeymiş, derdin bile değil, uyu sen.”

“Gökyüzünde aydın ay, yıldızların arasında nasıl belirir, görünürse aşık da yüzlerce kişi arasında öyle belirir, öyle görünür.
Akıl, bütün yolları-yordamları bilir de aşkın yolunu-yordamını bilmez, şaşırır kalır.
Aşk ab-ı hayatından tadan kişi, Hızır’ın gönlüne sahiptir; arı-duru sular, güzelim kaynaklar hiç olur, hiçe sayılır onca.”

Evet: Aşk kuşu her başa konmaz, âşıkların derdini de her tabib bilmez.
Ey dünya fidanında meyveler yetiştiren kimse; bir de gönül fidanında meyveler yetiştirmeyi dene... Sabah-akşam, gündüz-gece dünya ile boğuşup duruyorsun da eline gamdan başka ne geçiyor? Gam köyüne çadır kuranlar yine bin türlü dertle bu dünyadan kopup gideceklerdir.
Şimdi dikkat kesil, kulağındaki dünya pamuğunu çıkarıp at, dostun dosta ettiğine iyice bak...
Belh Sultanı İbrahim bin Edhem, tacâ tahta tekmeyi vurup Allah ( C.C) yoluna revan olmuştur. Bu yol çok çetin ve zahmetli bir yoldu.

Zehirle pişmiş aştan yemedikçe menzile varmak da mümkün değildi...
Nice belâlara, dertlere, felâketlere uğraya uğraya yoluna devam ediyordu...
Kıvrım kıvrım uzayan yollar onu nereye götürüyordu? Gidiyordu ya canı da dudağına gelmişti sanki. Dehşetli bir yağmur yağıyor, rüzgâr onu kuru yapraklar gibi savuruyordu. Soğuk ve tipi nefesini donduracak haldeydi.

Nihayet bin türlü zahmetle bir kasabaya ulaştı. Gariplik boynunu bükmüştü. Gidecek, sığınacak bir yeri yoktu ki...


Gelmeyen Baharlara

Dağlara karlar yağmış yine Güneş bulutların arkasına saklanmış düşlerimiz gibi.
 Ne zaman gelecek baharlar
 Okuldan gelirken düştüm bizim sokakta ..Defterlerim, kitaplarım, kalemlerim dağıldı etrafa,babamın aldığı yeni kalem kutusunun üzerinden de kocaman bir araba geçti. Kimse gelmedi yanıma elimden tutup kaldırmadı. İçime kocaman bir taş oturdu sanki. Sanki beni görmediler güç bela kalktım,gözlerimde yaşlar kalbimde açılan yaranın eseri.. Ne olmuş bu insanlara kalplerine karlar mı yağmış.
 Öğretmen mutluluğun resmini çizin evde, yarın da getirin dedi, güneşi çizsem, baharı çizsem olur mu mutluluğun resmi ama olmaz ben görmedim ki baharı nasıl çizeceğim offffffff bahar nasıl bir şey hep dersin ya baharda etraf cıvıl cıvıl olur diye yok mu bir resmi göstersen bana. Babaannem anlatırdı ramazanda iftar çadırları kurulurmuş iftarda herkes birlikte neşeyle yemek yermiş, Hacivat karagöz oynatırlarmış çocuklar kalkmazmış başından ,her akşam sırayla limonata dağıtırmış komşular herkese, dedem ud çalarmış, amcam ney… sahurda bile yemek dağıtırlarmış birbirlerine … O insanlar bu insanlar mı acaba… Çok mu zaman geçti aradan nasıl değişti insanlar bu kadar..
  Tozlar mı kapladı iyiliklerin üstünü.Ne zaman girdi sözlüklerimize bu cümleler “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın,bana ne,başkası yapsın,hep ben mi yapacağım………..” Söylesenize hiç bahar gelmeyecek mi bu şehre hep böyle karanlıklar mı karşılayacak bizi, birbirimize baktığımızda donuk bakışlar mı göreceğiz hep. Anlatsana bana bahar nasıl gelir çiçekler açar mı ne renktir çiçekler gülü kitaplardan tanıyorum gerçekten çok güzel kokar mı, kuşlar da öter mi baharda; nasıl öterler peki?
 El ele tutuşsak tüm çocuklar seslensek bahara “gel artık bahar” desek gelir mi acaba? Gel bahar erit içimizdeki buzları güneşler doğsun yüreğimize..

