24 Ocak 2011 Pazartesi

Uygarlıklar Çatışması

Uygarlıklar Çatışması
Numan Hazar

Uygarlıklar çatışması görüşü 1993 yılında Amerikalı sosyal bilimci Samuel P. Huntington’ın “Foreign Affairs” dergisinde yayınlanan “Medeniyetler Çatışması” (The Clash of Civilizations) başlıklı makalesinde ortaya atılmış ve bu makale önemli yankılara yol açmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ertesinde kaleme alınan makalesinde Huntington, ABD’nin tek süper güç olarak kalması nedeniyle dünyanın artık çokkutuplu olma özelliğini yitirdiği, bölgesel düzeyde görülen çatışmaların dinî nedenlere dayandığı, bundan böyle dünyada ortaya çıkacak çatışmaların da belli başlı uygarlıklar arasında cereyan edeceği görüşünü savunmuştur.

Oysa aynı dönemde başka türlü görüşler de ileri sürül­müştür. Küreselleşme olgusunun kapsamlı boyutlara ulaşması dolayısıyla, ortaya çıkan çeşitli ekonomik, sosyal ve kültürel so­runlara rağmen dünyanın çeşitli bölgelerindeki toplumların daha hızlı etkileşim içine girdiği belirtilmiş, dünyanın son tek­nolojik gelişmelerle iletişim ağının yaygınlaşması sebebiyle bir “küresel köy” haline geldiği gözlemlerinde de bulunulmuştur.

Kaydedilen ilerlemeler sonucunda tek dünya olgusunun ortaya çıktığı, bunun da uluslararası düzeyde ahenk ve uyum getireceği düşüncesi savunulan görüşler arasındadır. Nitekim, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının küresel düzeyde çatışma or­tamının kaybolmasına ve bunun da yerini uluslar arasında gö­receli olarak bir ahenk ikliminin ve karşılıklı anlayışın belirme­sine yol açtığı ifade edilmiştir. Bu görüşü savunan Amerikalı sosyal bilimci Francis Fukuyama “Tarihin Sonu” (The End of History) isimli eserinde tarihin sonu şeklinde nitelendirdiği bir tezi geliştirmiş ve belki de şimdi insanlığın düşünce evriminin son şekline ulaşılmış olduğunu, insani değerlere dayanan son yönetim biçimi olarak Batı’nın liberal ve demokratik değerleri­nin evrensel bir nitelik kazanmış bulunduğunu ileri sürmüştür. Fukuyama ayrıca, Üçüncü Dünya’nın bazı bölgelerinde çatış­malar olabileceğini, ancak, sadece Avrupa’da değil, küresel dü­zeyde çatışma olasılığının kaybolduğunu ifade etmiştir. Sov­yetler Birliği’nin dağılması ile Çin dahil dünyanın çeşitli bölge­lerinde köklü değişiklikler meydana geldiğini, artık dünyada ideolojik çatışmaların yerini ekonomik ve teknolojik sorunların çözümlenmesi çabalarına bıraktığı görüşünü dile getirmiştir.

Uygarlıklar arasındaki güç dengesinin değiştiğine dikkat çeken Huntington, Batı’nın etkisinin göreceli olarak azaldığını, Asya uygarlıklarının ekonomik, askerî ve siyasî güçlerini yay­gınlaştırdıklarını, İslam dünyasında bir nüfus patlaması oldu­ğunu ve bunun da sadece İslam ülkeleri için değil, aynı za­manda komşuları için de istikrar bozucu bir ortamın belirme­sine yol açtığını, Batılı olmayan uygarlıkların genel olarak kendi kültürlerinin değerini vurguladığını ifade etmiştir.

Uygarlık temeline dayalı bir dünya düzeninin belirdiğini ve birbirlerine karşı kültürel yakınlık duygularını paylaşan toplumların aralarında işbirliğine yöneldiklerini belirten Huntington, toplumların bir uygarlıktan diğerine geçişini sağ­lamaya yönelik çabaların başarısız olduğunu, ülkelerin kendi uygarlıklarını temsil eden önder veya çekirdek ülke etrafında gruplaştıklarını ileri sürmüştür.

Batı’nın evrensel olma iddiasının kendisini diğer uygarlık­larla, özellikle İslam dünyası ve Çin ile çatışmaya ittiğini, uy­garlıkların çatlak hatlarındaki savaşların geniş ölçüde Müslü­manlarla Müslüman olmayan toplumlar arasında olduğunu, bunun sonucunda beliren ittifak veya dayanışmaların da uy­garlık çizgisi ile aynı olduğunu, savaşların tırmanarak yayıl­ması tehlikesinin bu şekilde ortaya çıktığını belirtmiştir.

Huntington’ın görüşlerine göre, Batı’nın bekası, Ame­rika’nın Batı kimliğini teyid etmesine ve Batılıların da kendi uygarlıklarının tek olduğunu ve evrensel olmadığını kabul et­melerine, yeniden birleşerek bu uygarlığı Batılı olmayan top­lumlara karşı korumalarına bağlı bulunmaktadır.

Huntington, küresel düzeyde uygarlıklar arasında savaş olasılığından kaçınılması için dünya liderlerinin, küresel politi­kanın çok uygarlıktan oluşan niteliğini korumayı kabul etmeleri ve bu anlayış ile işbirliğine yönelmeleri gerektiğini ileri sür­müştür.

Soğuk Savaş sırasında dünyanın Batı (Özgür Dünya), Ko­münist Blok ve Bağlantısızlar şeklinde üç bloktan ibaret oldu­ğunu belirten Huntington, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve Varşova Paktı sisteminin çökmesinden sonra dünyada çeşitli uygarlıklardan oluşan bir görünümün belirdiğini kaydetmiştir. Huntington’a göre, beliren yeni dünyada en yaygın, önemli ve tehlikeli çatışmalar, zengin ve yoksul toplumsal sınıflar ara­sında ya da diğer belirli ekonomik sınıflar arasında değil, çeşitli kültürel kimliklere ait olan halklar arasında olacaktır. Uygar­lıklar içerisinde kabile savaşları ve etnik çatışmalar da olacaktır. Değişik uygarlıklara mensup devletler ve gruplar arasında şid­det, tırmanma potansiyelini de içermektedir. Zira, bu uygarlık­lara mensup devletler ve gruplar kendilerine yakın olanları destekleyeceklerdir. Rwanda’daki çatışma fazla yaygın olmaya­cak, sadece komşu birkaç ülke üzerinde etkide bulunabilecektir. Bununla birlikte, Huntington’a göre, Bosna, Kafkasya, Orta Asya ve Keşmir’de uygarlıklar arasındaki çatışmalar daha geniş kapsamlı savaşlara dönüşebilecektir.

Yugoslavya’daki uyuşmazlıklarda Rusya Sırplara destek olurken, Suudi Arabistan, Türkiye, İran ve Libya Boşnaklara para ve silah yardımında bulunmuştur. Huntington’a göre, bu­nun sebebi güç dengesi politikası, ideoloji veya ekonomik çıkar olmayıp kültürel yakınlık ile açıklanabilir.

Dünyanın 7-8 farklı uygarlığa bölündüğü gerçeği göz önünde bulundurulduğunda dünyadaki olayların daha iyi an­laşılmasının mümkün olabileceği, artan uyuşmazlıklarda neyin önemli neyin önemsiz olduğunun saptanabileceği, gelişmelerin nasıl bir seyir alabileceğinin görülebileceği ve politikacıların ge­rekli önlemleri bunların ışığında alabileceği Huntington tara­fından ifade edilmiştir.

Uluslararası sorunlara uygarlıklar temeli açısından yakla­şan anlayış, dünyadaki bütünleşme güçlerinin de farkındadır ve bu gerçeğin kültürel değerlere bağlılık ve uygarlık bilinci gibi karşı güçler yarattığını da bilmektedir.

Yine Huntington’a göre, dünya bir bakıma ikiye ayrılmış­tır. Temel ayrılık, bugüne değin egemen güç olan Batı ile tüm diğer uygarlıklar arasındadır. Ancak, Batı dışındaki tüm uygar­lıklar arasında ortak olan çok az şey vardır. Özetle dünya, Batı Uygarlığı ve birçok unsurlardan oluşan Batılı olmayan dünya şeklinde iki bölüme ayrılmıştır.

Uluslararası politikadaki en önemli aktörler millî devlet­lerdir ve bu durum böyle olmaya devam da edecektir. Bununla birlikte, millî devletlerin çıkarları, ortaklıkları ve uyuşmazlıkları artan ölçüde kültür ve uygarlık unsurları ile şekil alacaktır.

Dünyada gerçekten de anarşik, kabileler ve milletler ara­sında çatışmalara elverişli bir ortam mevcuttur. Bununla bir­likte, dünya barışı ve istikrarı için en çok tehlike içeren çatış­malar farklı uygarlıklara mensup gruplar ve devletler arasın­daki çatışmalar olacaktır.

