16 Ekim 2014 Perşembe

İnternet Tükeniyor! Ama Neyse ki Yenisi Hazır

Bundan 30 yıl kadar önce, internet kav-
ramı henüz yeni yeni şekillenmeye
başlamışken internet üzerindeki kaynak-
ların adreslenmesi üzerine bir çalışma ya-
pılması gerekiyordu. Bu çalışmaların so-
nucu olarak 1981 yılında bugün hâlâ kul-
lanımda olan IPv4 protokolü ortaya çıktı.
IPv4, yerel ağ ve internet üzerinde yer alan
her türlü aygıtın varlığını belli etmek ve
diğer kaynaklarla iletişim kurmasını sağ-
lamak üzere bir IP (Internet Protocol– İn-
ternet Protokolü) adresine sahip olması-
nı öngören ve yaygın kullanıma girmiş ilk
düzenleyici protokoldü.
Fakat internetin özellikle 1990’lardan
sonra büyük bir hızla yaygınlaşması, farklı
bir problemi gündeme getirdi: IPv4 ile sağ-
lanan adres çeşitliliği bu genişlemeyi uzun
süre taşıyabilecek şekilde tasarlanmamıştı.
IPv4 toplamda 32 bit, yani yaklaşık 4 mil-
yar farklı IP adresine izin veriyordu. Bu
1981 yılı perspektifinden bakıldığında ula-
şılması güç bir rakam olarak değerlendi-
rilmiş olsa gerek. Ancak internete bağla-
nan kişi sayısının artması, internet siteleri-
nin çeşitlenmesi, internete sürekli bağlı ay-
gıt kavramının ortaya çıkması ve mobil in-
ternet erişiminin yaygınlaşması, bu mik-
tarın öngörülenden çok daha hızlı tüken-
mesine neden oldu. Neticede IANA (Inter-
net Assigned Numbers Authority- İnternet
Atanmış Numaralar Otoritesi), Ocak 2011
itibariyle IPv4 adres bloğunun % 97’sinin
tükendiğini ve elinde sadece 120 milyon ci-
varında adres kaldığını açıkladı.
Adres darlığı sorunu
nasıl çözülecek?
Neyse ki mevcut IPv4 adreslerinin tü-
kenmesi, internetin de tükendiği anlamı-
na gelmiyor. 1990’ların başından itibaren
IPv4’ün mevcut şekliyle ağ üzerindeki kul-
lanılabilir adres sayısını genişletemeyece-
ğini gören araştırmacılar, IPv6 adını ver-
dikleri yeni bir standart geliştirmeye ko-
yuldular. 2000’li yılların başından itiba-
ren hazır hale gelen bu yeni standart za-
manla işletim sistemleri, ağ altyapıları ve
ağa bağlanan aygıtlar üzerinde yaygınlaşmaya başladı.
IPv6 ile gelen büyük yeniliklerin başın-
da genişletilmiş adres aralığı geliyor. IPv4
32 bit adres aralığına sahipken, IPv6 128
bit, yani 2
128
adet bağımsız adres atayabilme özelliğine sahip. Bu hayli büyük bir ra-
kam (340.282.366.920.938.463.463.374.60
7.431.770.000.000 adet). Bunun yeterlili-
ğiyle ilgili şöyle bir örnek veriliyor: Bu ye-
ni adresleme sistemiyle dünyada yaşayan
her bir kişiye yaklaşık 50 oktilyon (50.00
0.000.000.000.000.000.000.000.000 adet)
farklı IP adresi atamak mümkün. Diğer bir
deyişle yeni adresleme sisteminin, en azın-
dan kapasite olarak bakıldığında zamanın
aşındırıcı etkisine karşı bir hayli dirençli
olduğu görülüyor.
Tabii IPv6’nın getirecekleri sadece ad-
res genişlemesi sorununu çözmekten iba-
ret değil. Örneğin IPv4 protokolünün ad-
res darlığı sorununu hafifletmek için ara
çözüm olarak geliştirilen ve ev ağınıza
bağlı tüm aygıtların tek bir IP adresi üze-
rinden internete çıkmasını sağlayan NAT(
Network Address Translation
- Ağ Adresi
Çözümleme) gibi teknolojiler de IPv6 ile
birlikte gereksiz hale gelecek. Bunun yanı
sıra IPv6, güvenlik ve birlikte çalışabilirlik
gibi konuları iyileştirmek üzere de bir ta-
kım yenilikler içeriyor.
IPv4 adresleri
bitince ne olacak?
Dünya IPv4 adreslerinin bu hızla gider-
se kısa zamanda tükeneceğinin uzun za-
mandır farkındaydı, ancak bu konuyla ilgi-
li somut adımlar ve IPv6 destekli altyapıla-
rın yaygınlaştırılmasına dair çabalar ancak
2008 yılından sonra hızlanmaya başladı. Şu
an Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın
hemen her yerinde ağ altyapılarını IPv6
standardına uyumlu hale getirmek üze-
re çalışmalar devam ediyor. Fakat bu çalış-
maların her yerde aynı hızda devam ettiği-
ni söylemek mümkün değil. Ayrıca mevcut
işletim sistemlerinin hemen hemen hepsi
IPv6 protokolünü desteklemekle birlikte,
kullanımda olan çoğu ağ cihazı henüz bu
protokolü desteklemiyor. Bu da IPv6’nın
IPv4’ün yerini almasını değil, onunla para-
lel olarak uygulanmasını gerektiriyor.
Şimdi gelelim asıl soruya: IANA, elim-
deki adresler 8-9 aya kadar tükenecek, di-
ye bir açıklama yaptı. Peki IPv4 adresleri
bitince ne olacak? Öncelikle 2012 yılından
itibaren sadece IPv6 protokolü üzerinden
erişilebilen bir takım aygıtların ve servis-
lerin piyasaya çıktığını göreceğiz. Eğer sa-
dece IPv4 protokolü kullanan bir aygıt ve-
ya ağ üzerinde kalırsanız, altyapınız veya
aygıtlarınız yenilenene kadar bu yeni ser-
vislere erişebilmek için özel ağ geçidi hiz-
metlerini kullanmanız gerekecek

13 Ekim 2014 Pazartesi

Mutfağınız eczaneniz olsun

Mutfağınız eczaneniz olsun

Sağlık deposu olarak adlandırılan meyve, sebze, süt ürünleri veya balığın hangi önemli maddeleri içerdiklerini biliyor musunuz?

En çok kış aylarında ihtiyaç duyarız besin değeri yüksek olan gıdalara. Grip virüsleri, zorlu hava koşulları bedenimizin savunmasız kalmasına neden olur. Rutin kış hastalıklarına yakalanmamak ve vücudunuzun direncini artırmak için mutfağınızdaki cevherlerden yararlanın.

Meyveler:

Elma
Ona kısaca meyvelerin sağlık pınarı veya meyvelerin kraliçesi diyebiliriz. Günde 1 – 2 elma yemek sağlık açısından oldukça yararlı.
Besin değeri: Bol miktarda C vitamini ve potasyumun yanı sıra elmada daha birçok yararlı besin değeri bulunuyor. Bunların başında organik asitler, eterik yağlar ve petkin geliyor. Petkin vücudu toksinlerden arındırır, kolesterolü düşürür ve şekeri dengede tutar. İçerdiği maddeler bakterilerin vücudunuzu etkilemesini önler.
Önerimiz: Elmayı daima kabuğuyla yiyin. Çünkü vitamin ve değerli maddeler kabuğun altındaki kısımda bulunuyor.


Portakal
Portakal için 'tanrıların armağanı' denir. Bu iddianın gerçeklik payı çok büyük. Çünkü yüksek miktarda beta karoten ve C vitamini içeren portakal, enfeksiyonlara karşı mükemmel bir koruma sağlıyor. Ayrıca portakalın beyaz etinde ve kabuğunun altında kanser ve kalp krizi riskini azaltan maddeler bulunuyor.
Besin değeri: C vitamini ve selenyum açısından çok zengin olan portakal, stres ve ateşli hastalıklara iyi geliyor.
Önerimiz: Sıvıyağ veya margarin sürülmüş ekmek eşliğinde tüketin. Böylece vitaminin vücut tarafından alımı kolaylaşır.


Üzüm
İster meyvesini tüketin ister suyunu, üzüm daima sağlık açısından yararlı ve bol bol tüketilmesi gereken bir meyve.
Besin değeri: Potasyum, demir ve bol miktarda magnezyum içerir. Bu maddeler fiziksel ve ruhsal açıdan enerji verir.
Önerimiz: Üzümleri sıcak suyla iyice yıkayın. Ancak bu şekilde üzerine yapışan tarım ilaçlarından arındırabilirsiniz


Mango
Sarı ve turuncu arasında değişen bu hoş kokulu meyvenin tadına en çok olgunken varabilirsiniz. Mümkün olduğunca çiğ olarak tüketin.
Besin değeri: C vitamini, Provitamin A ve B vitamininin tüm türlerini içerir. B vitaminleri sinirler, cilt ve saçlar için çok yararlıdır.
Önerimiz: Buzdolabında saklamayın. Oda sıcaklığında olgunlaşmasını bekleyin.

Limon
Limon asidi yönünden zengin olan bu meyve, hazmı kolaylaştırır. Olgunlaşmış limonun suyu ise kalbi güçlendirir.
Besin değeri:C vitamini, magnezyum ve bakır içerir. Soğukalgınlığı ve strese karşı birebirdir.
Önerimiz: C vitamini oranı daha yüksek olduğundan iyice sararmış olan limonları almayı tercih edin.

Sebzeler:

Brokoli
Kansere iyi geldiği bilinen 10 sebze türü arasında birinci sırada brokoli bulunuyor. Bolca potasyum ve az miktarda sodyum içerdiğinden kalp ve böbrek hastalıklarına da iyi geliyor.
Besin değeri: Potasyum, demir, karoten ve kalsiyum içerir. Kemikleri ve bağışıklık sistemini güçlendirir.
Önerimiz: Sapları ile birlikte tüketin. Saplarında bağışıklık sistemini güçlendiren selenyum bulunuyor.