Masal Tekerlemeleri

Masalların başında sözcüklerin ses benzerliğinden yararlanılarak söylenen yarı anlamlı, yarı anlamsız söz dizileri vardır. Bunlara “” denir.
Masal tekerlemeleri birbirleriyle pek ilgisi olmayan, ancak dinleyicinin ilgisini masala çekmek için bir araya getirilmiş sözlerden oluşur. Tekerlemenin asıl güzelliği de, birbirleriyle ilgisiz gibi görünen bu tür sözlerin bir düzen içinde sıralanmasındadır. Bu da bir söz ustalığını gerektirir. Bu ustalık masal anlatanın, yani masalcının ustalığına bağlıdır.
Aslında tekerlemenin masalla hiçbir ilgisi yoktur. Sadece dinleyicinin ilgisini çekmek ve onu masal dünyasına girişe hazırlamak için söylenir. İşte masalcının söz ustalığı da burada başlar. Söylediği tekerlemeyle dinleyenleri neşelendirir. Anlatacağı masala ilgi çeker. Masalının dikkatle ve heyecanla dinlenmesini sağlar.
Kimi masal tekerlemeleri de bilinenlerden birkaçının birleştirilmesinden oluşur. Araya yeni deyim, benzetme ve sözcükler eklenerek yeni biçimlere sokulur.
Gelin şimdi de söz ustalığının en güzel örneklerinden biri olan masal tekerlemelerinden sizin için seçtiklerimizi okuyalım. Onları ezberlemeye çalışalım. Anlatacağımız masallara bu tür tekerlemelerle yeni renkler katalım.
* * *
Evvel zaman iken, deve tellal iken, saksağan berber iken… Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. İp koptu, beşik devrildi. Anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi, döndürdüler dört köşeyi. Dar attım kendimi dışarı… Kaç kaçmaz mısın… Vardım bir pazara. Bir at aldım dorudur diye. Bineyim dedim, at bir tekme salladı bana geri dur diye… Padişahın topları ateşe başladı. Topladım gülleleri cebime koydum darıdır diye. Tozu dumana kattım, Edirne’ye yettim. Selimiye minarelerini belime soktum borudur diye. Yakaladılar beni tımarhaneye attılar delidir diye. Babamdan haber geldi, onun eski huyudur diye. Bereket inandılar, tutup beni saldılar. Neyse uzatmayalım, masala başlayalım…
* * *
Bir varmış, bir yokmuş. Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde. Deve tellal iken, horoz imam iken, manda berber iken, annem kaşıkta, babam beşikte iken… Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten… Annem kaptı maşayı, babam kaptı küreği, gösterdiler bana kapı arkasındaki köşeyi… O öfke ile Tophane minaresini cebime sokmayayım mı borudur diye… O öfke ile Tophane güllesini cebime doldurmayayım mı darıdır diye… Orada buldum iki çifte bir kayık. Çek kayıkçı Eyüb’e…
Eyüb’ün kızları haşarı… Bir tokat vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı… Orada gördüm bir kız… Adı Emine, gittim yanına… Bir tarafı tozluk dumanlık, bir tarafı çayırlık çimenlik, bir tarafı sazlık samanlık… Bir tarafta boyacılar boya boyuyor renk ile… Bir tarafta demirciler demir dövüyor denk ile… Bir tarafta Mehmet Ali Paşa cenk ediyor şevk ile… Anan yahşi, baban yahşi, kurtuldum ellerinden… vardım masal iline.(Naki TEZEL’den)
* * *
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde… Ben deyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı, Gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi…
Vay ne köşe bu köşe! Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe; bu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, şu köşe güz köşesi, diye iki tekerleyip üç yuvarlarken aşağıdan sökün etmez mi Maraş paşası!.. Hemen bir sarıya bir fare deliği bulup, attım kendimi dışarı; gelgelelim şu mahallenin yumurcakları haşarı mı haşarı; bir fiske vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı!..
Az gittim uz gittim… Dere tepe düz gittim. Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek; soğuk sular içerek, altı ayla bir güz gittim. Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim, gide gide bir arpa boyu yol gitmişim!..
Vay başıma, hay başıma; bu yol bitecek gibi tükenecek gibi değil, ya bir devlet kuşu konsa başıma, ya da alsa beni kanadına kaşına, demeye kalmadı bir de gördüm ki, ne göreyim? Adıyla sanıyla, yeşiliyle alıyla, Zümrüdüanka dedikleri değil mi? Kafdağı’nın üstünden süzüm süzüm süzülüp geliyor. Bakın hele! Yüzü insan, gözü ahu. Ne maval, ne martaval. İşitilmedik bir masal!..
* * *
Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde… Bu sözün önü var, arkası yok; gömleğimin yeni var yakası yok… Sabır da bir huydur, suyu var tası yok. De gel sabreyle sabreyle… İyi ama susuzla sabırsız ne yapar? Ya bir kuyu kazar, ya dolaşır çarşı pazar; ben de aç karın, yüksek nalın çıktım pazara, Mevlam uğratmasın iftiraya nazara…
Bir kaz aldım karıdan, boynu uzun borudan! Kendisi akça pakça, eti kemiğinden pekçe, ne kazan kaldı ne kepçe! Kırk gündür kaynatırım kaynamaz.
Hay dedim, huy dedim; bu ne pişmez şey dedim. Bir iken iki olduk, üç iken dört olduk; anan soylu, baban boylu derken kırk olduk; kırkımız kırk ateş yaktık!… Kırk gündür kaynatırım kaynamaz. Baktım ki olacak gibi, sofraya konacak gibi değil, eğil dağlar eğil dedik; onumuz hu çekti, onumuz su çekti; onumuz un, odun çekti; haydan geleni huya sattık, unu bulguru suya kattık. Suyu kazana, kazanı yeniden ocağa attık; vay ne kaynattık ne kaynattık… De şimdi kaynar mı, kaynamaz mı? Derken efendim bu kez başını kaldırıp bize bakmaz mı!..
Gayrı pabucunu bırakıp kaçan kaçana! Kanadını kaldırıp uçan uçana! Eh, bir ben miyim kırk kişinin gevşeği? Çıkardım ahırdan boz eşeği vurdum sırtına palanı, çektim yedi yerden kolanı; bindirdim üstüne doksanlık anamı. Boynuna mavi bir boncuk takmadım ama, koynuna koydum bir sabırtaşı. Sabırtaşı, sabırcıktaşı deyip geçmeyin öyle! Ne anamın aşı, ne gözümün yaşı. İtler işin başı, tandırın başı, masalın başı, bu sabırtaşı! Verilecek kuluna vermiş, bize de versin Yaradan; haydi dedikoduyu kaldırıp aradan, dinleyin şimdi; sabırlı kim, sabırsız kimdi…
* * *
Evvel zamanda, yoksullar handa
Beyler, konağında yaşarmış.
Buna öfkelendim
Bir hayli söylendim
Aldım başımı çıktım dışarı
Görmeyin gidişimi
Bakmadan sağa sola
Düştüm bir yola.
Az gittim, uz gittim
Dere tepe düz gittim
Çayır çimen geçerek
Arpa buğday biçerek
Soğuk sular içerek
Altı ay bir güz gittim
Yürüdüm yürüdüm vardım bir bağa
Daldım bir konağa
Vay sen misin dalan
Kimi kolumdan tuttu kimi bacağımdan
Attılar beni bir dağa
Zoruma gitti başladım ağlamaya
Karşıma çıktı bir derviş
Derviş amca dedim bu ne iş?
Kuru idim ıslandım sel beni neyler
Bulut oldum uslandım
Yel beni neyler?
Vay gidi dünya
Kimi güler, kimi söyler
Kulak verin bu masala
Keloğlan ne iş tutar, n’eyler* * *