Huntington bu görüşlerini ileri sürdükten sonra son za­manlarda görülen çeşitli uluslararası sorunlarda, uygarlıklar arası farklılaşma niteliğini örnekler göstererek açıklamaya ça­lışmıştır:

somali ve islam

Dünyaya hakim olan dinsiz kültür, insanları fedakarlık ve yardımseverliğe değil, bencilliğe sürüklemektedir Bu kültür, bir toplumun kendi içinde aşırı fakirler ve aşırı zenginler meydana getirdiği gibi, dünyanın genelinde de bu ayrımı meydana getirmektedir Allah Kuran'da yoksulları ve muhtaçları doyurmayan, aksine onları hor gören insan modelinin "dini yalanlayanlar" olduğunu şu şekilde açıklamaktadır:
"Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan; Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur" (Maun Suresi, 1-3)
Dolayısıyla; insanların dünyada barış, huzur ve mutluluk içerisinde yaşayabilmeleri, dini yalanlayan değil, dinin sunduğu güzel ahlaka samimiyetle inanan ve dine göre hareket eden insanların yeryüzüne hakim olması ile gerçekleşecektir Bu nedenle, İslam ahlakını samimi olarak yaşayanların çoğalması ve dünyada söz sahibi olması, mazlum Müslümanlar için olduğu kadar, dünyanın diğer mazlum insanları için de bir kurtuluş olacaktır
Açlık, sefalet, kaos ve terörün hüküm sürdüğü Somali'de yaşanan bu zulmün temel nedeni insanların "dini yaşamamaları"dır Dinin sunduğu Kuran ahlakı yaygınlaştığı takdirde sadece Somali'de değil tüm dünyada bereket, bolluk, barış ve huzur hakim olacaktır

Yavuz sultan selim ile türkmen kızı

Kamil iken cahil ettim alimi,
Vahşi iken yahşi ettim zalimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim’i,
Her oyunu bozan gizli zor benim… benim adım AŞK…(C.Safi)

Aşk ne menem bir şey.
O sertliği ile tanınan Cihan padişahı Yavuz Sultan Selim’i;
“Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek.” dedirtecek kadar GÜÇLÜDÜR.
Bu aşk ne makam tanır, ne mevki, ne de yaş.
İnsanın başına gelmeye görsün dağıtır un ufak eder insanı…
Hikayeyi daha önce radyo programımda anlatmıştım.

Sultan Selim, Şam yakınlarında bir yerde otağını kurdurarak burada bir müddet kalır. Bir Türkmen kızı da, padişahın çadırına gelerek, otağın temizlik işlerini yapar, bir sabah temizlik için geldiğinde, Sultan Selim’i görür ve Sultan’a aşık olur.
Gönüldür bu elbette ben temizlikçi o Sultan’ı dinlemez ve bir gün dayanamayarak bir kağıda bir mısra/söz yazarak başucundaki direğe asar.
Sultan yatağına geldiğinde notu görür:
“Derdi olan neylesin?”
Zaten şair ve edebi yönü çok yüksek olan Sultan, hiç düşünmeden aynı direkteki dizenin altına notunu düşer:
“Derdi olan söylesin”

Türkmen kizi, ertesi gün yazıyı gördüğünde karmakarışık duygular içinde ağlar ve koca cihan sultanına aşkını ilan etmenin, ölümcül bir tehlikesi olduğunu da bilmesine rağmen her şeyi göze alarak diğer satırı düşer.
“Korkuyorsa neylesin?”

Sultan, aksam, çadıra döndüğünde, notu görür ve Türkmen kızının notu yazma, cevap verme cesaretine ve belagatinin güzelliğine gizliden hayran olur, onun da içine bir garip duygu düşer ve aynı direğe aynı kağıda son notunu yazar;
“Hiç korkmasın söylesin.”

Bugüne kadar yaşanmamış, görülmemiş ve duyulmamış bir şeydir…
“Derdi olan neylesin?”

“Derdi olan söylesin”

“Korkuyorsa neylesin?”

“Hiç korkmasın söylesin.”

Sabah notu bulduğunda Türkmen kızının Kalbi, adeta ağzından çıkacak derece de atmaktadır.
Bir oyun oynamış ve padişah da oyununu görmüştür gerekli, yerlerden görüşme talebini sununca Padişah’a, koca Sultan da derhâl bir emir vererek:
“Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tîz elden bu kizi huzura getirin.” der.
Emir yerine getirilir ve Ahu gözlü, güzeller güzeli, nazenin, ceylân gibi bir Türkmen güzeli huzura girer.
Girdiği anda güzelliği karşısında adeta çarpılır Sultan, kız ise yüzü al al, nefes alış verişleri karışık durmaktadır. Kafasını kaldırır Sultana bakar ve iki adım atar, Sultan’da ona doğru yönlenir…
Kalpler alabildiğine atmakta ve tek kelime konuşulmamaktadır.
O anda bu duyguyu kaldıramayan Güzelim Türkmen kızı;
“Sultanım” der ve Sultan’ın kollarına düşerek son nefesini verir.

Evet bu heyecana dayanamayan Türkmen kızı ölmüştür ve son nefesini en sevdiğinin kollarında vermiştir.
Şahitleri o an orada bulunan Hasancan ve direkte duran satırlardır.
“Koca Sultan da dayanamaz ağlar ve yaptırdığı mezarın taşına, altta ki o meşhur dörtlüğü yazdırarak, Tüm Dünyaya aşkın gücünün karşısındaki çaresizliğini, şöyle dile getirir:

Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek
Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek
Sîrler pençe-i kahrimdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek.”
Yani;
Bilmem gözlerime felek nasıl bir büyü yaptı ki
Gözümü kan içinde bıraktı, aşkımı artırdı
Benim pençemin(gücümün) korkusundan arslanlar(bile) titrerken
Felek beni bir ahu gözlüye esir etti..
Aşk böyle bir şey işte, yazının başında ki dörtlükte ne diyordu şair;

Kamil iken cahil ettim alimi,
Vahşi iken yahşi ettim zalimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim’i,
Her oyunu bozan gizli zor benim…
BENİM ADIM AŞK

Hz. Mehdi 2015 yılında gelecek inşallah

ilahi gizli sırların ortaya kuran mucize ayerleri ve hadisle,kehanetlerle açığa çıkması
218 yıllık geleceğin tarihi döenemini oluşturan ip ucu rakamları ,yani matematiksel ve tarihsel sürelerin kaynaklarınınhepsi hz. Muhammed (S.A.V)tarafından 1385 yıl önce bildirilmiş ve günümüze hadis kitapları ile getirilmiştir
218 rakamın birleşen verileri
30 ,33,7,38,40,70=218 yıl eder.bu rakamlardan sadece 7 rakamı,peygamber tarafından önceden bildirilmemiştir.onu biz bulduk
diğer ip ucu rakamların=
30,33,7,38,40=148 yıl,bu rakam ana toplam 218 yıldan çıkartılır ve son 70 yıllık dönem bulunur.bu 70 yıllık son dönem büyük kıyametten önceki ,putperest kafirlerin dünyada hakim olacağı ve islamiyetin yok olacağı,altın çağın yaşanmayacağı,hak ve adaletin olmayacağı dönemdir.diğer rakamların işaret ettiği manalara bakalım
30 yıllık dönem=hz. mehdi Muhammed'in 1986 VE 2015 yılları arasında bebek ve çocuk olarak gizli kalacağı dönem.09.02.1986da doğduğu için,1985+30=2015=mehdinin ortaya çıkacağı yıl olarak kabul edilir.(09.11.2015-cuma).
33 yıl ise,mehdinin 2015 ten 2047 sonuna kadar,isa olmaksızın krallık yapacağı dönem
7 yıl ise mehdinin isa mesih ile birlikte islama hizmet edecekleri dönemdir.
38 yıl ise,hz.isa'nın 2048-2093 yılları arasında islama hizmet edeceği hak ve adalet nizamı sağlayacağı dönem.
40 yıl ise,2093-2203yılları arasında zamanın 12 misli kısalacağı 110 yıllık dönem içerisinde baştaki 40 yılın içinde tüm dünya müslümanlarının son 40 yılını 2133 e kadar gösterir. 7O yıl kafirlerin kıyametten önce yaşayacakları kısa ve en son dönem
büyük kıyamet alameti olanmehdi Muhammedin 1986 yılında doğması,geleceğin tarihi döemine ait 218 yıllık sürecin başlaması

Dünyamız 9.şubat.1986 yılında ,Beklenen İslami Kurtarıcı, Mehdi Muhammedin doğması ile 218 yıllık Geleceğin Tarihi dönemi başladı.Bu durum bizim ispatlanmış tahminimizdir.Yani ispatlandığı için bir bakıma İslami kaynakların doğrulaması ile kesinlik kazanmış olmaktadır.Mahşerin Habercilerinden birisi olan Halley Kuyruklu Yıldızı,9.Şubat 1986 tarihinde Dünyamıza uğradığında ,manevi bakımdan üç şeye müjde işareti vermiştir.

1-Beklenen Mehdi Muhammed dünyaya bebek olarak gelmiştir.Şu anda 20 yaşındadır.Kimliği gizlidir.Yeride gizlidir.30 yaşına geldiğinde 9 kasım2015 tarihinde ortaya çıkacaktır.

2-Halley Kuyruklu yıldızın gelmesi Kıyamete kadar sürecek olan ,218 yıllık Geleceğin Tarihi sürecini başlatmıştır.Bu süreç aynı zamanda 10 Büyük Kıyamet Alametinin tamamının görülüp yaşanacağı süreç olmaktadır.

3-Halley Kuyruklu Yıldızı ,aynı zamanda Gayb Aleminin bilinmez gizli sırlarının ,SIR DEŞİFRE KİTAPLARI olan,(Ruh -Madde Yayınları,Bilgi Kitabı,Ra Bilgileri,Kuranın gizli şifreleri,Mahşerin Habercileri ve Kuranın 7777 Mucizesi,19 Mucizesi gibi kitaplar vasıtası ile ortaya çıkacağını,Yani İncil Tevrat ve Kuran gibi kutsal Din Kitaplarının önceden haber verdiği,gizli sırların açılıp saçılacağını müjdelemiştir.Hepside gerçekleşti.Herkes tamamen duymasada bir kısım insanlar bundan haberdardır.