Domates
Kalorisi düşüktür. Vücudun fazla suyu atmasını sağlar ve tansiyonu düşürür. Uzmanlar, romatizmadan şikayetçi olanlara günde bir bardak domates suyu içmelerini tavsiye ediyor.
Besin değeri: Domateste anti oksidan etkisi gösteren A, C ve E vitamini bulunuyor. Strese iyi geldiği biliniyor. Ayrıca bol miktarda vitamin içerdiğinden kanseri önlediği de öne sürülüyor.
Önerimiz: Domatesle aynı oranda besin değerine sahip olduğundan bol miktarda ketçap da tüketebilirsiniz.


Enginar
İster haşlanmış olarak ister soslu veya sossuz; damak zevkine düşkün olanların ilacı enginar her türlü yenebiliyor. İçerdiği en önemli madde olan Cynara scolymus dalağın ve metabolizmanın daha iyi çalışmasını sağlıyor. Ayrıca enginar kolesterolü de düşürüyor.
Besin değeri: Cynara scolymus ve beta karoten. Romatizma, gut, obezite, yüksek kolesterol ve mide asidi gibi metabolizma rahatsızlıklarında olumlu etkileri var. Ayrıca mideyi de rahatlatıyor.
Önerimiz: Mideniz yağ hazmetmekte zorlanıyorsa, enginar yemeyi deneyin.

Kırmızı pancar Alternatif tıbba bakılacak olursa, kırmızı pancar mucizeler yaratıyor. Özellikle kırmızı pancar suyunun kansere karşı bire bir olduğu ileri sürülüyor. Bunun nedeni ise, vucüdu kanserden koruyan önemli maddeler içermesi.
Besin değeri: Folik asit, potasyum, mangan ve magnezyum. Ayrıca içeriğindeki demir ve bakır, kan yapımını destekliyor. Özellikle doğurganlık çağında bulunan kadınlar için önemli. Çünkü bu çağlarda folik asit eksikliği görülebiliyor.
Önerimiz: Besin değerini yitirmemesi için taze olarak tüketin.


Sarmısak
Yararlı asitlerin üretilmesini destekleyen sarmısağın faydalarını saymakla bitiremeyen Amerikalı uzmanlar, ona "mucizevi ilaç" ismini vermişler.
Besin değeri: Eterik bir asit olan alisin ve selenyum. Kan dolaşımını destekler ve dezenfekte edici özelliği vardır.
Önerimiz: Sarmısağı çok fazla pişirmeyin. Hafif sarı bir renge dönüşmesi uygundur. Aksi halde acı bir tat alır.

Baharatlar:



Zencefil
Hindistan ve Çin’de uzun süredir tedavi amaçlı kullanılıyor.
Besin değeri: Eterik yağlar içeriyor. Mide bulantısı ve özellikle hazımsızlık sorunlarına iyi geliyor.
Önerimiz: Zayıflatıcı özelliği vardır. Taze zencefili dilimleyip sıcak suda 7 dakika demlenmesini sağlayın. Ardından çay olarak tüketin.

Tarçın
Tarihe mal olmuş güzel kadınların aşk iksiri arasında mutlaka tarçın yer alırdı. Bu kadınlardan biri de Kleopatra. Anason, karabiber ve Hintcevizinin yanı sıra tarçın kullanmayı da ihmal etmezdi.
Besin değeri: Eterik yağlar. İştahsızlık, mide, karın ağrıları ve hazımsızlığa karşı iyi geldiği biliniyor.
Önerimiz: Ruh halini olumlu etkilediğinden kadınlara regl döneminden bir hafta önce tarçın tüketmeleri tavsiye ediliyor. Örneğin yulaf ezmesini tarçınla tüketebilirsiniz

Balık:

Somon balığı
Ne yazık ki günümüzde tatlı suda doğup sonra denizde yaşayan ve üremek için tekrar tatlı suya dönen yabani somon balığı bulunmuyor. Bunun yerine suni olarak üretilen somon balığı sunuluyor.
Besin değeri: D, B6 ve B12 vitamini, iyot ve potasyum içeriyor. Somon balığı bol miktarda yağ içerdiği halde, yüksek orandaki Omega 3 yağ asidi kanı sulandırıyor.
Önerimiz: Haftada 1 – 2 kez balık yiyin.

Yağ:

Zeytinyağı
Asırlardır bir sağlık kaynağı olarak kabul gören saf zeytinyağının kalp krizi riskini azalttığı ve kanseri önlediği biliniyor.
Besin değeri: Basit doymamış yağ asitleri ve bitkisel maddeler. Kolesterolü düşürür ve damar tıkanıklığına karşı korur.
Önerimiz: Sızma zeytinyağı vücut tarafından daha iyi değerlendirilir ve kan dolaşımını kolaylaştırır. Bundan dolayı sızma zeytinyağı tüketmeyi tercih edin.

Süt ürünleri:

Yoğurt
Kolay hazmedilir ve kalorisi düşüktür. 100 gr yoğurtta yüzde 1,5 yağ ve 44 kalori bulunuyor. Süt asidi, özellikle albümin hazmını kolaylaştırıyor.
Besin değeri: Albümin, kalsiyum ve A vitamini.Yoğurt bileşimi sayesinde hazmı destekliyor ve dengeliyor.
Önerimiz: Süt asidi bakterileri eklenmiş yoğurt türlerini her gün tüketmek bağırsakları güçlendirir.

Çerez:

Badem
Kadınlara özgü bir çerez olarak tanımlanıyor. Bunun nedeni ise; bademin hamileler için bir güç kaynağı olması ve kadınlara has bel ağrılarına çok iyi gelmesi. Bademin aynı zamanda cildi güzelleştirici etkisi de bulunuyor.
Besin değeri: E, B2 vitamini, magnezyum, kalsiyum ve mangan. Beden ve zihin yorgunluğunu gideriyor.
Önerimiz: Akşamdan bir bardak süte 5 adet badem atıp sabaha kadar bekletin. Sabah bademi tüketin. Mutlaka çok iyi çiğneyin. Aksi halde hazmedilmeden vücuttan tekrar atılır.

Kabak çekirdeği
Kabak çekirdeğini kavrulmuş veya kavrulmamış olarak temin edebilirsiniz. Bilimsel açıdan etkisi henüz tam olarak kanıtlanmadıysa da, kabak çekirdeği özellikle erkekler için biyolojik bir mucize olarak görülüyor.
Besin değeri: Albümin, magnezyum, çinko ve E vitamini. Prostat üzerinde olumlu etkileri olduğu gibi, aynı zamanda idrar yollarına da iyi geliyor.
Önerimiz: Cips yerine bunu çıtlatmayı deneyin.

Ya şundadır, ya bunda! Karar veremiyorum!

Ya şundadır, ya bunda! Karar veremiyorum!

Bir türlü karar veremiyor musunuz? Sürekli başkalarına danışıp sonra pişman mı olursunuz? Eş ve Aile Terapisti Lale Akat sorununuza bu yazıda yardımcı olmaya çalışıyor.

Biliyor musunuz özgürlüğün en zor tarafı karar verme zorunluluğudur. Başkalarının doğruları ile hareket etmek onların yolundan yürümek her zaman daha kolay gibi. En azından ben de herkes gibi yaptım diyebilir insan. Uyum içinde kendini bir süre daha güvencede hissedebilir. Sorumluluk taşımaya da pek gerek kalmaz. Sanırım birçok insan böyle yaşıyor. Sonra birden özel hayatımızla ilgili kritik bir durum yaşıyoruz ve karar vermek gerekiyor.
'Evet' dersem bir dolu şey geliyor başıma, 'hayır' dersem kapkara bir dünya ve boşluk mesela.


"Aslında böyle yapmamam gerek ama yapmazsam huzur bulamıyorum, müthiş bir kararsızlık - nedir bu bilmece, bu çıkmaz?"

Kendimizi yargılamak yararsız
Bir de üstüne kendimizi yargılamamız başlar. "Of, niye böyleyim, niye bilemiyorum nasıl karar vermem gerektiğini, aptal mıyım, neyim eksik?" "Başkaları nasıl karar veriyor, hiç can çekişmeden benim gibi? Niye cesaret edemiyorum", vs. vs.
Arkadaşlara, güvendiğimiz kişilere sorarız çaresiz kalınca "Sen olsan ne yapardın", ben bir türlü karar veremiyorum" şeklinde. Onlar da canı gönülden, anlatırlar, nasihatlar, örnekler verirler, kendi hayatlarından, ata sözlerinden, geçmişten, onun bunun başına gelenden.

Evet, doğru, siz de biliyorsunuzdur bunları, çok kereler düşünmüşünüzdür aynı şeyleri. Ama yine de tuhaftır içiniz - rahat değildir. Hak da verirsiniz onlara ama niye o kararı öylesine vermek doğal gelmez, kolay gelmez sizi rahatlatmaz! "Herkes için doğru olan benim için de doğru mu? Benim doğrumu bulmam için benim karar vermem gerekmez mi?"

Karar vermekten korkmayın!
Kararlarımız yaşantımızın kaçınılmaz parçaları. Sorumluluk taşıdığımız sürece verdiğimiz kararlar ile ister istemez hayatımızı belirli yollara yönlendiriyoruz.
İnsanların karar vermede karşılaştıkları en büyük sorun sonradan pişman olmamak ve yanlış bir şey yapmamak için kendilerini doğru karar vermeye zorlamaları oluyor.
İşte ben o yanlış karar kısmında durmanızı istiyorum. Kime göre yanlış olabilir kararınız? Evet bir sürü insan "Ayol çıldırdın mı?" diyebilir. Sebep, onların böyle bir karar almayacaklarıdır. Olabilir. Ama onlar siz değilsiniz. Sizin yaşamınız boyunca edindiğiniz deneyimler, sizin gereksinmeleriniz, sizi böyle bir karara itiyor olabilir. Ve bu sizin gelişiminiz için çok önemli bir yol olabilir. Diğerleri buralara gelmemiş olabilir, böylelikle sizin daha yaşamanız gereken yeni duygulara, yeni olaylara yeni deneyimlere şans vermeniz şart. Diyelim ki yanlış bir karar verdiniz. Hani o en korktuğunuz şey başınıza geldi. Bu ne ifade eder? Çok basit: Kendinizi daha yakından tanımanızı, tecrübe edinmenizi ve en önemlisi yeni sonucun, sizi yeni çözümler aramanız için zorlamasını. Evet en kötü ihtimaliniz.