Handadır handa, bir kara manda
Üç yüz yaşındaydım evvel zamanda
Mavi çadır gerilmiş, duydum pazar kurulmuş
Vurdum karıncaya palanı
Kırk yerinden bağladım kolanı
Sardım sırtına seksen sekiz çuval soğanı
Vardım pazara
Vay ne pazar ne pazar, güzeller durmaz gezer
Kırlangıçlar terzi, köpekler kalaycı, tilkiler tüccar

Buldum bir köşe, başladım işe
Soğan sarmısak satarken
Terazimin kolu kırıldı bir güzele bakarken
Kurbağa kanatlandı gitti gelin getirmeye
Gelin çıktı çardağa, çat yerleşti bardağa
Masaldır bunun adı, dinlemekle çıkar tadı

* * *
Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde… Odunun biri bir odun vurdu kafama… Kafam koptu kalktı gitti sarmısak pazarında sarmısak satmaya… Durur muyum ya, ben de arkasından koştum. O gitti ben gittim, o gitti ben gittim; derken arkasından yetiştim ama, bak şu kafaya:
- Ben senin kafan değilim, demesin mi?
- Kafamsın!
- Değilim!
- Kafamsın!
- Değilim!

Diye atıştık, vuruştuk. Son sonu kadının kapısında buluştuk. Buluştuk ya, bak şu püsküllü belaya, kadı evde yokmuş, mercimek ağacına çıkmış da mercimek topluyormuş…
Ağacın tepesinden bize bağırdı:
- Sizin davanız büyük dava!.. Kuş kanadı kalem olsa, derya deniz mürekkep; gene ne yazılır, ne biter… Hele kırk tomar kâğıt, kırk kucak kalem getirin de ötesini düşünürüz, dedi.