Kuyruklu Yıldız Halley aynı zamanda Yeniden Doğuş yani Reenkarnasyon gerçeğine ait, gizli Dini sırların Melek ve Şeytanlara, Cinlere ait gizli sırlarında deşifre edilip ,herkese açıklanacağını müjdelemiştir.Bu konuda ,özel Araştırması olanlar, birbirlerinden habersiz, bağımsız çalıştıkları için bir fikir uzlaşması resmen yapılamamıştır. Basın -Medyada bu Araştırmacı İnsanların Araştırma sonuçlarına kasıtlı olarak duyarsız davranmaktadır,ilgisiz kalmaktadır.

Basın-Medya halkın uyanmasını istemeyenlere hizmet etmektedir.Nice dandik haberler, Tv.de, Gazetelerde boy boy hergün yer alır.Fakat Tanrısal Gaybi sırların deşifre konusu,ilahi boyutta olmalarından dolayı yer almaz bir türlü.Aslında bunu yapanların Tanrıya karşı ,Tanrının Gizli sırlarının ortaya çıkması hususuna karşı,samimiyetsiz ve saygısız olduğunuda göstermektedir. Manevi yönden Toplumun bilinçlenmesini engelledikleri için ,Tanrıya karşı vebalden kurtulamazlar.

Yarın çok geç olduğunda İnsanlığın topluca Tanrıya yönelmeleri ve dua etmeleri onları kurtarmıyacaktır.Bu kısır döngü zaten aynı biçimde binlerce yıldır devam etmektedir.Ölüm anında tövbe ve pişmanlık içine girilen ve yaşanan tehlikeyi ,sıkıntıları ortadan kaldırmaz ve herkes hak ettiği belayı ve cezayı bulur.Aslında bu duyarsızlığın temelinde Siyasal Dincilerin, kendi dinleri adına, laikliği , Demokrasiyi ,Cumhuriyeti, Özgürlüğü ve insan Haklarını engellemelerinden dolayı olmaktadır.Bu yüzden herkes, Din kavramlarını açıkça sırları ile beraber tartışmaktan kaçınmaktadırlar.

Yani suç Hiç bir Dinde değildir, fakat Dini kendi arzularına göre yönlendiren Siyasal Dincilerindir. İşte bu yüzden Küçük Kıyamet olan yeni Nuh Tufanı ve Büyük Deprem ve Tsunamiler kapımıza dayandı.


Aşagıda verilen tarihler sadece bir kaç alimin araştırmaları hesaplamaları sayesinde bulunmuş bazı tahminler, bakın tahmin diyorum, ne kadar gerçek oldugunu ALLAH bilir, bizde bekler gerçekligini veya yalan oldugunu zamanla görürüz, verilen tarih bizden çokta uzak degil neticede...


Ne kadar dogru bilmiyorum ama verilen örnekler ve hesaplamalar dikkatimi çekti, yinede kesin konuşmamak lazım, aslı olmayabilir..
ALINTIDIR


üstteki yazılı olanlar kehanettir en doğrusunu okuduğum ve ilgimi çeken bu yazıyı sadece yorumunuza açmak istedim yazının kaynağı belirtilmemişti her hangi bir kaynak yok

Ebced hesabı ve Hz. Mehdi(a.s.)

Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin vazifelerini yerine getireceği tarihleri Risale-i Nur'da müjdelemiş. Hicri 1327'de Şam'daki Emevi Camii'nde on bin kişilik bir cemaate verdiği Şam hutbesinde aynen şöyle söylüyor: 30-40 sene sonra fen ve hakiki marifet (hüner, sanat , ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin iyi ve faydalı yönlerini o üç kuvvetle tam donatıp, gerekli ihtiyacını karşılayıp, o dokuz engelleri yenip, dağıtmak için gerçekleri araştırma eğilimi ve insaf ve insan sevgisini, o dokuz düşman sınıfının cephesine göndermiş Hz Mehdi; İnşaAllah yarım asır sonra onları darmadağın edecek.
Şam Hutbesi, Hz. Mehdi'nin görev zamanı ile ilgili net tarihler vermiş olması açısından son derece önemli: 1981- 1991 yılları, Hz. Mehdi'nin faaliyetlerine başlaması, 2001, Hz. Mehdi'nin materyalist felsefe karşısındaki galibiyetinin dönüm noktası. 50 yıl içinde yani materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerin insanlar üzerindeki etkisinin 10 yıl gibi kısa bir süre içinde yok olacağına işaret etmiş. Bu tarih ise Hicri 1421 yani 2001 yılına denk geliyor...

*****************

Bediüzzaman ' kışta' gelmişti, Hz. Mehdi ve yardımcılarını “baharda gelecek kudsi çiçekler” kendisini ise, “bu mübarek şahsın askeri olarak nitelendirmiş, yapmakta olduğu hizmetleriyle Hz. Mehdi'ye zemin hazırladığını belirtmişti. Nursi, Hz. Mehdi dışında hiçbir müceddidin Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç büyük görevi birarada yerine getiremeyeceğini vurgulamıştı. İleride Müslümanları coşturacak, onların İslam'ı koruma hırslarını artıracak ( 11 Eylül gibi) büyük olaylar meydana gelecek ve Büyük Mehdi, onları hak yola davet ederek, Peygamberimizin unutulan sünnetini ihya edecek. İslam'ı koruma gayretinin artması sonucu, Hz. Mehdi'nin başa geçmesi ile birlikte, bu kutlu şahıs insanları hak yola ve gerçeğe yöneltecek.

EBCED NEDİR?

EBCED NEDİR?

Ebced düzeni "Arap alfabesinin ilk tertibi; harflerin taşıdığı sayı değerlerine dayanan hesap sistemi" (1) şeklinde tarif edilmektdir. Bu sistemin, İbrânîce ve Ârâmîce'nin de etkisiyle Nabatîce'den Arapçaya geçmiş bulunduğu ve Hz. Peygamber (a.s.m) devrinde de olduğu gibi kullanıldığı bilinmektedir. (2)

Ebced sisteminde yer alan harfler ve sayı değerlerini gösteren tablo :





Ebced Hesabının Kaynağı

Ebced hesabının menşei hakkında farklı rivâyetler vardır. İslâm öncesinde 22 harften meydana gelen ve "Ebced, Hevvez, Hutti, Kelemen, Se'fas, Kareşet" kelimelerinin sayısı olan altı rakamı gözönünde bulundurularak, Medyen hükümdarlarından altı kişinin adı, İlâhî isimlerin altı anahtarı, hafta günlerinin adı v.s. gibi kesin bilgiyi ifade etmeyen değişik rivayetler sözkonusu edilmiştir.(3) Tâhirü'l-Mevlevî'ye göre, Arap ebcedinin İbranî ve Arâmî alfabesinden alındığına şüphe yoktur.(4) Arap edebiyatının ünlü isimlerinden Müberred ve Sîrâfî gibi âlimlere göre de Arap ebcedi, yabancı menşe'lidir.(5)

Keşfu'z-Zünûn'da, cifir ve ebced ilminin, konunun uzmanları olan mânevî ilimlerde derinleşen simalar için bir çok esrarın anahtarı hükmünde bulunduğu ve Hz. Ali tarikiyle özellikle Ehl-i Beyte tevârüs eden bir ilim olduğu belirtilmiştir. Bu ilmin eski peygamberlerin kitaplarında da yer aldığına dair rivâyetlere işaret eden Çelebi, "Bu ilme, ancak âhirzamanda gelecek olan Hz. Mehdî, hakkıyle vâkıf olur" diyen bazı âlimlerin görüşlerine de yer vermiştir.(6)

Bazı müsteşrikler tarafından tertip edilen ve Mısır'da tercüme edilerek neşredilen "Dairetü'l-Mearifi'l-İslâmiyye"de belirtildiğine göre, harflerin, rakamlara delâlet etmek üzere kullanılma geleneği, İbrânî ve Arâmîlerde de vardı. Hemze'den, kaf'a kadar olan harflerin, birden yüze, son dokuz harf de 200'den 1000'e kadar rakamlara delalet ediyordu.(7)

Kur’an’da Ebced hesabının varlığını kabul eden Ebu’l-Aliye gibi alimlerin görüşlerine yer veren Kadı Beydâvî, onların dayandıkları Ebcedle ilgili meşhur hadisi kabul etmektedir. Ancak Hz.peygamber (a.s.m)’in onlara karşı gösterdiği davranışın, onların söylediklerini kabul ettiği anlamına gelmeyeceğini, aksine onlara karşı gösterdiği tebessümü, onların cehaletine karşı bir tepki olabileceğini vurgulamaktadır. Bununla beraber, Kur’an’da Ebced hesabının varlığını kabul edenlerin, kabul gerekçelerini şöyle özetlemiştir: “Her ne kadar ebced hesabı, yabancı kaynaklı olsa da, Araplar dahil insanlar arasında, o kadar meşhur bir yere sahip olmuştur ki, âdetâ, yabancı kökenli olan mişkât, siccîl, Kıstas kelimeleri gibi artık arapçalaşmıştır. Onun için onun göstereceği delâletler, diğer arapça ifadeler gibi makbuldur.”(8)

İbn Aşûr gibi bazı âlimlerin bildirdiğine göre, ebced hesabı, kadim zamandan beri kullanılagelen bir sistemdir. Hz. Davud (a.s)'un kitabındaki bazı neşideler bu hesabın simgelerini taşıyor. Yine Romalıların bu sistemle rakamlar kullandıkları bilinmektedir. Bu sistemin Araplara, Romalılar veyahut Yahûdiler tarafından geçtiği tahmin edilmektedir.(9) İbn Aşûr, mukattaat harfleri ve ebcedle ilgili rivâyet edilen hadîsi anlatırken "Hz. Peygamber (a.s.m)'in onlara karşı diğer bazı harfleri zikretmesi O'nun bu harfleri gerçekten ümmetin ömrü için birer işaret kabul ettiği anlamına gelmez" şeklinde bir değerlendirme yapmıştır. Ancak kendisi, hadîsin sıhhati konusunda bir şey söylemediği gibi, ebced hesabını inkâr ettiğini gösteren bir ifadesi de sözkonusu değildir. (10)

