7 Temmuz 2013 Pazar

KAYNAŞTIRMA EĞİTİMİ

KAYNAŞTIRMA EĞİTİMİ

Himmet YÜCELDİ
İl Eğitim Denetmeni

Bu yazımda; Kaynaştırma eğitimine tabi olan bireylerin yasal hakları ile daha ziyade, mevcut uygulamalardan ve sonuçlarından bahsedeceğim.
Gelişmiş eğitim anlayışında; engelli bireylerin ayrı ortamlarında tecrit edilmesi yerine, engelli olmayan yaşıtlarıyla aynı eğitim ortamını paylaşması fikri 1960‘lı yıllardan günümüze kadar kuvvetlenerek kabul görmüş ve en ideal boyuta ulaşmıştır.
Denetim ve rehberlik görevini ifa eden birisi olarak, okullarımızda ki normallerine göre özellikli öğrencilere çok daha fazla ilgi duymuşumdur.Bu ilgi belki de özellikli olduklarındandır. Bu ilgi, benim hayatımın her anında var olan empatik düşüncenin, yani her zaman onun yerinde olma ihtimalinin olduğu gerçeğinin hiç aklımdan çıkmamasının bir ürünüdür.
Akranlarına göre farklı özellikleri olan bireylerden bahsederken; sadece öğrenme güçlüğü çekenler, özel eğitime ihtiyacı olanlar, zekâ seviyesi düşük olanlar değil, aynı zamanda üstün zekâlılar, dâhiler de bu gruba dahildir. Ancak, benim ağırlıkla üzerinde duracağım grup; dâhiler, üstün zekâlılar değil, tam aksi olan gruplardan; öğrenme güçlüğü çekenler, özel eğitime ihtiyacı olanlar, IQ seviyesi düşük bireyler olacaktır. Sebebi ise üstün zekâlıların, dâhilerin diğer özel öğrenciler gibi dışlanma yada kaynaştırma gibi bir sıkıntılarının olmamasındandır.
Ülkemiz eğitim sisteminde özel eğitime ihtiyacı olan bireylerle ilgili yasal mevzuata bir göz atalım. Bir defa öğrenim çağına gelmiş her vatandaşın eğitim alma hakkının Anayasanın 42. maddesinde güvence altına alındığını herkes bilir. Bu güvence; Anayasanın ilgili maddesi temel alınarak alt mevzuatlarla desteklenmiştir. Mevzuat açısından baktığımızda; belki de birçok ülkenin çok çok ilerisinde özel eğitim ihtiyacı olan bireylerimiz için düzenlemeler yapılmıştır. Amaçları da güzeldir. Ciddi anlamda mali destek sağlanarak, özel sektöre de imkân tanınmıştır. Eğitimde fırsat eşitliği konusunda önemli mesafe kat edilmiştir. Yani mevzuatın uygulanması açısından teknik bazı sorunlar dışında, çok fazla sıkıntı yoktur. Bakanlığımızın ilgili birimlerinde de bu bireylerin eğitilmesi yönünde yeterli anlayış hâkimdir.
Peki, sıkıntı nerede? Sıkıntının kaynağı; yeterli mevzuata, özellikli öğrencilere gerekli eğitimin verilmesi konusunda yapısal değişikliklere gidilmesine rağmen, taraflar olarak, toplum olarak, bakış açımızda ki engellerin kaldırılması noktasında çok fazla bir değişiklik olmaması.
Öncelikle bahsettiğim gruptaki öğrencilerin hayata başlamada ki meşakkatli serüvenlerine bir bakalım. Bu bireylerin anormallikleri, ilk olarak ebeveynler tarafından fark edilmesi ile başlar. Birey fiziksel anlamda gelişme gösterir. Yaşamı boyunca nelerle karışılacağından habersiz olarak büyür. Farkında olan anne baba ise, toplumsal dışlanma baskısı ile reddetme, kabullenmeme ile başlayan direnişi, gerçek ile yüz yüze kalınca çaresizlikten kabullenme ve dolayısıyla sessiz sedasız çözüm yolları aramasıyla devam eder. Aile kendi çapında çare arayışlarına paralel olarak, var olan durumu gizlemeye devam eder, pansuman çözümler dışında, gerçek çözümü üretemeden okul çağı gelir. Çoğunlukla veli, var olan vaka hakkında okulu, öğretmeni bilgilendirmez ve bu konuda ketum kalır. Okulda durum öğretmeni tarafından fark edilince, veli ile görüşme talebi gelir. Bireydeki gözlemlerin veli ile paylaşılması sırasında, bildiği ve gizlediği durum hakkında bile, hiç haberi yokmuş gibi davranarak’ ’normal bir çocuktu ne oldu buna, benim çocuğumda bir şey yok’’söylemiyle, veli sert tepki gösterir. Okul yönetimi, rehberlik servisi ve öğretmenin zorlu ikna çabası ile RAM’a yönlendirilir. Çocuğun durumu tespit edilerek tanılaması yapılır. Buraya kadar olan meşakkatli yolculuk devede tüy misali bir şeydir. Asıl sıkıntı bundan sonra başlayacaktır.