Bir dediğini iki eder miyiz? Aldık getirdik, bulduk getirdik. Merdiveni de aradık taradık, götürüp mercimek ağacına dayadık, dayadık ya, kadı inerken kırılıvermesin mi mübarek!..
Kadı öldü, kafam da bana döndü: Ah kafa, nah kafa; ne çekersem senin elinden çekiyorum…
* * *
Var varanın, sür sürenin… Baykuşu çoktur viranenin… Destursuz bağa girenin, geçmez para ile dükkâna girenin, hokka çömleğini başında patlatır Bekri Mustafa… Hak dost, veli dost… Babamdan kaldı bir eski post… Ben dikerim, o sökülür… Arasına bit, pire sokulur… Ufacığı bakla gibi, büyüceği toklu gibi… Tuttum pireyi, İstanbul’a yolladım. Bekledim, bekledim gelmedi. Ardından uşak yolladım.
Kırk kişiyiz… Onumuz odun yarar, onumuz kav çakar, onumuz su taşır, onumuz ateş yakar… Bir de baktık kaz kafasını kaldırmış, kazandan bize bakar… Fare takla tukla… Ne nohut bıraktı bu yıl, ne de bakla… Kahveci kutuyu sakla, tiryaki olmuş o güdük fare…
Fare ovada yedi başağı, sıyrıldı çıktı direkten… Somunu kaptı kürekten… Gözleri büyük çörekten… Dişleri iri oraktan…
Tavandan teker meker… Gözlerime toz döker… İhtiyara bakmaz geçer. Bir oh çekmez mi bizim güdük fare? Tavanda koptu patırtı… Çömlek başına atıldı… Çektim tüfeği avludan… Yah ettim dokuz kilo soğan.
Derken efendim, baldıranlığa daldı kurudur diye… Boz eşek attı çifteyi geri dur diye. Ben tuttum kuyruğundan ileri diye…
Kalktı sıçradı kürek sapına… Gözünü dikmiş çocuk hakkına… Seksen kiloluk pekmez küpüne…
Reçel olup gitti bizim güdük fare… Efendimin ağası… Sivridir külahisi… Uzatmayalım biz bu sözü, başımıza gelir daha belası…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir memleket padişahının kırk oğlu varmış…
* * *
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, ben dayımın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, aşağıdan:
- Tutun da, vurun da! diye bir gürültü kopmaz mı?
- Eyvah, dedim. Şimdi bunlar susmazlar, dayımı uyutmazlar.
İki kalktım, bir hopladım. Yüz ayak merdiveni bir çırpıda atladım.
Baktım; bir kuru kalabalık.
- Nereye gidiyorsunuz böyle? dedim.
- Hak aramaya gidiyoruz, dediler.
Neyse, katıldım ben de içlerine, vardık koca şehrin birine. Aradık taradık, hakkımızı bulduk. Meğer o da pire değil miymiş?
Bindim pireye, vardım Tire’ye. Pire gider çatır çutur, hak sahibine balta getir. Bak şu pirenin işine, yular bağladım dişine. Gören şaştı, duyan şaştı, Üsküdar vapuru Beşiktaş’ı aştı.
Tuttum pirenin birisini, kırdım ufağını irisini, davula geçirdim derisini, kaytan yaptım kuyruğunu.
Sonra sırtına vurdum palanı, altından çektim kolanı, dinleyin bakalım bendeki koca yalanı…(Eflâtun Cem GÜNEY’den)
* * *
Çıktım tavan arasına bir kırık sandık buldum.
Açtım baktım: İçinde bir kırık altın
Almayacaktım ama, aldım
Sarıdır diye,
Ordan gittim İstanbul’a bir kâse yoğurt aldım
Durudur diye,
Dokuz yüz doksan testi su kattım
Borudur diye,
Tophane güllelerini cebime doldurdum
Darıdır diye,
Nacağı aldım Kapalıçarşı’ya daldım
Korudur diye,
Akdeniz’e girdim
Kıyıdır diye,
Ortasına bastım
Kuyudur diye,
Selimiye Camii’nin duvarına dayandım
Yalıdır diye,
Ahırdağı’na bir tekme vurdum
“Geri dur!” diye,
Üçlük beşlik verdiler beğenmedim
İridir diye,
Sade Osmanlı lirası verdiler almadım
Sarıdır diye,
Beni aldılar tımarhaneye götürdüler
Delidir diye,
İki adam geldi şahitlik etti
Veli oğlu velidir diye,
Tımarhaneyi dürdüm katladım sırtladım
Halıdır diye,
Beş on copa vurdular
Yeridir diye,
Beni padişaha bildirdiler
Delidir diye,
Padişahtan ferman çıktı
“Bırakın onu eski huyudur!” diye,
Ferman aldım cadde boyu gidiyordum
Bir boz eşek gördüm
Takıldım peşine
Eşek bana bir tekme vurdu
Geri dur diye.(Pertev Naili BORATAV‘dan)