Ben böyle istedim, ben sonuçlarına katlandım, ben her türlü duyguyu, aşk, sevinç, korku, umutsuzluk, acı, başarı, güven; evet hepsini yaşadım. Ben yaşadım diyebilmek!

Yanlış yapmaktan korkmayın
Sorumluluğu üstlenip, ne olursa olsun bir çözüm bulabileceğinize inanıp kendinize "Ben becerebiliyorum" diyebilme şansını verin.
Eğer karar verememe sürecinde çok bunalırsanız, en azından "Bugün karar vermeyeceğim, yarın karar vereceğim" diye karar verin!

Bir takım yeni zorluklara çözüm bulmak zorunda kalmanız, bunları mecburen çözmeniz ve başarı sağlamanız gerecek ve bu da sonuçta sizi daha güvenli ve mutlu bir insan yapacaktır.

Manevi değerler miniklere nasıl öğretilir?!

Manevi değerler miniklere nasıl öğretilir?!

Günümüzde manevi değerler gitgide daha fazla kıymetini yitiriyor. Yardımseverlik, başkalarını önemsemek, nezaket veya sorumluluk ifadeleri anlamsız kelimeler haline geldi. Peki bu durumda çocuklarımıza 'teşekkür ederim', 'birşey değil' demeyi ya da yalan söylememeyi nasıl öğreteceğiz? Kesin olan, doğru ve yanlışın ne olduğunu bilmeyen çocukların ileride zorluk çekecekleri.

Günümüzde manevi değerler gitgide daha fazla kıymetini yitiriyor. Yardımseverlik, başkalarını önemsemek, nezaket veya sorumluluk ifadeleri anlamsız kelimeler haline geldi. Peki bu durumda çocuklarımıza 'teşekkür ederim', 'birşey değil' demeyi ya da yalan söylememeyi nasıl öğreteceğiz? Kesin olan, doğru ve yanlışın ne olduğunu bilmeyen çocukların ileride zorluk çekecekleri.

Küçük Serra'nın kahvaltı tabağı bin parçaya bölünmüş halde mutfak zemininde duruyor. Anne - babası ona bunun nasıl olduğunu sorduğunda, onlara ilginç bir hikaye anlatıyor: "Yabancı bir çocuk mutfağa geldi ve tabağımı yere attı!" Ebeveynler endişeli, acaba minik kızları bir yalancı olma yolunda mı?


Çocukların bazen anne - babalarının istedikleri gibi davranmamaları, onların potansiyel birer suçlu olduklarını göstermez. Çünkü her çocuk bir değer sisteminin içinde büyümeli ve yetişkinlerin olaylara yaklaşım biçimlerinden kendi tecrübelerini edinmeli. Genelde yalan söyleyerek karşılarındaki insanın düşünce dünyasına girmeye çalışırlar ve ne yazık ki küçük çocuklar tüm insanların kendileri gibi düşündüklerini sanırlar. Yaklaşık 4 yaşından sonra diğer insanlardan farklı düşünceler geliştirirler. Uzmanlara göre; bilinç bu yaşta oluşmaya başlıyor. Bundan dolayı çocukların ilk yalanlarının bu 'roller oyunu'nun dönemine denk gelmesi bir tesadüf değil. Bu dönemde sadece başkalarının düşüncelerini benimsemekle kalmayıp aynı zamanda onların kişiliğine de bürünmeye çalışıyorlar. Baba - anne - çocuk dünyasında günlük olarak yaşananları daha sonra oyuncak ayılar, bebekler veya komşunun köpeği ile tekrar canlandırıyor ve bu yaşta uçsuz bucaksız bir hayal dünyasına sahip oluyorlar.

Çocukların ilk yıllarında sürekli onları eleştiren, zorla onları değiştirmeye çalışan ve onlara manevi değerler öğreten ebeveynlere ihtiyaçları yok. Çünkü istenilen sosyal düşünce ve davranış biçimini özümseyebilmek için kendilerini güvende hissetmeleri gerekir. Oldukları gibi sevildiklerini ve anlaşıldıklarını bilmeliler. Sürekli doğru olmayan davranışlarda bulunduğunu hisseden çocuk zamanla içine kapanır ve bir süre sonra artık erişilemez hale gelir. Bu, çocuğunuzun her şeyi yapmasına izin vereceğiniz ve üstüne bir de doğru olmayan davranışları için onu ödüllendireceğiniz anlamına gelmiyor.

Hemen tepki göstermeyin
Ebevenyler çocuklarına, yanlış bir şey yaptıklarında mutlaka uygun bir dille söylemeliler. Ancak yolunda gitmeyen şeyler için büyük hayalkırıklıkları yaşamak için henüz erken. Anne - babaların, çocuklarının davranışlarının bir suç değil de, bir gelişme safhası olduğunu bilmeleri onları rahatlatır. Her çocuk doğru davranmak ister. Hiçbir şey onun için anne - babası tarafından kabul görmek kadar önemli değildir. Tüm davranışlarını onları mutlu etmeye ve takdir almaya odaklar. Tabii buna karşılık onların hoşuna gitmeyecek her türlü eylemi de sakınır. Elbette bunların terbiyeli olmakla hiç ilgisi yok. Çünkü bu yaştaki çocukların davranışlarında henüz bir anlam mevcut değildir. Gelişim döneminin onlara getirdikleri çerçevesinde hareket ederler. Dünyaya karşı sınırsız bir merak içinde, elleri ile onu tanımak, ağızları ile onu kavramak isterler. İstenmeyen bir davranışın sonucunda gelen bir şaplağa veya başka bir cezaya karşı çocukta, davranışları ile annesinin elini bağdaştıran bir korku gelişir. Sonuç olarak, çocuk istenildiği gibi davranır! Ama onu anlayışla karşıladığınızı ve davranışını anladığınızı bu şekilde öğretemezsiniz.

Sizi örnek alırlar
İlk etapta anne - babanın oluşturduğu örnek, çocukların duygu ve düşüncelerini geliştiriyor. Otobüste giderken engelli bir kadının bindiğini görüp sizden yer istemediği halde yerinizden kalkıyorsanız, kişiliğinizi ortaya koymuş olursunuz. Bu davranış çocuğunuzun ileride yaşam biçimini belirlemesinde yardımcı olur. Elbette onun örnek alacağı tek insan siz değilsiniz, ama ilk yıllarında en önemli kişi siz olacaksınız. Düşünceleriniz ve davranışlarınız çocuğunuz tarafından özümsenir ve onda gelişir. Burada önemli olan ne kadar mükemmel olduğunuz değil, çocuğunuzun sizi gördüğü dünyada ne kadar dürüst ve tutarlı olduğunuzdur. İşte bu da onun görüp daha sonra benimseyeceği temel davranış biçimidir.

En iyi kriter sizsiziniz

İlk yıllarda, düşündükleriniz ve hissettikleriniz çocuklarınız için yol gösterici olacaktır. Çocukların çok hassas antenlere sahip olduklarını unutmayın: Söylediklerinizle, demek istedikleriniz uyuşmadığında bunu kolayca anlayabilirler.
Çocuğunuzu toz pembe bir gözlükle görmeye çalışın. Onun güzel yanlarına odaklanın, yolunda gitmeyen davranışlarını görmemeye çalışın. Sık sık ona, onu olduğu gibi sevdiğinizi ve kabul ettiğinizi gösterin. Manevi değerlerin temelini oluşturmak için, ona ilk yaşam yıllarında anlayış ve güven gösterin ve onu sınırsız sevin.
Ona yetişkinlerin değerler sistemine alışabilmesi için zaman tanıyın. Çocuğunuzu sevdiğiniz ve dikkate aldığınız takdirde sizin davranışınızı örnek alacaktır. Onu döverek veya başka türlü cezalar uygulayarak ancak tam tersini elde edebilirsiniz.
Önemli olan, manevi değerleri günlük yaşamınızda uygulamanız. Bir çocuk, ailesinde kimsenin diğerinin sözünü bölmediğini ve yanlış davranışların alay konusu olmayacağını görürse bu yaklaşımı benimser.
Büyüdükçe çocuklar arkadaşlarından ve televizyondan da etkilenmeye başlar. Öğrendiği bazı davranış şekilleri sizin vermek istediklerinizle örtüşmeyecektir. Bundan dolayı bu tarz faktörlerin etkilerini azaltmaya çalışın.

''Bir bardak daha istiyorum lütfen...''

Bu cümleyi bir çocuktan duymak harika, fakat maalesef nadir olan bir şey. İşte size çocuklarınızı daha fazla sıvı almaya teşvik edebilmeniz için birkaç ipucu.