Bireye RAM ‘’kaynaştırma eğitimi’’ önermiştir.
’’Kaynaştırma’’kelime olarak ne anlama geldiği, sokakta ki insana sorulsa, alınacak cevap yüksek oranda isabetli olacaktır. Çünkü anlamı çok karmaşık, bilinmeyecek bir kelime değildir. En basit tabiri ile konumuz açısından bakıldığında; bulunduğu ortamla hem hal olma, aykırı düşmeme, uyum sağlama vs. anlamına gelir. Aklıma güzel bir örnek geldi. Anadolu da; iyi pişmemiş yemekler için ’’suyu ayrı tanesi ayrı’’tabiri kullanırlar. Bu tam olarak anlatır mı bilemem ama aksi düşünüldüğü zaman iyi pişen bir yemekte su ile tanelerin bir biri kaynaştığını, yemeğin kıvamlı olduğunu görür, tadına bakmadan lezzetli olduğunu hissederiz. Verdiğim örnek anlattığım konu ile direk ilgili olmasa da benim anlatmaya çalıştığım konunun izahına yardımcı olacaktır. Bahse konu olan öğrencilerimizin sınıfta, bulundukları ortamdaki pozisyonlarının ne olması gerektiği hakkında az da olsa bir bilgi vermiştir.
İşimiz gereği rehberlik ve denetimler için okullarımıza sıklıkla uğruyoruz. Kaynaştırma öğrencileri ile karşılaşıyoruz.
Hepimizce malumdur ki;bu sınıflara öğrencilerin dahil edilmesi de ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Hiç bir yasal ve insani gerekçesi olmamasına rağmen, özelliği olan öğrencilerin sınıfa kabulünde yüzler buruşuk olur. Gönülsüz kabul edilen öğrencinin en can alıcı hayatının sıkıntılı olan süreci başlamıştır. Normal olmayan öğrencinin sınıftaki normal olmayan ilk davranışına ilk tepkiler, doğal olarak yaşı gereği bilinçli olmayan, henüz empati kuramayan akranlarının gülüşmeleri ya da aşağılamaları ile başlar. Öğretmenimde hemen isabetli teşhisi koyarak, akranları tarafından gösterilen bu davranışların önüne geçemez, gerekli neşteri zamanında vuramaz ise, farkında olmadan bu davranışları pekiştirirse, kaynaştırma yerine ayrıştırma yapılmaya başlanmış, yanlış ve çıkmaz bir yola girilmiş olur.
Bu ilk tepkilere karşı sınıfın etkili ve yetkili kişisi, aynı zamanda pedagojik olarak işinin uzmanı olan öğretmenimiz tarafından yapılması gerekenlerin başında, normal olmayan bu bireyin sınıfa geliş amacını çok iyi algılanması gerekir.
Başka bir deyişle temel amacın; özel eğitime ihtiyacı olan bireylere sınıfında yapacağı etkinliklerle ile vereceği eğitim sonucunda, bireyin içinde yaşadığı toplumun bir üyesi haline getirilmesi ve kabul görmesinin sağlanacağını çok iyi bilmesi gerekir.
Zorlu ama sonunda keyif veren bir eğitim sürecinde; bu bireyi olumlu ya da olumsuz etkileme pozisyonunda ki her unsurla(sınıf arkadaşları ile diğer öğretmenlerle, diğer sınıf öğrencileri ve hatta diğer öğrenci velileri ile)desteklerini ve yardımlarını almak adına, konuyu paylaşması gerekir. Bunların tam desteği ile yola çıkarsa, sorunlu olarak sınıfına gelen birey, belki de sınıfın, öğretmenin ve okulun huzur kaynağı olacaktır.
Çünkü ‘’kaynaştırma’’sözcüğünün anlamına ve amacına uygun, engelli bireylerin engeli olmayan bireylerle eğitsel ve sosyal olarak bütünleşmesini sağlama işlemi gerçekleşmiş olacaktır.