* * *
Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, devler top oyunarken eski hamam içinde… Bir havladık, hoyladık; cümle âlemi topladık. Allah’ın kışı tandırın başı olur da kim gelmez? Haylanan da geldi, huylanan da geldi, ahlanan da geldi, ohlanan da geldi. Hele büyük baş, büyük kara kadı, kuru kadı geldi… Kadıyı, dayıyı duyunca; yabanın ördeği, kazı geldi… Ördeği, kazı görünce, bir de çulsuz tazı geldi. Tazının peşinden de görmemişin oğlu, kör Memiş’in kızı geldi… Ne etti, ne etti, arkası sökün etti: Kambur Ese, Sarı Köse geldi; biri saltanata, biri süse geldi… Bunları duyar da durur mu ya! Hımhımınan burunsuz, birbirinden uğursuz geldi… Bu iki uğursuzun ardından da ekmediğin yerde biten bir arsız, yüzsüz geldi… Daha daha, sarı çizmeli Mehmet ağa geldi, geldi dertlere deva, gönüllere sefa geldi… Derken efendim, seyrek basandan sık dokuyana, bir taşla iki kuş vurandan her yumurtaya bir kulp takana kadar kim var, kim yok; kimi aç, kimi tok; geldi, toplandı. Toplandı ya, hepsi de başını kaldırıp kaşını yaktı, derken her kafadan bir ses çıktı; başladı her biri bir maval okumaya… Kimi ince eğirip sık dokudu; kimi yukarıdan atıp, aşağıdan tuttu… Kimi tavşana kaç, tazıya tut dedi; kimi ağzını yum, dilini yut dedi… Kimi kâh nalına, kâh çivisine vurdu; kimi süt dökmüş kedi gibi oturdu… Kimi kâhya karı gibi her işe karıştı; kimi gemi azıya alıp birbiriyle yarıştı… Kimi akıntıya kürek çekti; kiminin kırdığı ceviz kırkı geçti… Kimi kırkından sonra kaval çaldı; kimi de benim gibi ellisinden sonra masala daldı… Bir var ki, hangisine ne denir? Allah her kuluna bir çene, her çeneye bir gene vermiş, oynatıp duruyor. Lafla peynir gemisi yürümez ama, sadece dinlemekle de olmaz; laf ebeleri adamı aptal yerine korlar; bari ben de birini çekip, çekiştireyim dedim ya, ne haddime! Yetmiş iki millet burada, sade bir Keloğlan yok ortada… Yüz yüzden utanır, ötekileri dilime dolayacak değilim ya, ben de tuttum Keloğlan’ın yakasından; bakın ne deyip durdum arkasından:
Bir varmış, bir yokmuş; Allah’ın kulu çokmuş, çok söylemesi günahmış. Develer tellal iken, keçiler berber iken, bir memleketin birinde bir kocakarı, kocakarının da bir kel oğlu varmış
* * *
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde… Dırıltıydı, mırıltıydı, raftan fincan düştü kırıldıydı, hem de ne fincan ya! Dedemin dedesinin dedesinden kalma kulpu kırık, kenarı yok, şu ahım şahım fincan… O akşam ne cezveyi köpürdetebildim, ne kahveyi höpürdetebildim. Bakın hele, şu ettiği yetmiyormuş, kırdığı kırkı geçmiyormuş gibi, bir de karşıma geçip oh çekmez mi ya bizim güdük fare!.. Kızmayın benim canım efendim, bu farenin derdinden bittim, tükendim. Benim gibi bir yalınkat adam değil, kambur felek, kadife yelek bile dayanamaz buna. Bir gece değil, beş gece değil, her gece bu, kuyruğunu yay ediyor, unu bulguru pay ediyor, yağı kıymayı zay ediyor… Öyle ya, hani han, hani harman? Evimizin ardı tarladır, ekini kor, bize zorlatır, karanlıkta göz parlatır ama gelgelelim, kaçak dövüşüne metin, ne var ne yok teslim ettik bütün, bacamızdan çıkmaz oldu tütün, gayri ya bu fare durur, ya biz. Bu gece düşündüm taşındım, tatlı tatlı kaşındım, baktım ki olur gibi, olacak gibi değil, ne yapıp yaptım yine, telli pullu bir arzuhal yazdım kediye; dilediğim yerini bulursa kilerde nöbet bekleteyim diye…
* * *
…Koştum, eve vardım: “Baban doğdu” dediler, kucağıma bir yumurta verdiler. Yumurta elimden düştü, içinden kocaman horoz çıktı, sokağa kaçtı.
Kovalamaya başladım. Taş attım değmedi. Ceviz attım… Cevizden bir kocaman ağaç bitti. Üstündeki cevizleri düşüreyim diye taş attım, değmedi. Toprak attım; ağacın başı tarla oldu. Kimi dedi: “Buğday ek”, kimi dedi: “Karpuz ek.”
Karpuz ektim. Öyle karpuz verdi ki tarla, develer taşıyamadı. Karşıma bir adam çıktı: “Karpuzundan versene” dedi. Bir karpuz verdim, bir ordu yedi, yarısı arttı… Ben de bir karpuz keseyim, dedim. Keserken çakım içine kaçıverdi. Elimi soktum, alamadım. Gözümü soktum, göremedim. Kendim girdim, yedi sene aradım, bulamadım. Yedi sene gezdim, dolaştım, sonunda karpuzun kapısına ulaştım.
Vay anam karpuz, evin köyün yıkılası karpuz…
Bir yanı sazlık samanlık
Bir yanı tozluk dumanlık
Bir yanında demirciler demir döver denk ile,
Bir yanında boyacılar boya boyar binbir çeşit renk ile, Bir yanında Osmanoğlu cenk eder top ile tüfenk ile…

* * *
Masal masal maniki
Yolda saydım on iki
On ikinin yarısı
Tilki çakal karısı.
Masal masal martladı
İki fare atladı
Kurbağa kanatlandı
Tos vurdu bardağa
Çocuk çıktı çardağa.
Masal masal maniki
Kuyruğu var on iki
Kuyruğunda beni var
Kulağında çanı var.
Masal masal matatar
Dil okur, damak tadar.