Çocuklar oyuna daldıklarında her şey onlar için önemini yitirir. Su veya herhangi başka bir şey içmek akıllarının ucundan bile geçmez. Oysa her insan için olduğu gibi, çocukların da gün içinde yeterli miktarda sıvı almaları çok önemli. Çünkü sıvı eksikliği, çocukların kısa sürede yorgunluk hissetmelerine neden olur. Çocuklar ne kadar küçük olurlarsa, o denli sıvıya ihtiyaç duyarlar. Neden mi? İşte sebepleri:


Çocuk organizmasının yüzde 80'i sudan oluşur. Yetişkinlerde ise bu miktar yüzde 70'e düşer.
Çocukların toplam cilt yüzeyi, vücut oranlarına göre yetişkinlerinkiden daha büyüktür. Aynı durum çocukların akçiğerleri için de geçerlidir ve bu organlar üzerinden çok fazla sıvı kaybedilir.
Böbreklerin de metabolizmanın iyi çalışmasını sağlamak için bol miktarda sıvıya ihtiyaçları vardır.
Uzmanlar, çocukları sıvı almaya, su içmeye alıştırmak için birkaç öneride bulunuyor ve çocuk yaşlarda bol sıvı almaya alışanların ilerki yaşlarda da bu alışkanlıklarını devam ettirdiklerini vurguluyorlar.
Çocuklar her öğünde birşeyler içmeli. Bardak boşaldıkça siz doldurun. Su iştahı kapatır gibi laflara inanmayın. Sıvı ve özellikle su içmek çok sağlıklı ve gerekli.
Sadece öğünlerde değil, diğer zamanlarda da çocuklara sürekli içecek verin. Oyunları sırasında onlara birşeyler içmeleri gerektğini hatırlatıp serinletici veya sıcak içecekler ikram edin.
Çocuklar için en sağlıklı içecekler tabii ki öncelikle su, daha sonra doğal, katıksız ve şekersiz meyve suları, bitkisel çaylar. Suda bol mineral var, şeker ve kalori yok. Limonata ve kolada ise bunun tam tersi şeker, kalori ve kafein var. Kısacası çocuklarınıza bir iyilik yapın ve onları suya alıştırın.
Çocukların okulda geçirdikleri zaman için beslenme çantalarına sandviçlerinin yanı sıra mutlaka içecek de ilave etmeyi unutmayın. Birçok yerde çok pratik su şişeleri satılıyor, siz de mutlaka bir tane alın.
Çocuğunuza örnek olun. Çocuklar hep ebeveynlerini ve sevdikleri insanları taklit eder. Çocuğunuzla birlikte siz de bol bol su için. Sabahları kahvaltıda ve her öğünde masada su bulundurun.

ZİHİN AÇAR MANTIĞIYLA ÇOK ÇİKOLATA TÜKETMEYİN

Sınav öncesinde çikolata vb. gıdaların zihin açtığı yönünde halk arasında yaygın bir inanış mevcut. Peki, bu inanış doğru mu? Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak, çikolata ve kahve gibi gıdaların reflü oluşumuna sebep olduğunun altını çizdi, bu tür gıdaların alerjik hastalıkları ve astımı tetiklediği konusunda uyarıda bulundu.

Sınav dönemi yaşanan stresin alerjik hastalıklar ve astım başta olmak üzere birçok hastalığın temelini oluşturduğunu söyleyen Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak, kahve ve çikolatanın alerji ile ilişkisine dikkat çekti. Özellikle sınav dönemi uyanık kalmak ve dikkat toplamak için tüketilen bu besinlerin, hastalıkları artırarak sınavda başarı oranını düşürebileceğini vurguladı. Prof. Dr. Tabak “ Gençlerde, yıl boyu devam eden sınav maratonu, kaygıya ve strese neden oluyor. Bunun yanı sıra beslenme ve uyku düzeni değişen gençler, kahve ve çikolatayı çok tüketiyor. Aşırı stres ve beraberinde kafein içeren gıdaların bu dönemde fazla tüketimine bağlı olarak gelişen mide asit salgısının artması reflü hastalığını beraberinde getiriyor. Reflünün getirdiği sorunlar alerji ve astımı tetikliyor” dedi.

Reflü sadece bir mide hastalığı değildir

Reflünün çocuk ve gençlerde karın ve mide ağrısı, ağza ekşi su gelmesi, ses kısıklığı, ağız kokusu, diş gıcırdatma, geğirme ve iştahsızlık gibi belirtilerle kendini gösterdiğini söyleyen, Dr. Yonca Tabak, “Reflü sadece bir mide hastalığı değildir” dedi. Bunlardan bir veya birkaçının devamlı var olması halinde midede bir sorun olabileceğinden şüphe etmek gerektiğini, reflü hastalığının kontrol altına alınmaması halinde astıma yol açabileceğini belirtti. Prof. Tabak, reflüden doğabilecek diğer hastalıkların oluşumunu ise şöyle anlattı: “Mideden yukarı çıkan asitli içerik, solunum sistemine, buruna ve akciğerler kaçtığında geçmeyen balgamlı öksürüklere ve burun akıntısına, burun tıkanıklığına yol açan sinüzite ve gece kriz şeklinde başlayan öksürük ise nefes darlığına yol açabilir. Bu gidişin önü alınmazsa astım kaçınılmazdır” açıklamasında bulundu.

Sınava girecek gençlerin ailelerine tavsiyeler

Prof. Dr. Yonca Tabak, merkezi sınavlara hazırlanan çocuk ve gençlere sağlıklarını korumaları yönünde önemli bilgiler verirken ailelere de tavsiyelerde şu bulundu:

Sınav hazırlığında olan öğrencilere bir de aileleri tarafından ek baskı uygulamaması ve çocukların stresten uzak tutulması gerekir.
Sınavlara hazırlık aşamasında çocuk ve gençlerin uyanık kalmak için kafein içeren çay, kahve ve enerji içeceklerinden uzak tutulması uygun olacaktır.
Geç saatlere kadar çalışmak durumunda olunduğunda yatmadan önceki 2 saatte beslenmenin kesilmesi ve bol su içilmesi gerekmektedir.
Zihin açar mantığı ile çikolata ve benzeri kakaolu gıdalardan uzak durulmalıdır.
Strese bağlı psikolojik rahatlama adına sağlıksız beslenmeye yönelen çocukları, fast fooddan uzak tutacak alternatif gıdaların (Ör: ev köftesi + ekmek + ayran; evde yapılmış sıvı yağlı mayasız poğaça, kurabiye; cevizli tarçınlı meyve tatlıları) el altında bulundurulması önemlidir.
Zihinsel aktivitenin desteklenmesi ve bağışıklık sisteminin güçlü tutulması için balık yağı (Omega 3) ve D vitamini takviyesi yapılmalıdır.
Ekşi portakal vb. meyve suları yerine taze sıkılmış elma, havuç suyu tercih edilmelidir.
Kızartmadan kaçınılmalı, fırında kızartılmış az yağlı gıdalar tercih edilmelidir.
Çiğ sarımsak ve soğan mide asidini artırdığından antibiyotik niyetine çiğ sarımsak; soğan yedirme uygulamasından kaçınılmalıdır.

DERS ÇALIŞIRKEN CEP TELEFONU GEREKİR Mİ?

Öğrenciler ile aileler arasındaki en büyük sıkıntılardan bir tanesi öğrencilerin ders çalışırken cep telefonlarını yanlarında tutmak istemeleri. Öğrenciler “Ben çalışıyorum, telefonla konuşmuyorum. Yanımda durmasının bir mahsuru yok” diye düşünüyor. Aileler ise “Konuşmuyorum diyor ama ya dikkatini sürekli telefonda tutarsa” kaygısı ile ders çalışırken yanlarında cep telefonlarının durmasını istemiyorlar.

Benim bu konudaki düşüncem de ders çalışırken öğrencilerin telefonlarını anne-babalarına vermeleri ve ders aralarında almaları. Eğer ders sırasında telefonları yanlarında durursa arkadaşları aradığı ya da mesaj attığında dikkatleri dağılacaktır. Bu yüzden çalışırken cep telefonlarının öğrencilerin yanlarında durmasına taraftar değilim. Ancak aralarda ailenin de telefonlarını vermeleri kaydıyla.

Gece yatarken de cep telefonlarının ailelerde durmasında fayda olduğunu düşünüyorum. Çünkü akşam yattıktan sonra saatlerce cep telefonundan arkadaşları ile yazışıp uyumuyor ve sonra sabahları çok zor uyanıyorlar. Bütün bunlar da derslerine yansıyor ve sıkıntılar oluyor.

Sonuç olarak cep telefonları teknolojinin olmazsa olmazları ama yerinde ve zamanında kullanmak kaydıyla… Öğrencilerin ders zamanları ve yatarken telefonlarını ailelerine vermeleri durumunda aralarda arkadaşları ile yazışıp telefonlaşırlarsa gençlerin daha iyi telefon kullanacaklarına inanıyorum. Yoksa yasaklamalar desteklediğim bir davranış değil.

GENÇLERİ CİNSELLİKLE İLGİLİ KORKUTARAK EĞİTMEYİN

Psikolojik Danışman ve Cinsel Terapist Dolunay Kadıoğlu, cinsel cehalet nedeniyle ergenlik dönemindeki gençlerin çeşitli problemler yaşayabileceğini, okullarda ve aile içinde verilecek cinsel eğitim ile bu tür problemlerin önüne geçilebileceğini belirterek tüm ebeveynleri uyarıyor.

Bu kadar da olmaz demeyin!

Sürtünme yoluyla ilşkiye girersek ne olur?
İç çamaşırlarımız ve kıyafetlerimiz üzerimizdeyken sürtünme yoluyla ilişkiye girersek gebe kalır mıyız?
Çocuk nasıl oluyor?
Bir cisimden gebe kalınır mı?
Erkekler neden hamile kalmaz?
Erkekler neden azar?
Cinsel olaylar erkeklerin dikkatini neden fazla çekiyor?
Öpüşerek gebe kalır mı?
Anal ilişkiyle gebe kalınır mı?
Oral seksle gebe kalır mıyız?
Okul eğitimlerinde gençlerden gelen sorular böyle uzar gider. Yaklaşık 20 yıldır okullara cinsel bilgilendirme eğitimlerine gidiyorum, sorular hemen hemen hiç değişmedi . Okul müfredatına cinsel eğitimi koymadığımız sürecede değişmeyecek hatta daha da geriye gideceğiz galiba.

Yukarıdaki sorular size komik ya da "bu kadar da olmaz canım" dedirtebilir.

Ama ne yazık ki fazlası var eksiği yok!

Kendi bedenine yabancı, ayıpla günahla büyütülmüş, erkeklerin cinsellikle ilgili her şeyi doğuştan bilerek dünyaya geldiklerine inanan bir ülkenin evlatlarıyız.

Bilginin olmadığı yerde cahalet kol gezer! Bedelini de gençler cinsel yolla bulaşan hastalıklarla, ergen gebelik ve kürtajlarıyla öder! Bence çok ağır bir bedel.