Hâkim'in Müstedrek adlı hadis kitabının tahkikli neşrini gerçekleştiren Yusuf Abdurrahman Maraşlı, söz konusu kitap için hazırladığı fihristin mukaddemesinde "ebced" konusuna da değinmiştir. O'na göre, İslâm öncesi dönemlerde Yahudî ve Hristiyanlar tarafından kullanılan ebced sistemi, İslâm'ın zuhûrundan itibaren yaklaşık bir asır kadar eserlerin tertibinde kullanılmış daha sonra terkedilmiştir. Fakat, "ebced hesabı", bir matemetik sistem olarak, tarih boyunca kullanılmaya devam etmiştir.(11) Daha önce 22 harfden oluşmuş bu sisteme müslümanların işi ele almaları ile, "peltek se, hı, zel, dad, zı, ğayın " harfleri ilave edilmiş ve sayı 28'e ulaştırılmıştır.(12)
Muhammed Hamidullah'ın görüşü de şu merkezdedir: Ayın 28 menzili gibi, arap alfabesi de 28 tanedir. Bunlar her biri belli bir sayıyı göstermek suretiyle 1'den 1000'e kadar rakkamları ifade eder. Sûre başlarında bulunan hece harfleri ise 14 tane olup yüksek mânâlar ifade etmektedir.(13)

Güzel bir tevafuktur ki, Ebced sisteminin asıl adı olan “Ebû câd” kelimesinin matematik değeri, 17’dir. İslamın ortaya çıktığı sırada, Mekke’de yazı bilenlerin sayısı da 17’dir.(14)

Annemarie Schımmel'in bildirdiğine göre, müselles (üç haneli kare) diye bilinen, bütün yatay ve düşey satırlarda olduğu gibi, çapraz hatlarda da rakamlarının toplamı 15'i veren bir maharetli karenin İslâmî gelenekte çok yaygın bir yeri vardır. Bu karenin, diğer adıyla Vefk'ın bu değeri, semâvî kimliğinden kaynaklanmaktadır. Bu (sihirli/maharetli) karede yer alan harfler, "B-Tı-D-keskin Z- H-C-V- elif-noktasız Hı” harfleridir. Vefkte bazen kendileri, bazen de ebced değerleri yazılan bu dokuz adet ebced harfinin, ilk defa Hz. Adem (a.s)'e vahiy olarak geldiğine dair yaygın bir kanaat vardır.(15) Karede yer aldıkları şekilde; sözkonusu dokuz harfin yukarıdaki sıraya göre, üçer üçer ebced değerleri şöyledir: 2+9+4=15, 7+5+3=15, 6+1+8=15.

Söz konusu meharetli kare, İmam Gazzalî tarafından da kabul görmüş, “bir tılsım olarak tesiri tecrübe ile sabit olduğu” ifade edilmiştir.(16) Öyle ki, zamanla, Gazzalî’nin karesi (müsellesü’l-Gazalî) şeklinde ün yapmıştır. Aslında bu etkin fonksiyona sahip karenin harfleri, Hz. Ali tarafından da, sırlı olarak kabul gördüğünü gösteren ifadeleri vardır. Esrarlı olduğu bilinen Celcelûtiye kasidesinde, Hz. Ali “Bi sırrı buduhin echezatın /betadin zehecin bi vahi’l-vehâ..”diyerek, bu sırlı harfleri, diğer bir kaç harfle beraber, münacatta kullanmıştır.(17)

Celcelutiye Kasidesi Ebced Hesabına Göre Yazılmıştır:

Hazreti Ali Radıyallahü Anh'ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihâyete kadar bir nevi hesab-ı ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmıştır.(18)

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî'nin kaleme aldığı meşhur Mecmuatu'l-Ahzab adlı eserde Celcelutiye kasidesine de yer verilmiştir. "Bede’tu bi bismillah" cümlesiyle başlayan kasidenin son beyti, kaside sahibi Hz. Ali'nin ismini gösteren ve "Bunlar, yaratıklar insanlar için bir araya getiriliş ilimlerin sırları olup, Hz. Muhammed (a.s.m)'in amcasının oğlu Ali'nin makalesidir" anlamına gelen:

"Mekalu Aliyyin ve’bnu ammi Muhammedin ve sirru ulûmin lil-halaiki cümmiat" beytiyle sona ermiştir. Bediüzzaman'ın da işaret ettiği gibi, kaside baştan sona kadar ebced hesabını gösterir şekilde basılmıştır.(19)

Bu İşin Ehli Olan Alimlere Göre, Ebced Hesabı, Esrarın Anahtarıdır

Cafer-i Sadık (r.a.) ve Muhiddin-i Arabî (r.a.) gibi esrâr-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, Bediüzzaman Said Nursi (r.a) gibi alimler bu hesab-ı ebcediyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişlerdir.(20)

Konuyla ilgili birkaç misâl daha vermekte fayda vardır:
a. Hz. Ali ve Şura Suresi Yorumu:

İzz b. Abdusselam'ın bildirdiğine göre: Hz. Ali, Şura Suresinin başında yer alan "Hâ-Mim-Ayın-Sin-Kaf" şifreli harflerden, Muaviye ile kendisi arasında vuku bulan hadiseleri çıkarmıştır.(21)

b. İbn Kemal ve Enbiya Sûresi Yorumu:

"Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır, diye yazmıştık."(22) mealindeki âyetten İbn Kemal, Sultan Selim'in Mısır'ın Osmanlı ülkesine ilhak tarihini çıkarmıştır. Âyette Tevrat yerinde kullanılan "ez-Zikr" kelimesi, ebced hesabı ile konunun düğümünü çözen anahtar kelimedir. Âyette "ez-Zikr'den sonra" tabiri kullanılmıştır. Bu kelimenin ebced değeri (okunmayan lâm hariç) 921'dir. Mısır'ın fetih tarihi ise, hicrî 922'dir. Demek ki âyet işârî mânâsıyla hicrî 921'den sonra fethin gerçekleşeceğini ifade etmiştir.(23)

Eskiden Beri, Yüksek Edipler, Ebced Hesabını Kullanmışlardır

“Yüksek edibler bu hesabı, edebî bir kanun-u letâfet kabul edip, eski zamandan beri onu istimal etmişler. Hatta letâfetin hatırı için iradî ve sun'î ve taklidî olmamak lazım gelirken, sun'î ve kasdî bir sûrette o gaybî anahtarların taklidini yapıyorlar."(24)

Bu konuda yüzlerce misâl verilebilir. Ancak biz burada nümune olarak bir-iki misâl vermekle yetineceğiz:
Kırım Balıkova Kalesi civarındaki bir camiin kitabesinde:"Hakk muradın hemîşe ide atâ; "Kabbelallahu hayrekum" tarih ola." şeklinde bir ifadeyle "Allah hayrınızı kabul buyursun" anlamındaki son cümle ile mâbedin 1068'de yapıldığı gösterilmiştir.(25)

Mihriman Sultan'ın vefatına, "Hâdise-i mevt" terimi ile tarih düşürülmüştür. Bu tabirin ebced değeri 965 olup, onun vefat tarihidir.(26)

Ebced harflerinin aritmetik değerlerine göre kullanımları edebiyat sahasında olduğu gibi, fizik, kimya gibi fen bilimleri sahasında da kullanılmıştır. Büyük memurların tayin ve terfî tarihlerinde, doğum ve ölüm tarihlerini belirlemede yaygın bir şekilde kullanılmıştır.(27)

EBCEDLE İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR:

Ebced Hesabı ve Hurufîlik Meselesi:

Bazı kimseler, Ebced hesabı gibi Esrar-ı hurufla ilgili işarî tefsir yorumları ile, hurufîlik safasatasını birbirine karıştırmıştır. Bazıları da, bir tefsir metudunun kabul edilebilmesi için, onun Hz. Peygamber (a.s.m) tarafından kullanılmış olması gereğinin varsayımından hareketle, bu tür işârî tefsir metotlarına, bu çeşit yorumlara katılmama taraftarıdır. Onun için bu konuyu, soru-cevap şeklindeki bir diyalogla açığa kavuşturmakta fayda vardır:

Soru : Ebced hesabının, hurufçuluk (hürûfîlik) ile bir irtibatı yok mudur?

Cevap: İslâm inancını ortadan kaldırmak için ortaya çıkan, bâtıl bâtınîliğin bir kolu olan tarihdeki Hurûfîlik ekolunun kurucusu sayılan, Fazlullah adındaki şahsın doğum tarihi, hicrî 740'dır. Halbuki İslâm literatüründe "Esrâru ilmi'l-hurûf" olarak geçen ve harflerin sırlarına dair yapılan ilmî çalışmalar çok önceden vardı. Misâl olarak harflerin esrarı konusunda meşhur olmuş Muhyiddin İbn Arabî'nin ölüm tarihi hicrî 638'dir.(28) Hatta ondan daha önce bu konuda oldukça fazla şöhret bulmuş İbn Berrecan'ın ölüm tarihi, hicrî 536'dır.(29)

Soru: Ebced hesabını kullananlar, hicrî tarih yanında, miladî tarihe göre de tespitler yapmaktadır. Miladî tarihi kullanmak doğru olabilir mi?