8 Şubat 2013 Cuma

athena- Yaşamak Varya .

Athena- Palavra .

arif sag yolver daglar .

Alpay - Gözlerin .

Alpay - Fabrika Kızı (1970)

.Alpay-Hayalimdeki Resim-1987 .

.Alpay - Eylülde Gel .

ALİŞAN - VAR YA

.Alişan - İkimize Birden Yükleniyorlar

Yolcu (Ali Güven)

Ahmet Şafak - Ah Be Yar .

Ahmet Şafak - Sen Yoksun Diye .

Ahmet Şafak - Yalnız Kurt .

Ahmet Kaya - Başım Belada

ahmet kaya beni vur

AHMET KAYA dardayım .

.Ahmet Kaya - Kum Gibi .

AHMET KAYA KAFAMA SIKAR GIDERIM .

ADNAN ŞENSES Yorgunum Dostlarım Yorgunum Artık .

Abdurrahman Önül - Medine Gülü

.Gül Ahmede - Abdurrahman Önül 2012 .

Abdurrahman Önül - Gururlanma İnsanoğlu

abdurrahman önül cürmüm ile geldim sana

7 Şubat 2013 Perşembe

Şanghay İşbirliği Örgütü

Şanghay İşbirliği Örgütü (İngilizce: Shanghai Cooperation Organization) adını örgütün ilk toplandığı yerden --Şanghay-- almaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'ın 1996'da yılında oluşturdukları yapılanma Şanghay Beşlisi olarak anılıyordu. Bu örgüt 2001'de Özbekistan'ın katılımıyla üye sayısını altıya çıkarttı.

Konu başlıkları

 [gizle

Tarihçe [değiştir]

Çin'in Girişimleri [değiştir]

Şanghay İşbirliği Örgütü'nün (ŞİÖ) ortaya çıkmasının ardında, Çin Halk Cumhuriyeti'nin (ÇHC) girişimleri önemli rol oynamıştır. 1990'lı yılların başında Çin'in bölgeye olan ilgisini ardındaki faktörler şunlardır:[2]
  • Sınır güvenliği: ÇHC sınır anlaşmazlıkları konusunda Sovyetler Birliği ile 1989 yılında görüşmelere başlamıştır. Sovyetler'in dağılması üzerine sınır bölgelerinde istikrarı sağlama amacıyla Orta Asya'da yeni kurulan cumhuriyetler ile diyaloglara devam edilmiştir.
  • Batı bölgelerinin gelişimi: Deng Xiaoping'in belirlediği reform ve dışa açılma ilkeleri doğrultusunda 1978'ten itibaren ülkenin doğu sahillerinde görülür bir gelişme kaydedilmesine rağmen, Sincan Uygur Özerk Bölgesi, İç Moğolistan, Tibet Özerk Bölgesi gibi batı bölgelerinde kayda değer bir gelişme elde edilememiştir. ÇHC Orta Asya ve Rusya ile karayolu, demiryolu bağlarını kurarak bölge ticaretini ve batı bölgelerinde ekonomik gelişiminin önünü açma çabasına girmiştir. Daha sonra 2000 yılında Devlet Konseyi tarafından resmen onaylanan Batı açılım projesi (西部大开发; pinyin: Xībù Dàkāifā) de bu doğrultuda hazırlanmıştır.
  • Büyüyen enerji ihtiyacı: Ekonominin hızla büyümesi ÇHC'nin petrole olan bağımlılığını artırmış; 1993 itibariyle Çin petrol ithal eden ülke konumuna gelmiştir. Basra Körfezi bölgesine bağımlılığı azaltmak amacıyla arayışlara giren ÇHC, özellikle Rusya ve Kazakistan ile petrol boru hattı konusunda bir dizi anlaşmaya imza atmıştır.
  • Soğuk Savaş sonrası stratejik ortam: Soğuk savaşın ardından ABD'nin tek süper güç olarak sahneye çıkması üzerine ÇHC denge unsuru olarak stratejik ortaklık arayışlarına girişmiştir. 1992'de "iyi komşuluk" politikasıyla başlayan diyalog, Nisan 1996'da ilk Şanghay görüşmelerinde "Rus-Çin stratejik ortaklığının" ilanıyla gelişmiştir. 1997'de Jiang Zemin'in Moskova ziyareti sırasında ortak bir bildiri yayınlayan iki ülke liderleri, "dünyada çok kutupluluğun desteklenmesi" amacını taşıdıklarını belirtmişlerdir.[3]

Birliğin oluşumu ve gelişim [değiştir]