Gençleri cinsellikle ilgili korkutarak, cezalandırarak, yasaklayarak eğitmek ise hiç işe yaramadığı gibi cinselliği suçluluk ve günah duygularını bulaştırarak yaşamalarına neden olur. Bu durum hayatlarının geri kalan kısmını bile etkiler çoğu zaman.

Psikoloji ve cinsel eğitimin alanında yapılan bilimsel çalışmalar göstermiştir ki:

Ergenleri erken yaşanacak cinsel ilişkiden ve bunun sonuçlarından korumanın en etkin yolu, yaşa uygun verilecek cinsel eğitimdir. Bedenini tanıyan ve seven bir ergen kendini en etkin şekilde koruyabilir.

Cinsel eğitim etkin şekilde okullarda, ailede verilmeye başlanırsa yukardaki sorularda değişim başlayabilir.

Bilgi Korur!

GRİP OLAN ANNE BEBEĞİNİ EMZİRMELİ Mİ?

Emziren anneler, grip olduklarında emzirmeye ara vermeli mi? Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Didem Çevik Gündoğan bu sorunun yanıtını verdi, grip durumunda annelerin emzirme kurallarına mutlaka dikkat etmeleri gerektiğinin altını çizdi.

'Emzirme hurafeleri' pek çok şeyde karşımıza çıktığı gibi, grip mevsiminde de annelerin kapısını çalıyor. Bebeğini emziren bir anne grip veya soğuk algınlığı olduğunda hemen o çok yaygın yanlış inanışa kapılıyor ve 'sütümden bebeğime de geçerse' düşüncesiyle emzirmeye ara veriyor. Aslında o dönemde sütünün bebeği için bir şans olduğunu bilmiyor. İşte tam da mevsim geçişi nedeniyle hapşırığın, öksürüğün, burun akıntısının kısacası grip ve soğuk algınlığının kol gezdiği bugünlerde anneleri uyarın Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Didem Çevik Gündoğan, anne sütünün hiçbir şekilde kesilmemesi gerektiğini belirtti. Grip olduğunda annenin emzirmeyi kesmesinin kesinlikle yanlış olduğunu belirten Gündoğan, bu düşüncenin bir hurafe olduğunu söyledi.

Emziren annelere, grip olduklarında kendi başlarına ilaç kullanmaktan kaçınmalarını öneren Dr. Gündoğan, “Doktora danıştıklarında 'hastalık ve anne sütü' açısından kar-zarar ilişkisine göre daha basit ilaçlarla tedavi olabiliyorlar. Anne sütünü hiçbir şekilde kesmiyoruz” diye konuştu.

Grip olduğunda annenin sütü bebeğine nasıl etki ediyor?

Halk arasında yaygın inanışın aksine grip olan annenin sütünün bebeği için “tam bir koruyucu ilaç” olduğunu belirten Dr. Gündoğan, “Grip olduğunda annenin emzirmeyi kesmesi kesinlikle yanlış bir inanışın sonucu. Tam tersine anne sütünü hiçbir şekilde kesmemeli. Çünkü sütü ile bebeğe doğal bağışıklık sağlıyor, gribe karşı antikorlar içerdiğinden bebeğini koruyor. O dönemde hasta olmasını daha da engelliyor aslında. Bilinenin aksine anne sütü o dönemde bebeği için koruyucu ilaç vazifesi görüyor” ifadesini kullandı.

Anne sütü bağışıklık sistemini kuvvetlendiriyor

Anne sütü öyle bir mucize ki bebeğin bağışıklık sistemini kuvvetlendiriyor, zihinsel, beyinsel ve fiziksel gelişiminde son derece önemli rol oynuyor, kanserden kalbe, diyabetten obeziteye dek pek çok hastalığa karşı ileriki yaşlarda da koruyucu oluyor. Sonbahar ve kış aylarında çocuklarda sıkça karşılaşılan orta kulak iltihaplarına karşı da anne sütünün koruyucu olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmış. Bebekleri ilk 6 ay boyunca mutlaka sadece anne sütü ile beslemek gerektiğini, mümkünse 2-3 yaşına kadar anne sütü verilmesinin faydalı olacağını belirten Dr. Gündoğan, olası bir grip durumunda annelerin emzirme kurallarına ise mutlaka dikkat etmeleri gerektiğini vurguluyor.

Grip olan anneler nasıl emzirmeli?

Emziren annenin her zaman ellerini iyice yıkaması gerekiyor ama hapşırık, öksürük, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, göz yanması, halsizlik, kırgınlık gibi durumlarda yani grip veya nezle kapısını çaldığında çok daha dikkat etmeli. Nefesini doğrudan bebeğe ulaşmasından kesinlikle kaçınmalı. Evi sık sık havalandırmalı çünkü mikroplar damlacık yoluyla kolayca bulaşıyor. Göğüs ucunun ve kıyafetinin temiz olmasına dikkat etmeli. Eve gelen ziyaretçilerin ardından da oda mutlaka havalandırılmalı. Maske kullanılabileceğini ancak maske kullanırken ayrıca dikkat edilmesi gereken önemli kurallar bulunduğunu belirten Dr. Gündoğan, "Maskeyi her 20 dakika ya da yarım saatte bir değiştirmek gerekiyor. Maskeye dokunduktan sonra eller çok iyi yıkanmalı. Bir poşete konulmalı, açıkta bırakılmamalı" dedi.

Emziren anneler hastalanmadan önce nasıl önlem almalı?

Emziren annelerin hasta olmadan önce de beslenmesine her zaman çok dikkat etmesi, düzenli, dengeli ve sağlıklı beslenmesi, bol sıvı tüketmesi gerektiğini vurgulayan Dr. Didem Çevik Gündoğan, "Bütün enfeksiyonlarda bol su içmek vücudun savaşması açısından önemli. Süt üretimini artırmada da başı çeken su; anne nezle, soğuk algınlığı veya grip olduğunda burun kanallarını açık tutuyor, enfeksiyonlara karşı direnç sağlıyor. Emziren anne hasta olmayı beklemeden, öncesinde de C vitamini içeren besinler tüketerek önlemini almalı. Haftada 2 kez Omega-3 yağ asitlerince zengin balık tüketmek de griple mücadelede önemli” şeklinde konuştu.

UYKU SORUNUNA KARŞI ANASON ÇAYI

Rahatlatıcı etkisiyle uyku sorununa karşı kullanılabilecek olan anason çayını tüketirken dikkat edilmesi gereken noktalar var. Diyetisyen Serkan Tutar, anason çayının nasıl ve ne kadar tüketilmesi gerektiğini anlattı.

Anason çayı bazı dönemler hariç sıklıkla tercih edilmesi gereken bir içecektir. Anne sütü arttırıcı özelliği olması nedeni ile emziklilik dönemindeki kadınların günde 1 bardak tüketmesi önemlidir. Ayrıca hem annede hem de bebekte gaz sıkıntısını engeller. Annelerde bu dönemde yaşanan hazımsızlık problemi içinde iyi bir çözümdür.

Sinir sistemini rahatlatıcı etkisi olan anason çayı dolaşım sistemi bozukluğu olan kişilerinde tercih etmesi gereken bir içecektir. Ayrıca uyku düzensizliği olan kişilerin, uyumaya yakın içmesi daha kesintisiz bir uyku ve rahat bir gece geçirmesini sağlar.

Ödem problemi olan kişilerde ödemin idrar ile birlikte atılmasına destek olmakla birlikte vücudunuzdaki su miktarını da arttırır.

Nasıl tüketilmeli?

Anason içerisindeki tüm bileşenlerin vücuda alınması için doğru yolla hazırlanması önemlidir. Kaynatılmış suya anason eklemek çok doğru bir yöntem değildir. Soğuk su içerisinde 1 çay kaşığı anason ekleyip birlikte kaynatılması daha fazla bileşenin suya geçmesini dolaysıyla anasonun vücut için olan faylarının artması sağlanır.

Kimler anason tüketmemeli?

Anason hamile kadınlar için oldukça zararlı bir içecektir. Düşük yapmaya bile neden olabilir. Ayrıca regl döneminde anasonun tüketilmesi yine fazla kan kaybına neden olabileceği için bu dönemde anason tüketilmesinden kaçınılmalıdır.  

C VİTAMİNİ DEPOSU MANDALİNANIN 8 FAYDASI

Sonbahar ve kış aylarının sevilen meyvesi mandalina, C vitamini deposu olmakla birlikte birçok hastalığa da şifa oluyor. Uzmanlar mandalinanın bağışıklığı güçlendirdiğini ve günlük beslenme planımızda mutlaka olması gerektiğini vurguluyor. Birçok ciddi rahatsızlığa da iyi gelen bu mucize meyvenin faydalarını uzmanlar şöyle sıralıyor:

1-İltihapları önler

Beden sağlığı için gerekli doğal vitaminleri içerir. C vitamini zengini mandalina antioksidan etkisiyle iltihapları da önler.

2-Küçük kesiklere merhem

Küçük kazalarda oluşan minik kesiklerin iyileşmesi süresini hızlandırır.

3-Demir ihtiva eder

Yiyeceklerdeki demiri emerek vücuda faydalı hale getirir.

4-Kolesterole kalkan

Mandalina bağırsakta kolesterol emilimini sınırlandıran pektin ve hemi-selüloz gibi liflerden oluşur. Kolesterolü dengede tutar.

5-Uykusuzluğa son

Akşam yemeklerinden sonra yenen mandalina sinirleri gevşetir, rahat uyumanızı sağlar.

6-Kronik hastalıkları önler

Birçok meyvede olduğu gibi mandalina da vücudun kalp-damar hastalıklarına karşı direncini artırır. Kansere karşı korur.

7-Cilt sorunlarını ortadan kaldırır

A vitamini kaynağı mandalina sivilce gibi cilt hastalıklarına ilaç gibi gelir. Yaşlanmanın belirtileri, ortadan kaldıran bu meyve kolajen yapımını artırırk pürüzsüz br cildi sahip olmanızı sağlar.

8-Saçları uzatır

Mandalina saçların hızlı uzamasında etkilidir. Ayrıca saç beyazlamasını da yavaşlatır.