Eğer; başlangıçta temel amaca aykırı olarak, yanlış mantık anlayışı ile ayağına engel, sınıfının düzeni bozan birey olarak görülürse, kaynaştırma yerine ayrıştırmaya hizmet edecek adımlar atmaya başlanırsa sonuç taraflar açısından hüsranla biter. Bu adımların ilk belirtilerinin de, sınıfa adım atan bireyi; ya en ön sıralarda bir yere tek başına ya da en arka sıralarda sınıfın en yaramaz öğrencisi ile birlikte oturtulması, ya da belirlenmiş bir yerinin olmaması sonucu çocuğun kontrolsüz bir şekilde istediği yere oturması şeklinde tezahür eder.
Uygulamalarda karşılaştığımız bazı hususları ise şöyledir.
Ciddi şekilde hazırlanması ve uygulanması gerekirken uygulanmayan BEP planının yanında, bu birey ile ilgili olarak öğretmenin‘’fırsat buldukça ilgileniyorum’’ demek suretiyle, bu öğrenciye yasaların vermiş olduğu eğitim hakkının gereği olan zamanın ayrılmadığı, mevzuata aykırı davranıldığı, ayrılacak zamanın ‘’kayıp zaman’’ anlayışının hakim olduğu, hatta diğer öğrencilerin hakkının gasp edilmesi olarak görüldüğü gibi yanlışların olduğu da acı bir gerçektir. Ayrıca; çoğunlukla öğretmenlerimizin, ‘’özel öğrencilerle ilgili eğitim konusunda yeterli bilgi sahibi olmadığı’’ söylemi de sıklıkla rastladığımız, işin vahim bir yönünü göstermektedir.
Sınıf ziyaretlerinde; öğretmenimizden sınıfı ile ilgili bilgi istendiğinde; genellikle, en önce bu öğrenciden bahsetmesi, onun olumsuz özelliklerinden bahsederek, sınıfın düzeninin nasıl bozduğunu, işlerini nasıl aksattığını anlatması buna verilecek en güzel örneklerden birisidir. Bu davranışından bakış açısının ne durumda olduğunun anlamak çok da zor olmasa gerekir.
Böyle bir anlayışın sonucunda; akranları ile eğitsel ve sosyal anlamda kaynaştırmak amacıyla sınıfa dahil edilen bu birey, yanlış uygulamalar sonucunda, sınıfın en çekilmez, en can sıkıcı, iyi giden işleri engelleyen, hatta fazlaca abartı olacak ama sınıf başarısının önündeki engel olarak görülmeye başlanan kişi haline gelmiş olur.
Öğretmenlerimizden beklenen salt akademik başarı değildir. Akranları ile oyun oynama, teneffüsten zamanında sınıfa gelme, söz alarak konuşma, okulunu ve sınıfını sahiplenme vs. davranışların kazanımı beklenmektedir. En önemlisi ise diğer öğrencilerin, okul ve sınıf aktivitelerinde bu bireyle beraber olmak istemeleri, dışlamamaları, kısacası kabullenmeleridir.
Öğretmenliğim ilk yıllarında yaklaşık 10-15 yıl önce yaşamış olduğum bir durumdan bahsedeceğim. Henüz kaynaştırma eğitimi, özel eğitim, destek eğitimi vs. eğitim biliminin ulaştığı modern kavramların çok kullanılmadığı ya da bizim duymadığımız bir zamanda 4.sınıf okutuyorum.
Bir öğrenci annesi ile birlikte, pusulayla sınıfıma geldi. Veli ve öğrencinin giyiminden orta halli bir aile, öğrencinin normal olmayan davranışlarından da bir sıkıntının olduğu net bir şekilde anlaşılmaktaydı. Veli fazla bilgi de vermedi. Kısa bir tanışmanın ardından çocuğunu bırakıp gitti. Gittiği andan itibaren, Emre özellikli durumunu ortaya koymaya başladı. Bu davranışlardan bazıları; arkadaşlarının defterlerini alıp yere atmak, saçlarını çekmek, sınıftan izinsiz çıkıp diğer sınıfların kapısını açarak rahatsız etmek, teneffüste arkadaşlarının yiyeceklerini alarak ısırıp geri vermek, kantinden izinsiz yiyecek almak gibi, belki onlarca davranış saymak mümkün. Bu süreçte velisini okula davet ettim. Bilgi amaçlı, görüşmek istedim. Görüşmem mümkün olmadı. Âdeta veli çocuğunu terk etmişti.