Cevap: Kur’an’da bu metodun kullanıldığını kabul edenler için hicrî veya miladî tarihlerin kullanılmasında hiçbir sakınca yoktur.

Evvela, Allah için bu iki tarih arasında bir ayrılık-gayrılık düşünülemez. Çünkü bu tarihlerin her ikisi de O'nun birer elçisine nispetle ortaya çıkmıştır. Tabir yerindeyse Allah, her harhangi bir tarihi esas alıp ona taraf olmaz, ikisi arasında fark gözetmez.

İkinci olarak, Kur’an’ın maksadı, hicrî veya miladî tarihini ispat edip tespit etmek değildir. Bilakis, onun maksadı, insanlar arasında şöhret bulmuş bir hesap tablosunu/bir tarihi, esas alarak, herhangi bir olayı ona göre tespit etmek ve bunu insanların dikkatine sunarak, kendi semavî kimliğini ortaya koymaktır. Bu hüküm şayet varsa meşhur iki tarihin dışında kalan ve kullanılan diğer tarihler için de geçerlidir. Yeterki Kur’an’ın amacına hizmet etsin.

Üçüncü olarak, Ebced hesabı, bir ifadede yer alan cümlelerin hesabıdır. Bunun tefsirlerdeki orijinal Arapça ismi “hisabu’l-cümel”dir. Buna göre, barındırdığı harflerin sayı değerleri bakımından çok farklı rakamlara ulaşan cümlelerin işaret ettiği olayların yakınlık ve uzaklığına göre, farklı tarihlerin kullanılması, bu durumun tabiî bir sonucudur.

Mesela; Kur'an'da Hz. Peygamber (a.s.m)'e hitaben "Eğer seni vefat ettirirsek.." mealindeki “ev neteveffeyenneke” cümlesinin matematik değeri 632’dir. Bu cümlenin tekrar edildiği üç surenin tertip ‘numaraları ise 63’tür. Burada ayetin manasına gaybî işaretler de dahil edilerek, Kur’an’ın semavî kimliğine dikkat çekilmiştir. Bu tarihlerden ilkini miladî, ikincisini hicrî tarihe göre (Efendimizin ölüm tarihini ve ömrünü) hesaplamak zorunluluğu vardır. Çünkü, bu işaretlerin belirlenmesinde, hesap cetveli ile işarete konu olan olaylar arasındaki tevafukların, uygunlukların büyük rolü vardır. Çünkü tevafukların kendisi de gaybî işaretlerin bir anahtarıdır, bir emaresidir.

Soru: Hz. Peygamber (a.s.m)'in cifir, ebced hesabı ve tevafuk gibi şeylerden hüküm çıkardığı varid olmadığına göre, böyle bir metodu kullanmak caiz midir? Ve bu sünnete aykırı değil midir?

Cevap: Kur'an'ın, had ve hesaba gelmez mânaları, işaretleri, tefsirleri söz konusudur. Halbuki bunların hepsinin, Hz. Peygamber (a.s.m) tarafından ifade edildiğini kimse gösteremez. Şüphesiz bu hakikatler, yine de o kudsî kaynağın malıdır. İlm-i huruf değil; bilâkis, çok zâhir ( Bâtinîliğin zıddı) ve bir aritmetik tablo içerisinde yer alan ebced hesabı ve gözle görünen tevafukları Kur'an'daki bazı işaret ve nüktelerinin anlaşılması için bir vesîle yapılması işaretlerinden istifade edilmesi, elbette Hz. Pegamber (a.s.m)'in sünnetine aykırılığı sözkonusu olamaz.(30) Milyonlarca tefsirdeki milyonlarca farklı yorumların varlığı, bu gerçeğin açık bir delilidir.

Âlimlerin bu konuda dedikleri şudur: Eğer bir tevafuk, değişik yönlerden bir hadiseye baksa, ona uygun düşse, makam ve manaya münasip olsa, böyle bir tevafuk işaret derecesine çıkar. Böyle durumlarda "Bu tevafukla şu ayet, şu hâdiseye işaret ediyor" denilebilir.(31)

Örneğin: hazırlanmış bir sofranın üzerinde, söz gelişi, 10 çatal, 10 kaşık, 10 tabak gördüğümüzde, bu sofraya 10 kişinin oturacağını yüzde yüze yakın, kesin bilgi ifade eden bir tahmin yürütürüz. Çünkü, kesin bilgi edinme yollarının başında gelen husus vahiy kaynağının dışında gözle görülen husustur. Gözün gördüğü bir gerçeğin arka planını görme yeteneğine sahip olan mekanizma ise akıldır. Yerine göre, akıl gözünün gördüğü bir hakikat, normal gözün gördüğünden daha sağlam, daha doğru olabilir.
Semavî kimliği belli olan Kur’an sofrasında serilen ve akla hitabeden tevafuklar, söz konusu misalden çok daha açıktır. Ve buraya davet edilen hikmet misafirlerini, birer ilâhî işaret olarak kabul etmek gerekir.

Yine, bir ifadenin içerisinde yer alan kelimelerin diziliş şekilleri ve harfleri, o ifadenin anlamına ne kadar yakın olsa, ne kadar münasebet ipçikleriyle bir örgü kurabilse, o ifadenin ulvileşmesine o ölçüde katkı sağlar. Bu husus, Belağat ilminin önemli bir kaidesidir.(32) İşte, Kur'an'ın kelime ve harflerinde değişik şekilde görünen tevafuklar, doğru olarak gösterilebildiği ölçüde, birer belağat ve birer edebî sanatı ifade ettikleri gibi, aynı zamanda gaybî haberler veren birer işaret lambaları görevini görürler.(33)

Kur'an-ı Kerim'in pek çok açıdan mucizevî yönleri olduğu gibi, kelimelerinde, cümlelerinde ve nazmında da birçok harikalar vardır. Madem ki, Kur'an'ın ayet ve kelimelerinin gösterdiği hakikatlerde mucize izleri vardır, elbette o ayet ve kelimeleri teşkil eden harflerinde de onun mucizevî işaretleri olacaktır.

Bazı Tevafuk Tabloları ve Kelimelerin Aritmetik Değerleri

Allah'ın, sonsuz ilmiyle her şeyi nasıl kuşattığını ve her şeyi nasıl bir, bir saydığını gösteren tevafuk tablolarının ve kelimelerin aritmetik değerlerinin, Kur'an nezdindeki değerini anlamak için Kur'an'ın kendisine bakmak yeterlidir.

Konu İle İlgili Bazı Misâller:

1. “Allahumme Malike’l-mülk” (Ali İmran, 3/26) İfadesi:

a. Bu ayette söz konusu olan “Allah” ve “Malik” isimlerinin buraya kadar ki tekrar sayısı: 319’dur.(34)
b. Bu ifadenin ebced değeri de 319’dur.
c. Bu ifadenin yer aldığı ayet, Kur’an’ın 319. ayetidir.
Bu ayet-i celile, tevafuk lisanıyla diyor ki: Mülkün maliki olan Allah, Kur’an’ın da sahibidir. Bütün mülkünü tek tek sayıp bildiği gibi, Kur’an’ın her tarafını da tek tek sayıp biliyor. Bu ise, Kur’an’ın O’ndan geldiğini gösterir.

2. Allah’ın “ Şehid” ismi:

a. Her şeyi görüp bilen anlamındaki Allah’ın bu isminin matematik değeri 319’dur.
b. Bu ismin, merfu (ötreli) şekliyle 9. tekrarını yaptığı ve Kur’an’ın genelinde en son geçtiği Buruc Suresinin 9. ayeti, Kur’an’ın sondan 319. ayetidir.
Bu tevafuk şöyle diyor: İyi bilesiniz ki, Şehid kelimesini böyle harika bir tarzda yerine koyan Allah, her şeye şahittir.

3. “Hum bâliğûh”:

a. “Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca, hemen sözlerinden dönüverdiler” (Araf, 7/135) ayetinde yer alan ve “onların ulaşacakları” anlamına gelen “hum bâliğûh” cümlesinin ebced değeri, 1089’dur.
b. Bütün Kur’an’da yalnız bir defa kullanılan bu cümlenin geçtiği ayet, Kur’an’ın 1089. ayetidir.
Sanki bu tevafuk diyor ki: İyi bilinsin ki, siz Kur’an’ı okurken, nasıl bu ayete ulaştınız, onlar da aynen söz verdiğimiz sürelerine ulaştılar; sonra cezaya çarpıldılar. Demek, zulüm söz konusu değildir.

4. “Gaybı bilen Allah”:

a. “Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da, fısıltılarını da bilir. Ve şüphesiz Allah, gaybları (gizlilikleri) çok iyi bilendir” mealindeki ayetin son cümlesinin asıl metni “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb”dur. Bu cümlenin matematik değeri, 1313’tür.
b. Bu cümlenin bulunduğu ayet (Tevbe, 9/78), Kur’an’ın 1313. ayetidir.
c. Cümlenin ebced değeri ile ayetin genel sırası, 13 sayısını gösterdiği gibi, ayetin suredeki numarası da 78 olup 6x13’tür.
d. Ayet numarasının gösterdiği 78 rakamı, hem “aded”, hem de “Hakim” kelimesinin matematik değeridir. Bu ise, burada hikmetli bir sayısal tablonun gösterildiğine işarettir.
Bu tevafuk, ayette yer alan “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb” cümlesinin dediği gibi, Allah’ın bütün sırları /gizlilikleri bilen, sonsuz bir ilim sahibi olduğunu, Kur’an’ın ise, bu sonsuz ilim sahibinin kitabı olduğunu göstermektedir.