İslam eğitiminin kısa vadeli gayeleri:

I. İslam eğitiminin kısa vadeli gayeleri:
1. İnsandaki gizli güçlerin ortaya çıkarılması
2. Günlük ihtiyaçlarını giderme
3. İyi insan yetiştirmek
4. İnsanları istikamette tutmak
5. Karanlıktan aydınlığa çıkarmak
6. Sözle davranışı birleştirmek
7. Taklidi kaldırmak
8. Evrensel ahlak
9. Tevhid II. İslam eğitiminin uzun vadeli gayesi

11 Ekim 2014 Cumartesi

Abdülkadir Geylani Hazretleri'nin Sohbetleri - 7.Sohbet: Sabır


Meteorolojiden kuvvetli yağış uyarısı

Yapılan açıklamada, yağışların Cumartesi sabah saatlerinden itibaren Doğu Akdeniz'deki Adana, Kahramanmaraş, Osmaniye ve Hatay çevrelerinde kuvvetli olmasının beklendiği kaydedildi. Açıklamada, "Bu nedenle olumsuz şartlara karşı dikkatli ve tedbirli olunması gerekmektedir"denildi.

YURT GENELİNDE HAVA DURUMU

Güney ve İç Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun batısı, Tokat, Bingöl ve Diyarbakır ile gece saatlerinde Marmara’nın doğusu, Zonguldak, Düzce, Bartın, Bolu ve Karabük çevrelerinin aralıklı sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor.
Yağışların Doğu Akdeniz ile gece saatlerinde Adıyaman, G.Antep ve Kilis çevrelerinde yerelolarak kuvvetli olması bekleniyor. Marmara’nın doğusu, Batı Karadeniz’in iç kesimleri ile İç Anadolu’nun kuzeybatısında yer yer sis ve pus hadisesi bekleniyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden alınan tahminlere göre, hava sıcaklığında önemli bir değişiklik beklenmiyor. Ülke genelinde mevsim normalleri civarında seyredeceği tahmin ediliyor.

GÜNÜN EN YÜKSEK SICAKLIKLARI

Ankara: Az bulutlu ve açık, zamanla parçalı ve çok bulutlu, akşam saatlerinden itibaren kısa süreli ve yerel olmak üzere sağanak yağışlı 24
İstanbul: Parçalı ve çok bulutlu 22
İzmir: Az bulutlu ve açık, zamanla parçalı ve çok bulutlu 26
Adana: Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı geçecek. Yağışların kuvvetli olması bekleniyor
Antalya: Parçalı yer yer çok bulutlu, aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 27
Samsun: Parçalı bulutlu 21
Trabzon: Parçalı bulutlu 22
Erzurum: Az bulutlu ve açık, zamanla parçalı ve çok bulutlu 19
Diyarbakır: Parçalı, zamanla çok bulutlu, öğle saatlerinden sonra aralıklı sağanak yağışlı 28

Kobani eylemcilerinin ikiyüzlülüğü deşifre oldu

Terör örgütü IŞİD'in Suriye'nin Kobani kentine yönellik haftalardır sürdürdüğü kuşatma nedeniyle, bölgeden kaçan 200 bin kadar insana Türkiye kucak açtı.
IŞİD'le savaşamayınca geri çekilmek zorunda olan PKK'nın Türkiye'deki taraftarları, uluslararası konjonktürden habersizce, halklar arasında provokasyonu tetiklemek amacıyla şiddet eylemlerine başladı.
37 insanımızın ölümüne neden olan şiddet olaylarıyla ilgili çarpıcı bir gerçek daha ortaya çıktı.
İşte eylemcilerin asıl amaçlarını ortaya döken Twitter yazışmaları..

"AVRUPA'DA HİÇBİR YERE ZARAR VERMEYİN"

Songül Azadi:
"Avrupa'da yapılan eylemlerde asla ama asla bir yerlere zarar verilmemeli!.. Bu ayağımıza kurşun sıkmak demektir!.."
Bedirxan Kobane:
"Evet, o ülkenin bayraklarıyla gösteri yapılmalı. Kürt ve eylem yapılan ülke bayrağı birarada olmalı. ABD bayrağı da buna dahil."

Erdal Sarızeybek: Uluslararası Bir Kürt Sorunu Yaratılıyor


Te­rör ör­gü­tü­nün tak­tik­le­ri­ni iyi bi­len ko­mu­tan­lardan biri olan emek­li Al­bay Er­dal Sa­rı­zey­bek, "Son dö­nem­de­ki ge­liş­me­ler, Tür­ki­ye­'nin teh­dit al­tın­da ol­du­ğu­nu gös­te­ri­yo­r" de­di.
Te­rö­rün zir­ve yap­tı­ğı dö­nem­ler­de Şem­din­li­'de ta­bur ko­mu­tan­lı­ğı gö­re­vin­de bu­lu­nan, sı­nır öte­si ha­re­kat­la­ra izin ve­ril­me­di­ği için ka­ra­kol­la­rı ba­sı­lan ve 75 şe­hi­di göz­yaş­la­rıy­la mem­le­ket­le­ri­ne gön­de­ren Sa­rı­zey­bek, son günlerde yaşanan olayları yorumladı.
"ULUSLARARASI BİR KÜRT SORUNU YARATILIYOR"
"Ko­ba­ni­'de ya­pıl­mak is­te­nen ne?" so­ru­su­na Sa­rı­zey­be­k'­in ce­va­bı net ol­du: "A­dı IŞİD olan bir si­lah­lı ya­pı­nın eliy­le, Su­ri­ye­'nin do­ğu­sun­da ulus­la­ra­ra­sı bir Kürt so­ru­nu ya­ra­tı­lı­yor. Biz da­ha ön­ce böy­le­si bir oyu­nu Ira­k'­ın ku­ze­yin­de gör­müş­tük. 1988 Ha­lep­çe kat­li­amı ve 1991 Kör­fez Sa­va­şı ile ben­zer du­rum­lar ya­şan­mış, Çe­kiç Gü­ç'­ün oluş­tur­du­ğu tam­pon böl­gey­le hem Kürt so­ru­nu ya­ra­tıl­mış hem de si­lah­lı PKK gü­cü ku­rul­muş­tu. Bar­za­ni­'nin de Özerk Kür­dis­ta­n'­ı kur­ma­sı sağ­lan­mış­tı. 2003'te bir adım da­ha ile­ri gi­di­le­rek si­lah­lı PKK'­yı si­ya­si gü­ce, Özerk Bar­za­ni­' yi de Fe­de­re Kür­dis­ta­n'­a dö­nüş­tür­dü­ler.
"BU TÜRKİYE İÇİN BÜYÜK TEHDİTTİR"
Bu Bü­yük Or­ta­do­ğu Pro­je­si­'nin (BOP) Gü­ney Kür­dis­tan aya­ğı ol­du. Şim­di ay­nı oyun Ko­ba­ni de­ni­len Su­ri­ye­'nin do­ğu­sun­da oy­na­nı­yor. IŞİD sal­dı­rı­la­rıy­la ön­ce Kürt so­ru­nu ya­rat­tı­lar ve bu­nu dün­ya ka­mu­oyu­nun gün­de­mi­ne çek­ti­ler. Şim­di sı­ra bu böl­ge­de sı­nır­la­rı bel­li bir coğ­raf­ya­da özerk bir ya­pı­nın ilan edil­me­si­ne gel­miş­tir. Bu da BO­P'­un Gü­ney Kür­dis­tan aya­ğı ola­cak­tır. Bu Tür­ki­ye için bir teh­dit­tir."
"SURİYE'DE STRATEJİ DEĞİŞTİRDİLER"
AB­D'­nin BO­P'­u iş­le­te­bil­mek için Ira­k'­ı iş­gal et­ti­ği­ni, 6 bin Ame­ri­kan as­ke­ri­nin ha­ya­tı­nı kay­bet­ti­ği­ni sa­vu­nan Sa­rı­zey­bek, "Bu du­rum ABD ka­mu­oyun­da in­fi­ale yol açın­ca, Su­ri­ye­'de stra­te­ji de­ğiş­tir­di­ler. Doğ­ru­dan ABD mü­da­ha­le­si ye­ri­ne, IŞİD gi­bi ya­pı­la­rı yö­ne­te­rek ay­nı ama­ca ulaş­ma­ya ça­lı­şı­yor­la­r" yo­ru­mun­da bu­lun­du.

IŞİD'e Ağır Darbe: 60 Militan Öldürüldü


Irak'ın batısı ve kuzeyinde, uluslararası koalisyona ait savaş uçaklarının ve Irakordusunun saldırılarında, 61 IŞİD militanının öldürüldüğü bildirildi.
IRAK ORDUSU HAVA SALDIRISI DÜZENLEDİ
Irak ordusuna bağlı "El-Cezira ve El-Badiye Operasyonları" Komutanı Tuğgeneral Ziya Kazım, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "Irak ordusuna ait savaş uçaklarının ülkenin batısında bulunan el-Enbar ilinde IŞİD'e ait bir konvoya düzenlediği hava saldırısında 30 militan öldürüldü" dedi.

Kazım, konvoyda 20 aracın yanı sıra 2 tank ve yakıt taşıyan 2 tanker bulunduğunu kaydetti.
MEVZİLER BOMBALANDI
Bu arada orduya bağlı Enbar Operasyon Gücü Komutanı Reşid Felih de Enbar'ın kuzeyindeki bir askeri birliğe saldıran 20 IŞİD militanının öldürüldüğünü aktardı. Peşmerge güçlerinde Yüzbaşı Şirzad Zahuli ise uluslararası koalisyona ait savaş uçaklarının Musul'un 55 kilometre kuzeyindeki Zimmar nahiyesi ile Musul'un güneybatısında bulunan IŞİD militanlarına ait mevzilere hava saldırıları düzenlediğini belirtti. Zahuli, saldırılarda 11 IŞİD militanının öldürüldüğünü, bir uçaksavarın imha edildiğini kaydetti.
ÇATIŞMALAR ŞİDDETLENDİ
Irak'ta, terör örgütü IŞİD öncülüğündeki silahlı grupların Haziran'da Musul başta olmak üzere bazı bölgelerin kontrolünü ele geçirmesinin ardından, Ordu ve IŞİD militanları arasında çatışmalar yaşanıyor. ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyona ait hava unsurları da bir süredir IŞİD'in kontrolündeki hedeflere saldırılar düzenliyor.