Yaklaşık bir hafta, on gün gibi bir zaman geçmişti. Bu süreçte Emre’yi gözlemledim. Şimdi ki tabir ile özel eğitime ihtiyacı olan bir çocuktu. Gözlemlerim sonucu kendime göre yapılabileceklerimi belirledim. Akademik bir gelişmenin Emre’den beklenemeyeceği, ancak çok önemli ve öncelikle sınıf ve okul kurallarının, devamında ise toplum kurallarının kavratılmasının en öncelikli faaliyetler olacağını anladım. Tespitlerimi ve yol haritamı; okulda bulunan tüm tarafların (bütün öğrencileri, öğretmenleri, kantinciyi, yrd. personelleri, okul yönetimini) bilgilendirdim. Bu bilgilendirme de Emre’nin yerinde; bizim çocuğumuz, kardeşimiz, yakınımız olabileceğini vurgu yapmam çok etkileyici oldu. Bu kişilerin, özellikle kendi sınıf öğrencilerimin çok ama çok yardımlarını aldım. Detayına girmek ve uzatmak istemiyorum. Öyleki; Emre okulun iyilik maskotu haline gelmişti. Emre ile ilgilenmek, ilgilenen kişiye ayrıcalık katmaya başlamıştı. Herkes ama herkes Emre’ye o kadar hassasiyetle davranıyorlar ki, kelimelerle anlatılamaz. Yaklaşık 3 ay sonra sınıfımın kapısı çalındı. Bir kadın içeri geldi. Emre verdiğim etkinlikten dolayı meşguldü. Ancak kapıdan giren kadını görünce ‘’anne’’ diye bağırarak yanına koştuğu zaman anladım ki gelen bu kadın Emre’nin annesi. Üç aydır çağırmama rağmen gelmeyen kadın sınıfa gelmişti. Bir defa gördüğüm kadını unutmuştum. Hiç bir şey söyleyemeden ağlamaya başladı. Diğer öğrencilerimde bu duruma çok şaşırdı. Kendisini toparladıktan sonra; ‘’Hocam size teşekkür etmeye geldim. Emre akşam eve gelince okulda olanları tek tek anlatıyor. Eve verdiğin ödevlerini büyük bir keyifle yapıyor. Daha sonra çantasını düzenliyor. Sabah erkenden kaldırmam için bana tembihte bulunuyor, daha neler anlatayım’’ dedikten sonra en önemlisi de ‘’hocam, benim çocuğuma geldiği okulda deli damgasını vurmuşlardı.’’ Deli Emre’’ diye çağırıyorlardı. Kimsenin yüzüne bakamıyordum. Siz çocuğumun deli olmadığını ispatladınız’ ’dedi. Okulumuzda ki herkesin, Emre’ye karşı kollektif olarak gösterdiği hassasiyetin en büyük ödülünü almıştık. Sınıf öğrencilerimin huzurunda olan bu olay, güzel bir hatıra olarak hafızamdan hiç çıkmadı. Sonuç olarak;
Özel Eğitime ihtiyacı olan bireylerin genelde toplumla, özelde akranlarıyla kaynaştırılması yerine ayrıştırılması tezatlığında ki Sorumlu Kim?;
Gerçekte, Yüce Allah’ın yaratırken, kuluna seçenek sunmadan kendi ilahi kudreti ile yarattığı bu çocuklar mı, yoksa onların yerinde olabilirdim, ya da onlar gibi yakınlarım, çocuklarım olabilirdi anlayışına sahip olmayan bizler mi? Cevabı çok rahat verilecek bir soru. Tabii ki bizleriz.
O halde bu cevaptan sonra ilgili ilgisiz hepimiz; kafamızı iki elimizin arasına alarak tekrar muhasebe yapalım. İnanıyorum ki sonuç çok daha güzel olacaktır.
Bu çocukların ailelerinin yaşamlarının da ne denli zor geçtiği, ayrıca yürek yakan bir konudur. Ailelerin yaşam öykülerinin ise ayrıca ele alınması gereken bir husus olduğu, bu konuda detaya girmeden ‘’Çeken bilir’ ’diyelim ve nokta koyalım.
Özetle; yasalarımızın özellikli bireylere özel önem verdiği ülkemizde, doğumu ile bilinçli ya da bilinçsiz olarak sıkıntı yaşayan ebeveynlere aşağılayıcı bakan diğer aileler ile bu bireylerin eğitimi ile yasal olarak ilgilenmek zorunda olan her eğitimcinin, karşıdakinin yerinde olma ihtimalini aklından hiç çıkarmaması gerekmektedir. Sosyolojik tabiri ile empatik anlayışa sahip olunmalıdır. Kısacası özellikli bireylerin ENGELİ-SİZ ya da ENGELİ-BİZ olmayalım. Çözüme katkı sunan bireyler olmak dileğiyle.
Himmet YÜCELDİ
İl Eğitim Denetmeni
Karabük Eğitim Denetmenleri Bşk.Yrd.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Meşhur Bilderberg toplantısına bu yıl hangi Türkler katılıyor

  Dışarıya tamamen kapalı bu kulüp, komplo teorisyenlerinin de sıkça beslendiği bir yer olma özelliğini taşıyor. Bu yıl, organizasyona 23 ül...