26 Nisan 1996'da Şanghay'da toplanan beş ülkenin Sınır Bölgelerinde Askeri Güvenin Derinleştirilmesi Anlaşmasını imzalamasıyla Şanghay Beşlisi kurulmuş oldu.
Bundan sonra Şanghay Beşlisi yıllık görüşmeleri sırasıyla 1998'de Almatı'da, 1999'da Bişkek'te, 2000'de ise Duşanbe'de yapıldı.
2001 yılında ise görüşmeler ŞİÖ’nün kuruluşu ile sonuçlandı. Beş devlet ile başlayan örgütün tam üye sayısı sonra altıya ulaştı: Rusya, Çin, Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan, Özbekistan.
Haziran 2001'de üye devletler Saint Petersburg Zirvesinde örgütün amaç, prensip, yapı ve işleyişini belirleyen ŞİÖ Beyannamesini imzaladı. Ayrıca zirvede bir "anti-terör ajansı"nın kurulmasını öngören bir anlaşma daha imzalandı.[4]
ABD karşıtı ilk ciddi adım, 2005’te atılmıştır. ŞİÖ zirve toplantısında, ABD’ye Orta Asya’daki askeri varlığına son verme çağrısı yapılmıştır. Bunun üzerine, Özbekistan’daki ABD askerleri ülkeyi terk etmişlerdir.
Ağustos 2007'de ŞİÖ'ye üye altı ülke, Rusya'nın Ural Dağları'nda 'Barış Misyonu 2007' adıyla ortak bir askeri tatbikat gerçekleştirdi.
Türkiye 2012'de, Şangay İşbirliği Örgütüne(ŞİÖ) Diyalog ortağı olarak katıldı. Katılım sonrası kararı değerlendiren Çin'deki akademisyenler ve Rus analistler bu kararın hem ŞİÖ hemde Türkiye açısından bir devrim niteliğinde olduğunu belirttiler. [5]

Amacı [değiştir]

Dünya petrol üretim ve kullanım pazarının yarısından fazlasını elinde bulunduran ve Hindistan, İran, Moğolistan ve Pakistan'ın gözlemci olarak bulunduğu örgüt, ABD'ye karşı etkili bir kutup oluşturmaktadır. Dönemin Rusya Devlet Başkanı Putin, Şanghay İşbirliği Örgütü'nün Ağustos 2007 Bişkek Zirvesi’nde “Tek kutuplu dünya kabul edilemez.” diyerek bir anlamda birliğin misyonunu da belirtmiştir.
  • 2007 Bişkek Zirvesi’nde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Tek kutuplu dünya kabul edilemez.” açıklaması, örgütün misyonunu özetlemektedir aslında. Çıkış noktasına baktığımızda, üye ülkelerin sınır bölgelerinde askeri güveni sağlamak gibi görünse de, birincil amaç ABD suretinde batıya karşı alternatif ve etkili blok oluşturmak, ikincil amaç ise dünya nüfusunun 1/4′ünün yaşadığı coğrafyada, en büyük güvenlik tehditleri olarak deklare ettikleri terör, ayrılıkçılık ve aşırıcılıkla mücadele adı altında bu coğrafyada yaşayan halk ve uygarlıkları dizginlemektir.[6]

Etkinlikleri [değiştir]

Güvenlikte İşbirliği [değiştir]

ŞİÖ öncelikli olarak üye ülkelerin Orta Asya güvenliği ile ilgili sorunlarına eğilme amacını taşımaktadır; başlıca tehditler olarak terörizm, ayrılıkçılık ve aşırılıkçılığı gösterir. Taşkent'te yapılan ŞİÖ 16-17 Haziran 2004 zirvesinde, Bölgesel Antiterörizm Yapısı (RATS) kuruldu. 21 Nisan 2006'da, ŞİÖ antiterörizm kapsamı altında uluslararası uyuşturucu suçlarıyla mücadele etme planını açıkladı.[7]
ŞİÖ genel sekreteri Grigory Logninov Nisan 2006'da ŞİÖ'nün askeri bir blok olma niyetinin bulunmadığını açıkladı; bununla birlikte "terör, aşırılıkçılık, ayrılıkçılık" tehdidinin artışının kapsamlı bir askeri müdahaleyi zorunlu kıldığını da belirtti.[8]
ŞİÖ birkaç defa ortak askeri tatbikat düzenlemiştir. İlki 2003 yılında tatbikatın ilk aşaması Kazakistan'da, ikinci aşaması ise Çin'de gerçekleştirildi.[9]
Daha büyük kapsamlı olan Çin-Rus ortak Peace Mission 2005 tatbikatı ise, 19 Ağustos 2005'te ŞİÖ çerçevesi dışında düzenlendi.[10] Tatbikatların başarıyla tamamlanmasının ardından Rus yetkililer bu tür tatbikatlara gelecekte Hindistan'ın da katılacağı ve ŞİÖ'nün askeri bir nitelik kazanacağını dile getirmeye başlamıştır.
2006 ŞİÖ savunma bakanları toplantısında belirlendiği üzere, 2007'de Rusya'nın Ural Dağları yakınlarındaki Chelyabinsk bölgesinde ortak askeri tatbikat düzenlenmiştir. Ekim 2007'de Tacikistan başkenti Duşanbe'de güvenlik, suç ve uyuşturucu trafiği konularında kapsamlı işbirliğine gidilmesi amacıyla ŞİÖ ile Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü arasında bir anlaşma imzalanmıştır.[11]