Risaleti Tasdik Eden Bazı Tevafuklar

1. “İnneke le mine'l-mürselîn” :

Bilindiği gibi, Hz. Muhammed (a.s.m) 611 tarihinde peygamber olarak gönderilmiştir. Bunu ilan eden: "Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin" mealindeki ayet, Kur'an'da iki yerde zikredilmiştir (Bakara,2/252; Yasin, 36/3).

Ayetin asıl metni:“İnneke le mine'l-mürselîn” cümlenin harf sayısı (okunmayan vasıl hemzesi hariç) 13’tür. 13 harften meydana gelen bu cümlenin ebced değeri ise, 13'ün 47 katı olan 611’dir. Ayetin matematik değeri, anlamını teyid etmekte ve O'nun –miladî olarak- peygamber olduğu tarihi vermektedir.

Şayet okunmayan vasıl elifi de sayılsa, bu cümlenin ebced değeri, 612 olup 36x17’dir. Manidâr bir tevafuktur ki bütün Kur’an’da, Hz. Peygamber (a.s.m)’e hitap eden "Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin" mealindeki ayet, yalnız söz konusu iki yerde geçmiştir. “gönderilmiş peygamberler” tabiri, bu iki ayet arasında, ebced değerlerine uygun olarak 17 defa tekrarlanmıştır.

2. “ABESE” Kelimesi:

Abese suresinin ilk iki ayetinin mealleri şöyledir: "A'mânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve arkasını döndü"
İşte bu üslupta bir harikalık vardır. Çünkü cümlede kullanılan "Abese" fiili malum olmasına rağmen faili zikr edilmemiştir. Bu üslup alışageldiğimiz ifade tarzlarının dışındadır.

Ancak Kur'an-ı Hakim burada mucize bir belgeyi göstermiştir. Şöyle ki; açıktan zikredilmeyen cümlenin faili, bizzat "Abese/Yüzünü ekşitti" fiilinin ebced değerinin içerisindedir. Evet bu kelimenin ebced değeri 132 olup "Muhammed" isminin karşılığıdır. Yine kendisinden yüz çevrilmiş kişinin de ismi verilmemiş ancak, onu da, "el-A'ma" kelimesinin ebced değerinde şifrelemiştir. Evet bu kelimenin ebced değeri 143 tür. Söz konusu kimsenin ismi "Abdullah"ın ebced değeri de 143 tür.

Bu bağlamda görülen bu tevafukları kör tesadüf rüzgârlarına havale etmek doğru değildir.

3. "Eğer seni vefat ettirirsek..”:

Kur'an'da Hz. Peygamber (a.s.m)'e hitaben "Eğer seni vefat ettirirsek.." cümlesi üç defa zikredilmiştir. Bunlardan ilki Yunus suresinin 46. ayetinde geçmiştir.

Ayetin meali "Eğer onları tehdit ettiğimiz (azabın) bir kısmını sana (dünyada iken) gösterirsek (ne a'lâ); yok (onu göstermeden) eğer seni vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de bizedir. (O zaman onlara neler olacağını göreceksin.) Sonra Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir."

Ayette azabın bir kısmının Hz. Peygamber (a.s.m)'e gösterilebileceği hususu vurgulanmıştır.

Mekke'de inen bu surede belirtilen azabın bir kısmı Bedir savaşında gerçekleşmiş ve Hz. Peygamber (a.s.m)'e gösterilmiştir.

Ayette ifade edilen Hz. Peygamber (a.s.m)'in vefat haberi de çok harika bir tarzda ihbar-ı gaybi nevinden söz konusu yapılmıştır. Şöyle ki: "Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesi, Kur’an’da üç defa geçmektedir. Bu cümle açıkça, Hz. Peygamber (a.s.m)’in vefatından söz etmektedir. Geçtiği üç sure ve ayet numaraları da, Hz. Peygamber (a.s.m)'in ömrü olan, 63'ü gösteriyor. Ayet ve Sure numaraları şöyledir: Yunus 10 /46, Ra'd 13/40 ve Ğafir 40/77. Buna göre, ayet numaralarının toplamı: 163’tür. Sure numaralarının toplamı ise, 63’ tür.

"Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesinin harf sayısı, 9’dur. 63 sayısı ise, 9'un 7 katıdır.

Vefatı haber veren bu cümlenin -harfleriyle beraber- ebced değeri, 632’dir. Bu da Hz. Peygamber (a.s.m)'in, miladi vefat tarihidir. İşte tevafuk penceresinden gaybî haberlerin aşikar bir görüntüsü!

Ebced Hesabı nedir? Yapılması doğru mudur?

Ebced Hesabı nedir? Yapılması doğru mudur?
Soru
Ebced hesabı tam olarak nedir ? Yapılması doğru mudur ?

Kullanıcı: kadir_kati | Tarih: 07-Temmuz-2006, Saat: 15:36:04
Cevap
Değerli Kardeşimiz;



Ebced: Cümel, Cifr, Sayı sembolizmi.

Ebced veya Ebûced, Arap alfabesindeki harflerin kolaylıkla hatırda kalması için düzenlenen bir hârf dizisi ile bu harf dizisinin her birine tekabül eden bir rakam değeri sistemi ve diziyi oluşturan sekiz kelimenin ilkinin adıdır.

Harflerin her birine 1'den 1000'e kadar matematik değerler verilmiştir.

Ebced hesabı Fars ve eski Türk edebiyatında tarih düşürmede de kullanılmıştır. Meselâ İstanbul'un Fetih tarihi için Kur'ân-ı Kerîm'den "Âherûn" kelimesi düşürülmüştür. Bunların toplamı

(elif+gayn+ra+vav+nun)=1+600+200+6+50=857

çıkmaktadır ve bu tarih Hicri 857 (M. 1453) yılı olan fetih tarihidir. Ayrıca şâir Fuzûli, Kanunî Sultan Süleyman'ın Bağdat'ı fetih tarihi olan 941 H. yılı için; "Geldi burc-i evliyaya padişah-ı namdâr" mısraını tarih düşmüştür. Yine Sultan Abdülmecid'in saltanata geçişine de "Bir iki iki delik Abdülmecid oldu Melik" mısrası ile tarih düşmüşlerdir.

Bütün hurûf-û hecâ denilen yirmi sekiz harfi içine alan Ebced harf tertibinde harflerin sayısal değerleri şöyledir:

Ebced: Elif : 1, Ba : 2, Cim:3, Dal:4 Hevvez: He : 5, Vav : 6, Ze : 7 Hutti: Ha : 8, Tı : 9, Ya : 10 Kelemen: Kef : 20, Lam : 30, Mim : 40, Nun : 50 Se'fes: Sin : 60, Âyn : 70, Fe : 80, Sad : 90 Karaset: Kaf : 100, Rı : 200, Şın : 3002 Te : 400 Sehaz: Se 500, Hı: 600, Zel : 700, Dazığ: Dad : 800, Zı : 900, Ğaym 1000.

Ebced ilmiyle elde edilen bilgilerin değeri:

Kuran-ı Kerim'de bütün ilimler vardır. Bu ilimleri de herkes kendi kabiliyetine göre okuyabilir veya hissedebilir. Ancak bu ilimleri Kuran'dan okurken, benim anladığım ilim kesin doğrudur diyerek değil de, ben böyle anlıyorum, şeklinde söylemek gerekir. Çünkü bir gün bu anladığı bilgiler yanlış olursa Haşa Kuran yanlış olmuş gibi algılanır.

Örneğin Kuran-ı Kerim'de “Üzerinde “ondokuz” vardır." ayeti bulunmaktadır. Bu sayıdan hareketle Kuran'ın bazı sırlarına ve şifrelerine ulaşmak mümkündür. Ancak bu bilgilere mutlak doğru ve Kuranın kesin işareti olarak bakmanın bazı sakıncaları olacağından dikkatli olmak gerekir. Hiç olmazsa: "Böyle şeyler anlamak mümkündür, fakat bunlar kesin ve değişmez doğrular olmayabilir. Hesaplamalarımızda hata edebiliriz, bu hatalar da bize aittir." demek gerekir.

Ebced hesabı da bunlardan biridir.

Yirmi sekiz harften ibaret olan Arap alfabesi, Emevî Halifesi Abdülmelik bin Mervan zamanına kadar Ebced tertibiyle okunur ve yazılırdı. Abdülmelik bin Mervan zamanında Nasr bin Asım ile Yahyâ bin Ya’mer el-Udvânî’den kurulan bir ekip, Arap alfabesinin harf sırasını değiştirdi ve birbirine benzer harflerin ard arda sıralanması esasına dayalı “hurûf-u hecâ” denilen ve bu gün kullanılan alfâbeyi oluşturdu. Yazı dilinde bu alfabe kullanılmaya başlandı.

Arap harflerinin ebced tertibine göre dizilişinin Hazret-i Âdem’e (as) dayandığı rivâyet edilir. Bu tertip ile alfabenin kullanıldığı tarih süreci içerisinde, zamanla bu harflere sayısal değerler verilmiş; bu sayısal değerler âlimler, edebiyatçılar ve şâirler tarafından makbul ve muteber karşılanmış ve kullanılmaya başlanmıştır. Şâirler ve edipler, yazdıkları manzum ve mensur eserlerde ebced hesabını da kullanmışlar ve harflere verdikleri rakamsal değerler ile önemli tarihleri kaydetmişler; zaman içinde bu usûl yaygınlaşma ve gelişme istidadı göstermiş; âdetâ Arap alfabesinin bir yan ilim dalı olarak olgunlaşmış ve adına da “Ebced Hesabı” veya “Cifir İlmi” denmiştir.