3 Ekim 2014 Cuma

Arife Soruları

Elleri, ayakları, gözleri bağlanmış, çaresizce toprağa yatırılmış, dualarla boynuna dayanan bıçağın şah damarını kesmesini bekleyen kurbanlıklar...
Âdemoğullarıyla kaderleri asırlardır bu kadar kesişmemişti.
İnsanoğlu, o öfkeyle bilenmiş keskin bıçağı nicedir böyle gırtlağında hissetmemişti.
Kurban kültürünün manası üzerine bu kadar düşünmemişti.

***

Yerküremizin tüm kavimleri için huzurlu bir vicdan yastığı olması beklenen dinin, yasaklar dayatan bir çoban değneğine, boynumuza saplanan bir eza hançerine dönüşmesi gündemimizde; bir dini bayram arifesinde...
İnanç deyince, insan sevgisini, sevap karnesini, şefkati, himmeti, hakkaniyeti anlayanlar için, gönül incitmekten korkanlar, haram yemekten kaçınanlar, günaha girmekten sakınanlar için, bir cana kıymanın, cümle insanlığa kıymak anlamı taşıdığına inananlar için, dindarlık adına sergilenen kindarlığı anlamak zor...
Allah’ın inayetinin yerini, kullarının cinayetinin almasına göz yummak zor.
“Bir lokma, bir hırka” kanaatkârlığıyla pişenler için, komşusu açken tok yatmama feragatiyle yetişenler için, kefenin cebi olmadığına iman edenler için, bu doymak bilmez kâr hırsını, bu “inşallah”lı, “maşallah”lı rant yarışını, bu dualar ardına gizlenmiş sıfırlama telaşını izah etmek zor...
“Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil”i hatmetmişler, hazmetmişler için, gönüller enkazı üzerine serilmiş seccadelerde ibadet etmek zor.

***

Bir dini bayram arifesinde, bunları sorgulamak, en çok inancın, adağın, adanmışlığın kıymetini bilenlere düşer.
Masum kanıyla lekelenen, en çok onların itikadıdır çünkü...
Kâr maskesine saklanmış barbarların, iktidar koltuğuna yaslanmış hırsızların dilinde yaralanan, onların dualarıdır.
Hayrı şerden, âlimi cahilden, mümini zalimden ayıracak olan onlardır.
Caninin kafasından maskesini çıkarıp dinini dilinden kurtaracak olan da onlardır.
Önce onlar konuşmalıdır ki din, bezirgânlığa perde olmasın; inanç, haramzadenin emrine koşulmasın, Hak diye diye masumların canına kıyılmasın.

***

Arife gününde sormak hakkımız:
Bu İslam kılıklı zebaniler, bu “Hakara-Makara”cı haramiler midir dindarlığın temsilcileri?
Bu haram yemeler, yalan söylemeler, inancı menfaate alet etmeler, kendi gibi olmayanı hain ilan etmeler, masum insanları boğazlayıp kan dökmeler, zorla din öğretmeler, çoluk çocuğa baş örttürmeler, bu kibirlenmeler, böbürlenmeler dinen caiz midir?
Evladının boğazından bir dirhem haram geçmesin diye yoksulluğa katlanmış, inandığı dinin adalet ve barış dini olduğuna inanmış Müslümanlar, dindarlık kisvesi altındaki bunca soyguna, İslam adına yapılan onca zorbalığa göz yumacak mıdır?
Günahların hesabı, ahirete bırakılmadan sorulacak mıdır?

***

Sahi neyin arifesindeyiz biz?
Arife böyleyse, peşinden nasıl bir bayram beklemeliyiz?
Bayramın kurbanları kimlerden seçilecektir?
Kanı, kimlerin alnına sürülecektir?
Bu arife, biraz da bunları düşünmeliyiz.
Her şeye rağmen bayramın, huzur, barış ve kardeşlik getirmesini diliyorum.
Şimdiden kutlu olsun.  

IŞİD bahane, torba tezkere şahane

IŞİD bahane, torba tezkere şahane
03 Ekim 2014 Cuma, 06:11:28Güncelleme: 08:52:33
DÜN TBMM’de “tezkere” tartışmalarını izlerken birdenbire 2003 yılının şubat sonu, mart başına gitti aklım.

Hatırlarsınız, o günlerde de “tezkere” meselesi vardı.

ABD, Irak’a girecekti.

Hem Güney’den hem Kuzey’den girip iki cephe açmak istiyordu ve Kuzey’den de girebilmek için Türkiye’nin iznine ihtiyacı vardı.

İktidarda Gül hükümeti vardı.

Hükümet, tezkerenin Meclis’ten geçeceğine kesin gözüyle bakıyordu.

ABD’li subaylar çoktan Türkiye’ye gelmiş, tezkerenin geçmesinden sonra gelecek on binlerce ABD askerinin yerleştirileceği yerleri belirliyor, araziler kiralıyor, kiraladıkları arazilerde hafriyat yapıyorlardı.

Güney limanlarımızda ABD gemilerinin yanaşması ve depolamaları için alanlar ayrılmış, her şey hazırlanmıştı.

Başbakan Abdullah Gül “tezkerenin geçmesi gerektiğini” söylüyor, AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, “tezkerenin geçmesinin Türkiye açısından çok önemli olduğunu” belirtiyordu.

O dönemde Meclis’teki tek muhalefet partisi olan CHP ise kıyameti koparıyor, Türkiye’ye yerleşecek on binlerce ABD askerinin Türkiye açısından risk oluşturacağını bağırıyor, tezkerenin geçmemesi gerektiğini söylüyor, Trabzon’dan Mersin’e kadar uzanan geniş bir bant üzerindeki Amerikan varlığının Türkiye için tehdit olduğunu söylüyordu.

Hükümet ve AK Parti ise tezkerenin geçmesinden yanaydı.

1 Mart 2003 günü tezkere TBMM’ye geldi.

Aynı dün görüşülen tezkere gibi o tezkerede de “Yabancı askerlerin Türkiye’de konuşlanmasına izin veriliyordu”.

O gün Ankara’da konuşulan ilginç bir dedikodu vardı.

“Cemaatler tezkereye karşı çıktı. ‘Müslüman bir ülkeye karşı gâvurlarla birlikte hareket etmek caiz değildir’ diyen ‘ulema’ devreye girdi” dedikodusu.

“Ulemanın” TBMM’ye müdahalesine o günlerde henüz alışkın değildik.

Sonuçta 1 Mart 2003 günü tezkere Meclis’te görüşüldü.

Hükümet tezkerenin geçmesini istedi, muhalefet geçmemesini.

Ve AK Parti o gün ciddi biçimde fire verdi. Ulemanın etkisi olarak görüldü bu durum.

Fakat fireye rağmen tezkere Meclis’te çoğunluğun oyunu almayı başardı. Hükümet sevindi, muhalefet üzüldü.

Ancak kısa süre sonra tezkerenin, TBMM İç Tüzüğü gereği alması gereken oya ulaşmadığı dönemin Meclis Başkanı tarafından açıklandı ve TBMM’den geçen tezkere geçmemiş sayıldı.

Aradan yıllar geçti, AK Parti “geçsin” diye uğraştığı buw tezkerenin geçmemiş olmasını “kendine” bağladı.

“Tezkere geçseydi Irak bataklığına gömülecektik. İleri görüşlü olduğumuz için bu tezkereyi geçirmedik” diyen AK Parti oldu.

Hatta iş öyle bir hal aldı ki, toplumun büyük bölümü, 1 Mart Tezkeresi’ni geçirmek isteyenin CHP, geçirmeyenin ise AK Parti olduğunu zannetmeye başladı.

Ben bu satırları yazarken “tezkere” henüz oylanmamıştı.

Ben de biraz hafızalarınızı tazelemek istedim.

Son tezkereye gelince.

AK Parti artık her şeyi “torba” mantığıyla yapıyor.

Bu tezkere de “torba tezkere” olarak tarihe geçecek.

Bu torbada gördüğüm ise şu: IŞİD bahanesiyle “her türlü” operasyon mubahtır.

Fikrim hiç değişmedi

BEN hâlâ 1 Mart 2003 günü TBMM’ye gelen o tezkerenin geçmemiş olmasının Türkiye’nin aleyhine olduğunu düşünüyorum.

O günlerde pek az yazar bu tezkereyi savunuyordu.

Onlardan biri de bendim.

O gün yazdığım yazılarda aynen şöyle diyordum:

“Eğer bu tezkere geçmezse, ABD Irak’ın kuzeyinde Kürt yönetimiyle işbirliği yapar. Bunun kaçınılmaz sonucu Irak’ın bölünmesidir ve Türkiye’nin kırmızı çizgilerinden biri olan Kürt devletinin kurulmasıdır.

Böyle bir durumda Türkiye’nin PKK ile mücadelesi zafiyete uğrar.

Kendini tüm Kürtlerin lideri olarak görmeye başlayacak olan ve Büyük Kürdistan hayalini asla gizlemeyen Barzani, PKK’yı koruması altına alır.

Bu nedenle bu tezkere geçmelidir.

Bu tezkere geçerse bölgedeki hem Kürt hem Türk soydaşlarımızı korumanın yolunu da açmış oluruz.”

O gün o fikirdeydim.

Bugün de aynı fikirdeyim.

Taraftarlık

GALATASARAY ve Trabzonspor taraftarları, Cem Yılmaz’ın filmini protesto edeceklermiş.

Gerekçe, Cem Yılmaz’ın Fenerbahçe için düzenlenen “Adalete fener yak” kampanyasına destek vermiş olması

Söylenecek cümle şu: “Yuh artık!”

Aslında daha iyisi de var ama köşede yazmak mümkün değil.

Bu kadar mı ilkelleştik.

Hepimizin bir takım tutma, taraftar olma hakkı var.

Bunu en iyi bir takıma taraftar olanlar bilmeli, anlamalı.