Ekonomik İşbirliği [değiştir]

ŞİÖ'ne devletler 2003 yılında ekonomik işbirliğini genişletme amacıyla bir çerçeve anlaşması imzalamıştır. Aynı toplantıda Çin Halk Cumhuriyeti başbakanı Wen Jiabao, bölgede ticaretin geliştirilmesi için bir an önce tedbirlerin alınmasıyla birlikte, ŞİÖ'de uzun vadede bir serbest ticaret bölgesi oluşturulması hedeflenmesini önerdi. Ardından bir yıl sonra 23 Eylül 2004'te 100 maddelik bir plan imzalanmıştır.[12]
25 Ekim 2005, ŞİÖ Moskova zirvesinde, ŞİÖ'nün ortak enerji projelerine öncelik tanıyacağı açıklanmış, özellikle de petrol ve gaz sektörüyle ve su kaynaklarının ortak kullanımı üzerinde durulacağı belirtilmiştir. Ortak projelerin finansmanı için bir ŞİÖ Interbank'ının kurulması kabul edilmiştir. ŞİÖ İnterbank kurumunun ilk toplantısı Şubat 2006'da Pekin'de yapıldı.[13][14] 30 Kasım 2006'da, Almatı'da düzenlenen ŞİÖ konferansında Rus Dışişleri bakanı ŞİÖ'nün bir "Enerji Kulübü" kurulması konusunda planlar yaptığını belirtmiştir.[15]. Bu kulüp ihtiyacı Kasım 2007 ŞİÖ zirvesinde yinelenmiş, ancak diğer üyeler tarafından pek ilgi görmemiştir.[16]

Kültürel İşbirliği [değiştir]

Kültürel işbirliği de ŞİÖ çerçevesine dahil edilmiştir. 12 Nisan 2002'de Pekin'de ŞİÖ kültür bakanları buluşması düzenlenmiş, sürekli kültürel işbirliği konusunda ortak bildiri imzalanmıştır. Kültür bakanlarının üçüncü buluşması 27-28 Nisan 2006'da Taşkent'te düzenlenmiştir.[17][18] İlk defa 2005 Astana zirvesi sırasında bir ŞİÖ Sanat Festivali ve bir sergi düzenlenmiştir. Kazakistan aynı zamanda 2008 yılında bir halk dansları festivali düzenlenmesini önermiştir.[19]

Referanslar [değiştir]

  1. ^ Türkiye doğunun NATO'suna da ortak oldu
  2. ^ Mark Burles, Chinese Policy Toward Russia and the Central Asian Republics, Rand Corporation, 1999, sayfa 5.
  3. ^ Burles, a.g.e, s. 34
  4. ^ Ahmet İnsel, Rusya'dan Çin'e bir örgüt, Radikal2, 12/08/2007 http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7341
  5. ^ http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=230242&tarih=18/08/2007
  6. ^ [1]
  7. ^ SCO to intensify fight against cross-border drug crimes Xinhua.net
  8. ^ SCO gets ready for joint military exercise World Student Press Agency
  9. ^ SCO to stage joint anti-terror military exercise in 2007 Xinhua.net
  10. ^ Enrico Fels, Assessing Eurasia's Powerhouse. An Inquiry into the Nature of the Shanghai Cooperation Organisation, Winkler Verlag: Bochum, 2009, sayfa 73.
  11. ^ Security alliances led by Russia, China link up Daily Times
  12. ^ Joint Communique of the Council of the Governmental Heads (Prime Ministers) of Shanghai Cooperation Organization Member States University of Hawaii
  13. ^ Shanghai Cooperation Organization Eyes Economic, Security Cooperation The Jamestown Foundation
  14. ^ SCO Ministers of Foreign Economic Activity and Trade to meet in Tashkent National Bank of Uzbekistan
  15. ^ Russia's Foreign Ministry develops concept of SCO energy club Gazeta.kz
  16. ^ Russia Urges Formation of Central Asian Energy Club Eurasianet
  17. ^ Culture Ministers of SCO Member States Meet in Beijing People's Daily
  18. ^ SCO Culture Ministers to Meet in Tashkent Gazeta.kz
  19. ^ Kazakhstan Backs Promotion of SCO Cultural Ties Embassy of Kazakhstan in India
[http://haber.bazsikayet.com/sanghay-isbirligi-orgutu.html

Meşhur Bilderberg toplantısına bu yıl hangi Türkler katılıyor

  Dışarıya tamamen kapalı bu kulüp, komplo teorisyenlerinin de sıkça beslendiği bir yer olma özelliğini taşıyor. Bu yıl, organizasyona 23 ül...