Ebced dizilişine göre Arap alfabesi; “elif, bâ, cim, dâl, he, vav, ze, ha, tı, yâ, kef, lâm, mim, nûn, sin, ayın, fe, sad, kaf, rı, şın, te, se, hı, zel, dad, zı, ğayın” şeklindedir ve “ebced” ismini de bu dizilişin ilk dört harfinden almıştır. Bu alfabe kolay ezberlensin diye şu formül ile de ifâde edilmiştir: Ebced, Hevvez, Huttî, Kelemen, Sa’fes, Karaşet, Sehaz, Dazağ. Bu dizilişe göre Arap alfabesi sayısal değer açısından üçe ayrılmış; İlk dokuz harfe “âhâd” yani “birler”ve birler basamağından değerler verilmiş; ikinci dokuz harfe “âşâr” yani onlar denmiş ve onlar basamağından değerler verilmiş; üçüncü on harfe “miât” yani “yüzler” denmiş ve yüzler basamağından değerler verilmiştir.

Kur’ân-ı Kerim inmeye başladığında Araplar arasında Ebced hesabı biliniyordu ve alfabe bilgisi olan şâirler ve edebiyatçılar tarafından da kullanılıyordu. Arap lisanının belâğat, fesâhat ve edebiyat açısından en gelişmiş döneminde nâzil olmaya başlayan ve mu’cize ifâdeleriyle şâirleri ve edebiyatçıları hemen etkisi altına alan Kur’ân-ı Kerim’in; bu lisanı vahiy dili olarak kabul edip, bu lisanın yan bir ürünü diyebileceğimiz Cifir İlmini reddetmesi düşünülemezdi. Esâsen Cifir İlmini reddetmesi için geçerli bir sebep de yoktu. Zîra Kur’ân-ı Kerim prensip olarak, insanlığın zararına kullanılmayan her “birikime” kapılarını açan bir İlâhî Kitaptı. Cifir İlmi ise, Arap Lisanının binlerce yıllık birikimini yansıtan bir ürünü idi.

Nitekim, edebiyatça, belâgatça, güzel ve şâirâne söz söylemek sanatı bakımından ve bilhassa düpedüz hakîkati ifâde etmesi açısından şâirlerin ve edebiyatçıların gerisinde asla kalmayan ve sözüyle-hakîkatıyla herbir şâiri, edebiyatçıyı ve akıl ehlini hayran bırakan Kur’ân-ı Kerîm’in, âyetlerini Cifir ilmine göre muhtelif târihler veren birer anahtar hüviyetinde donatması, mucize oluşunun da bir gereği idi. Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz’den (asm) günümüze kadar ehil âlimler tarafından, Kur’ân-ı Kerim’in âyet ve kelimelerinden Cifir İlmine göre bir takım tarihler çıkarıla gelmiş ve bazı hakikatlerin sırlarına bu yol ile ulaşılabilmiştir.

Ancak, bu çalışmayı bu ilme vakıf ehliyetli ulemâ yapabilir. Yoksa, her önüne gelenin bu ilme göre tarih çıkarma girişiminde bulunmasının yanlış ve sıhhatsiz sonuçlara götüreceği açıktır.

Meselâ, Osmanlı ulemâsından Molla Câmî, Sebe’ Sûresinin 15. Âyetinde geçen “beldetün tayyibetün” ibâresinden ebced hesabına göre hicrî 857, milâdî 1453 tarihini çıkarmış ve İstanbul’un Fethinin bu âyetle de müjdelendiğini haber vermiştir.1

Meselâ, bir gün Yahûdî âlimlerinden bir kısmı Peygamber Efendimizin (asm) huzurunda Bakara Sûresinin ve Meryem Sûresinin başlarında bulunan şifreli harflerden Cifir İlmine göre tarih çıkararak:

“Yâ Muhammed! Senin ümmetinin müddeti az olacaktır!” demişlerdi.

Allah Resûlü de (asm) sâir sûrelerin başlarında bulunan şifreli harfleri Cifir İlmine göre yorumlayarak:

“Az değil; daha var!” buyurdu. 2

Cifir İlminin Hazret-i Ali (ra), Hazret-i Cafer-i Sadık (ra), Muhyiddin-i Arabî (ra) gibi bir çok İslâm ulemâsı ile birlikte asrımızda Üstad Bedîüzzaman (ra) tarafından da kullanıldığı ve muhtelif tarihlere, haberlere ve müjdelere işâret edildiği bilinmektedir. 3

Cifir İlminin tarih boyunca kullanıldığı ve Kur’ân’dan da bu ilme dayanarak bazı tarih, haber ve müjdelerin çıkarıldığı doğrudur; ancak bu ilim, gaybı yalnız ve yalnız Allah’ın bildiği; Allah bildirmediği takdirde hiçbir kulun gaybı bilemeyeceği hakikatine gölge düşürecek şekilde kullanılamaz, kullanılmamıştır ve kullanılması doğru da değildir. Gaybı ancak ve ancak Allah (cc) bilir. Allah (cc) bildirmediği sürece kul gaybı bilmez. Bedîüzzaman Hazretleri (ra) Kur’ân’dan bu çerçevede verdiği haberlerde, “Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez!” hakîkatini hep hatırlatmış; “Gerçek ilim Allah katındaki ilimdir”4 âyetinin rehberliğinde yürümüştür.

Netice olarak söylemeliyiz ki: Ebced hesabı geleceği keşfetmeye yeterli bir kaynak değildir. Gelecek Allah’ın ilminde, irâdesinde ve kudretindedir. Allah bildirmedikçe hiçbir kimse, hiçbir hesaplamayla yarının ne olacağı hakkında bir ön bilgiye veya tahmine sahip olamaz.

Doğu Tarafından Bir Ateşin Görünmesi

Doğu Tarafından Bir Ateşin Görünmesi



Doğudan üç veya yedi gün ardı ardına büyük bir ateş zuhur edecek, gökte karanlık görülecek, gökte alışılmış olan kırmızılığın aksine bambaşka bir kızıllık yayılacak. Yeryüzünün duyup anlayabileceği bir dille nida edilecek. (Kıyamet Alametleri, s. 166)



"İkdiddurer" isimli kitapta Mehdi'nin zuhur alametleri bahsinde geçiyor:



Doğuda, semada üç gece görünen büyük bir ateşin çıkması. Mutad (alışılmışın dışında) şafak kızıllığı gibi olmayan bir kırmızılığın semada görülüp ufukta yayılması. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 32)





Ebu Cafer b. Muhammed b. Ali (r.a.)'dan rivayet edildi. Siz üç veya yedi gün, doğudan bir ateşi gördüğünüz zaman Al-i Muhammed'in çıkmasını bekleyiniz, inşaAllah-ü Teala, bir münadi Mehdi'nin ismi ile semadan nida edecek ki, doğuda batıda olan herkes bu sesi işitecek.(Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 32)





Yemin ederim ki bir ateş sizi saracaktır. O ateş bugün Berehut denilen vadide sönük vaziyettedir. O ateş içinde müthiş azap olduğu halde insanları kaplar. O ateş insanları, malları yakıp bitirir. Sekiz gün içinde rüzgar ile bulut gibi uçarak dünyanın her tarafına yayılır. Geceki sıcağı gündüzki hararetinden daha şiddetlidir. O ateş insanların başının üzerinden arşın altına kadar yaklaşarak yeryüzü ile gökyüzü arasında gökgürültüsü gibi korkunç gürültüsü olur, buyurdu. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 461)




Mehdi'nin çıkış öncesi alametlerinden olan bu ateş hakkında kısa bir açıklama yapmak yerinde olacaktır.

Bazı kişiler bu ateşi; sebepsiz yere birdenbire ortaya çıkan, sönme nedir bilmeyen, hatta herkesin bulunduğu yerden mutlaka göreceği tarzda bir alamet olarak beklemektedir. Halbuki kıyamet alametlerinin meydana gelişi sırasında imtihan devam ettiğinden onların anlaşılması, herkesin mecburen kabul edeceği bir açıklıkta olmaz. Böylece insanlar akıllarını, vicdanlarını, iradelerini kullanarak karar verirler. Şayet kıyamet alametleri ile ilgili hadisler en ince ayrıntısına kadar (mesela; hangi şehirde, kaç tarihinde, ne şekilde çıkacağı) anlatılsaydı, daha önce de belirttiğimiz gibi herkes mecburen kabul eder, insanlar arasında derece farkı kalmazdı. Bu sebeple kıyamet alametleri ile ilgili hadisler özellikle yarı kapalı bir şekilde bildirilmiştir.

Ateş alametini de bu şekilde değerlendirmek gerekmektedir. Bir ateş sebepsiz yere çıkmaz; ya bir kaza ile ihmal neticesinde veya kasıtlı bir olay ile çıkar. Mehdi'nin çıkış alameti olarak söylenmesi, onun çok garip ve olağanüstü bir alamet şeklinde çıkmasını gerektirmez. Önemli olan bu ateşin, hadiste tarif edilen ateşin özelliklerine ve ortaya çıkış vaktine uygun olmasıdır. Bu ateşi tanımak ve tespit edebilmek için yapılacak ilk iş, özelliklerinin ortaya çıkartılmasıdır.