Şimdi Cem Yılmaz veya bir başkası, bir takımın taraftarı diye onu protesto etmek neyin nesi.

Hırsızlık yapar, yolsuzluk yapar, ahlaki veya yasal bir suç işler o halde protestoyu anlarım da “taraftar” olduğu için protestonun anlamı ne!

İki teşekkür

BANA göre olması gereken, Ünal Aysal’ın “sağlıklı bir seçim tarihine” kadar başkanlığı sürdürmesi ve herkesin doğru düzgün hazırlık yapabileceği kadar bir süre sağlamasıydı.

Ama Aysal bunu yapmadı.

Tam aksine kaçtı.

Bir de utanmadan, “Benim adayım Cemal Özgörkey” diyerek Cemal’i zor durumda bırakıp görevden kaçıyormuş izlenimi yaratarak.

Oysa ben, Cemal Özgörkey’in Başkan Ünal Aysal hakkındaki fikirlerini gayet iyi biliyorum.

Ünal Aysal kim, Cemal Özgörkey’i desteklemek kim.

Cemal Özgörkey, Ünal Aysal’dan 100 kat daha Galatasaraylıdır.

Neyse, sonuçta Aysal kaçtı.

Şimdi de “utanıp sıkılmadan” diyor ki, “Belki bir daha mayısta yeniden aday olurum”.

Bilmiyor ki, Galatasaraylılar ona “kal” demediler. “Sağlıklı bir seçime kadar kal” dediler. Ama o kalmadı.

Şimdi iki adayımız var.

Sevgili Alp Yalman ve Sevgili Duygun Yarsuvat.

Yalman’la 1990’ların başında “kafatasçı” Galatasaray anlayışına karşı birlikte bayrak açmıştık.

Hayatını Galatasaray’a vermiş bir isimdir. Dostumdur, abimdir.

Duygun Yarsuvat ise Galatasaraylılar Cemiyeti’nde, Kulüp Divan Kurulu’nda, üniversitede, kısaca Galatasaray’ın tüm kurumlarında emeği olan bir ağabeyimdir.

Her ikisine de Galatasaray’ı hem sahipsiz bırakmadıkları, hem de demokratik bir seçim ortamı oluşturdukları için teşekkür ediyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Cambaza bak demediğimiz zaman.

Sorularla Hz. Mevlana'nın Hayatı

Mevlana’nın Asıl Adı Nedir?

Asıl adı, Muhammed olan Celaleddin’in daha yaygın unvanı Mevlana Celaleddin-i Rumi’dir. Ona Rumi denilişi, sanat ve düşünce hayatının o asırlarda diyarı Rum diye anılan Anadolu’da geçmiş ve bu yurtta ebedileşmiş olmasındandır. Horasan’ın (Afganistan Türkistan’ı) Belh şehrinde doğmuştur.

Mevlana’nın Ana ve Babası Kimdir?

Babası Sultanu’l ulama (Bilginlerin sultanı) diye tanınan Bahattin Velet’tir. Annesi ise Mümine Hatun’dur.
Babası, çağının en büyük bilginlerindendi. Annesi Mümine Hatun ise Harzemşahlar İmp. hanedanından gelme bir prensestir.

Mevlana’nın Eş ve Çocukları Kimlerdir?

Mevlana, daha 18 yaşında iken Karaman’da babası tarafından Semerkandlı Hace Şerafettin’in kızı Gevher Hatun’la evlendirilmiş ve bu evlilikten iki erkek evladı olmuştu. Bunlardan ilk oğlu Sultan Veled, ikinci oğlu ise Alaeddin’dir. Ancak Alaeddin, daha Mevlana hayatta iken 1262 yılında vefat etti. Mevlana birinci karısının vefatından sonra Konya’da Kerra Hatun’la evlendi. Bu evlilikten ise Muzafferüddin Alim Çelebi ile Melike Hatun dünyaya geldi.

Mevlana Kimlerden Ders Aldı?

Mevlana, ilk eğitimini babasından aldı. Babası, çağının en büyük bilginlerindendi. 12 Ocak 1231’de babasının ölümü üzerine, eğitimini Seyyit Burhanettin Tirmizi’nin yanında sürdürdü. Mevlana babasından Fen ve Din ilimleri, Tirmizi’den de Tasavvuf ilmini öğrendi. Onun hayatında dönüm noktası olan diğer bir âlimse Şemsi Tebziri’dir.

Mevlana’nın Babası, Horasan’dan Anadolu’ya Niçin Göç Etmiştir?

Harzemşahlar, Bahattin Velet’in manevi nüfuzundan çekinirlerdi. Bir süre sonra bu yüzden araları açıldı. Bunun üzerine Bahattin Velet, Belh’ten ayrılmak zorunda kaldı. O sıralarda Mevlana, daha küçük bir çocuktu. Babası ile birlikte, İran’dan, Bağdat’tan geçerek Hicaz’a geldi. Hac ibadetinden sonra da, Şam yoluyla, Anadolu’ya geçtiler. Anadolu’daki Selçuklu İmparatorluğunun ihtişamlı bir çağıydı. Bahattin Velet, Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi Konya’da çok büyük bir saygıyla karşılandı. Mevlana yirmi dört yaşlarındaydı.

Mevlanna’nın Ana ve Babası Nerede Öldü?

Mevlana’nın annesi Mümine Hatun Karaman(Larende) şehrinde, babası Bahattin Velet ise 1231 tarihinde Konya’da vefat etti.

Mevlana’nın Hayatındaki En Önemli Kişi Kimdi?

1244 yılında Konya’ya Tebrizli Mehmet Şemsettin adında bir derviş geldi. Bu esrarlı kişinin Pek yüksek duyguları ve görüşleri vardı. Tebrizli Şems’in Konya’ya gelişi Mevlana’nın hayatını büsbütün değişik bir yöne yöneltti. Mevlana o sıralarda 37 yaşlarındaydı. O güne kadar Mevlana; ciddi, ağır başlı büyük bir bilgin olarak tanınmıştı. Büyük bir fikir adamıydı. Tebrizli Şems’in gelişi ise Mevlana’nın duygu dünyasını alt üst etti ve onu bir gönül adamı haline getirdi.

Şems-i Tebriz’i, Konya’dan Neden Kaçtı?

Şems-i Tebriz’i, Mevlana’nın duygu dünyasını alt üst etmiş ve onu bir gönül adamı yapmıştır. Şems, Mevlana’daki deha ateşini büsbütün tutuşturdu.  Mevlana, Şems’ten başka herkesi ihmal etmeye başlamıştı. Bu durum, kendisini sevenleri de, çömezlerini de son derece üzüyordu. hatta Şems’i ölümle bile tehdit etmekten geri kalmadılar. Bu durumdan sıkılan Şems de, 1246 yılında, Konya’dan gizlice Şam’a kaçtı.

Şems-i Tebriz’i Konya’ya Geri Döndü mü?

Mevlana, Şems-i 15 ay süren sohbetine dayanamamıştı. Onun gitmesiyle perişan oldu. Bu sonucu beklemeyen çömezleri ise, yaptıklarına pişman oldular. Şems’in Şam’da olduğunu biliyorlardı. Mevlana, dönmesi için ona birçok mektup yazdı. Sonra da, oğlu Sultan Velet’i 20 kişilik bir kafileyle Şam’a gönderdi. Mevlana’nın mektuplarıyla Şems, yumuşayarak, ayrılmasından 9 ay sonra 1246 yılında Konya’ya dönmeye razı oldu.

Daha Sonra Şems Nereye Gitti?

Mevlana, Konya’nın en yüksek, en aydın tabakası ile birlikte Şems’in meclisine devama başladı. Mevlana artık ne ders ne de vaaz veriyordu. Kendi iç dünyasına dalmıştı. Öğrencileriyle çömezleri bu durumdan da hoşnut olmadılar. Bu kuvvetli hoşnutsuzluk karşısında Şems, 1247 yılında ansızın ortadan kayboldu. Bu esrarengiz gidiş, hiçbir zaman aydınlanamadı.

Mevlana Nerede ve Ne Zaman Öldü?

Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihinde 66 yaşındayken Konya’da öldü. Hastalığı, yüksek ateş yapan bir karaciğer rahatsızlığıydı. Cenazesinde, bütün Konyalılarla birlikte Hıristiyanlar ve Yahudiler de vardı. Türbesini Selçuklu veziri Alemettin Kaysar yaptırdı. Mevlana’nın ölüm anına, Şeb-i arus (Düğün gecesi) denir. Bu gece, aşığın maşuğa (Allah’a) kavuştuğu gecedir.

Hz. Mevlana'dan birkaç söz

Hz. Mevlana'dan birkaç söz:

Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim
Ben Hz. Muhammed'in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikâyetçiyim...

Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim...

Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap...

Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...

Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...

Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil...

Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Mademki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin...

Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk?
Mademki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...

Hz. Mevlana'nın Yedi Öğüdü:

Hz. Mevlana'nın Yedi Öğüdü:

1.  Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
2.  Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
3.  Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
4.  Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
5.  Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
6.  Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
7.  YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL. 

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ

Mevlana'nın asıl adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlana ismi O'na daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Semseddin-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yı sevenler kullanmış, adeta adi yerine sembol olmuştur. Rumi, Anadolu demektir. Mevlana’nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyar-i Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı. 

Sultân’ül-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır. 

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebriz’i ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebriz’inin yerini doldurmaya çalıştılar. 

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadreddin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı. 

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir" 

2007 Mevlana Yılı 

Hz. Mevlana'nın doğum yılı olan 30 Eylül 1207 tarihi oluşuna dolayısıyla, Türkiye, Afganistan ve Mısır'ın teklifi üzerine, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), 800'üncü doğum yılı olan 2007 yılının "Mevlana Yılı" olarak anılmasını kararlaştırdı.

Meşhur Bilderberg toplantısına bu yıl hangi Türkler katılıyor

  Dışarıya tamamen kapalı bu kulüp, komplo teorisyenlerinin de sıkça beslendiği bir yer olma özelliğini taşıyor. Bu yıl, organizasyona 23 ül...