Bilindiği gibi Temmuz 1991 yılında Irak'ın, Kuveyt'i işgali sonrasında, Kuveyt'e ait petrol kuyularını ateşe vermesi sonucunda Kuveyt ve Basra Körfezi'ni çok büyük bir ateş sarmıştı. Bu ateşle ilgili o dönemdeki yazılı kaynaklarda yer verilen bazı açıklamalar şöyledir:

- Kuveyt'de yanan petrol, insan ve hayvanlar arasında ölüme sebep oldu. Uzmanlara göre günde yarım milyon ton petrol duman olarak atmosfere karıştı. Her gün 10 bin tondan fazla is, kükürt, karbondioksit ve büyük miktarda, kanser yapıcı özelliği olan hidrokarbonlar bulut gibi körfez üzerinde asılı durdular... Yalnız Körfez değil, onun şahsında Dünya yandı. (M. Necati Özfatura, Kurtlar Sofrasında Ortadoğu, s. 175)

-Ateşe verilen iki kuyu, Türkiye'nin bir günde çıkarabildiği kadar petrol veriyordu ve dumanlar 55 km. uzaklıktaki Suudi Arabistan'dan bile görülebiliyordu. (Hürriyet, 23 Ocak 1991)

-Kuveyt'te ateşe verilen yüzlerce petrol kuyusu alev alev yandı. Uzmanların "söndürmek son derece zor" dedikleri petrol kuyularındaki yangının Türkiye'den Hindistan'a kadar olan geniş bir bölgeyi en az 10 yıl süreyle etkileyebileceği bildirildi.

Ateşe verilen petrol kuyularında çıkan alev ve dumanlar atmosferi devamlı kirlettiler. Kuveyt gündüzleri gece manzarası arz ediyordu. Alevlerle birlikte yükselen füme rengi duman, Kuveyt semalarında sonbahardan kış mevsimine geçişi hatırlattı... Kuveyt'in tamamının yaşanılır hale gelmesi için en az bir senelik bir zamana ihtiyaç olduğu açıklandı. Kilometrelerce uzaktan görülen alevlerle birlikte yükselen dumanlar, Kuveyt semalarını tamamen kaplayarak ülkeyi yaşanmaz hale getirdi ve varlıklı olanlar Kuveyt'i terk ettiler.

Dahran'daki araştırma merkezi müdürü Abdullah Dabbag'ın New York Times'da çıkan açıklamasına göre, Basra Körfezi'ndeki kirlenme neticesinde 106 tür balık, 180 tür yumuşakça ve bölgede yaşayan 450 tür hayvan yaşama savaşı verdi. 600 petrol kuyusundan yükselen dumanların komşu ülkelere yayıldığı, ayrıca kükürt gibi kanserojen maddeler ihtiva eden dumanların asit yağmuruna dönüşerek tarımda verimi azalttığı açıklandı. (M. Necati Özfatura, Kurtlar Sofrasında Ortadoğu, s. 171)



Yemin ederim ki bir ateş sizi saracaktır. O ateş bugün Berehut* denilen vadide sönük vaziyettedir... (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s.461)
* Berehut: Bir vadi veyahut bir kuyu adıdır. (Kamus Tercemesi, 1/550)




1991 yılının Temmuz ayında Irak'ın, Kuveyt'i işgal etmesi ve Kuveyt'e ait petrol kuyularını ateşe vermesi sonucunda Kuveyt ve Basra Körfezi'ni çok büyük bir ateş sarmıştır.
Saddam'ın emriyle askerler Kuveyt'teki petrol kuyularını ateşe verdi.


Önceki sayfalarda yer verdiğimiz hadis-i şerifin yukarıdaki ilk kısmında, ateş için "sönük bir vaziyettedir" denmektedir. Ateş, yanıcı bir maddenin yanmasıyla meydana geldiğine göre burada sönük vaziyette bekleyen ateşin kendisi değil, ateşin yakacağı hammaddedir. O halde burada toprak altından çıkarılan petrole işaret ediliyor olabilir. Nitekim hadisteki Berehut denilen yer, bir kuyunun adıdır. Bu kuyu petrol kuyusu olarak düşünülebilir. Zamanı gelince bu kuyulardan çıkarılan petrol, yanmaya hazır bir ateş haline gelmektedir.

"O ateş müthiş azap olduğu halde insanları kaplar." O ateş, sadece yanan bir ateş değil, aynı zamanda insanları canından, malından ederek azap içinde, elem-üzüntü içinde bırakacak ve bütün doğayı kirletecek olan bir ateştir.

"O ateş insanları, malları yakar bitirir." O ateş bir kısım insanların ölümüne sebep olmaktadır. Bunun yanında malları yakarak, maddi zarara sebebiyet verdiği gibi, tüm çevreyi ve doğayı kirleterek de insanların geçim kaynaklarını yok etmektedir.

"Sekiz gün içinde rüzgar ile bulut gibi uçarak dünyanın her tarafına yayılır." O ateşin, "rüzgar ile bulut gibi uçan" kendisi değil dumanıdır. Burada benzetme yapılarak dumanın bulutlara kadar yükseleceği de anlatılmıştır. Bu duman rüzgarın etkisiyle her yöne doğru yayılmaktadır.

"Geceki sıcağı, gündüzki hararetinden daha şiddetlidir." O ateşin hem gündüz, hem gece devamlı yandığı anlaşılmaktadır.

"O ateş insanların başının üzerinden arşın altına kadar yaklaşarak, yeryüzü ile gökyüzü arasında gökgürültüsü gibi korkunç gürültüsü olur." O ateşin çok yükseklere kadar tırmandığına ve bu ateşten gökgürültüsü gibi pek şiddetli bir gürültü ile patlamalar meydana geldiğine işaret edilmektedir.

"Gökte alışılmış olan kırmızılığın aksine bambaşka bir kızıllık yayılacak." Hadisin bu kısmında, olayın gece vakitlerinde meydana geleceğine işaret edilmiştir. Gece vakti meydana gelen büyük infilakın alevleri çok şiddetli bir aydınlanma yapar. Bu kızıl alevlerin meydana getirdiği kızıl aydınlanma, halkın alışık olduğu kırmızı "tan" aydınlanmasından çok ayrıdır. Çünkü gece vakti böyle gündüz gibi aydınlanma olağanüstü bir olaydır.

Ahirzaman fitneleri nasıl ortaya çıkacak ve bu fitnelere karşı kendimizi nasıl koruyacağız?

Ahirzaman fitneleri nasıl ortaya çıkacak ve bu fitnelere karşı kendimizi nasıl koruyacağız?

Bir mümin olarak asr-ı saadette hangi ibadetler yapılıyor, hangi yasaklardan kaçınılıyor idiyse, aynı yolu takip etmek esastır. Ahirzamanda öncelikli bazı konuları şöyle sırlayabiliriz:

Ahirzamanda en tehlikeye giren husus iman esaslarıdır. Bunları öğrenmeye azamî çaba göstermek gerekir. Deccallerin en büyük tahribatı, doğrudan Kur’an’a ve iman esaslarına yöneliktir. Allah’ın inkârı, haşrin inkârı deccalizmin, süfyanizmin temel felsefisidir. O halde en öncelikli husus başta tevhit ve ahiret inancı olmak üzere iman esasları üzerinde yoğunlaşmak, -anadan, babadan gelen bir taklitle değil-, ilmî araştırmayla tahkik mesleğini esas alarak tahkikî imanı elde etmeye çalışmak gerekir.


Bir hadis-i şerifte “Deccale karşı İhlas suresinin okunması” tavsiye edilmiştir. Bu hadisten anlaşılıyor ki, ahir zaman fitnesinde en fazla ihtiyaç duyulan husus Allah’ın birliğine imandır. İhlas suresinin okunmasından maksat, onun ders verdiği tevhit akidesini pekiştirmektir.

Ahir zaman fitnesi demek, İslam’ın ön gördüğü tevhit ve istikametin bozulması demektir.

Bediüzzaman Said Nursi, tevhit akidesinin temel referansı İhlas suresi olduğunu söyler.Nitekim, Anglikan kilisesinin “Kur’an fikir ve hayata ne vermiş?” şeklindeki sorusuna karşılık “Fikre tevhid, hayata istikamet vermiştir. Buna dair şahidim: “Kul huvellahu ehad” suresi ile “festakim kema ümirte=Emr olunduğun şekilde istikametini belirle!” ayetidir” diyerek cevap vermiştir(bk. Sözle-Envar- s. 746).

Ayrıca Deccalın şerrinden korunma noktasında, “Kehf Sûresini okuyan Deccal'ın fitnesinden korunmuş olur”( Ebû Davud, Melahim 14) rivayeti yanında “son âyetlerini okuyan,”( Müsned, 2/446) “ilk on âyetini ezberleyen korunmuş olur”(Müsned, 2:449) şeklinde rivayetler de vardır.

Muhammed el-Hicazî (öl. 1625), Deccalın fitnesine karşı Kehf Sûresini okuma tavsiyesini değerlendirirken, ona ancak Kur'ânla karşı çıkılabileceğini söyler ve sırrını şöyle açıklar: "Deccala karşı kuvvetli olan Kur'ân ile kuvvetlidir."(bk. el-Hıcazî, Sevâü's-Sırat (Mısır: Daru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Gaybiyat Teymür, nr. 26), vr. 251, 268)

Kur’ân’ı iyi bilen, kalb ve aklını onun kutsî hakikatleriyle dolduran kişiye Deccalın hile, şüphe ve vesveselerinin hiçbir etkisi olamaz.

Dinî ilimlerle fen bilimlerini birlikte okumak, asrın durumunu müşahedeye çalışmak önemlidir. Çünkü, ahirzaman fitnesinin en önemli sıkıntılarından biri de cehalettir. Bu devirde bir yandan fen ilmini bilmedikleri için mekteplileri tekfir eden bağnaz medrese softaları, bir yandan da dinî ilimlerden habersiz olduklarından medrese alimlerini cehaletle suçlayan mektep bağnazları cehalet kaynağı durumundadır. Özellikle bu iki cehalet de ilim örtüsüne bürünmüş bir cehl-i mürekkep konumunda olduğu için izalesi de oldukça zordur.

Ebu Hureyre’den (ra.) rivayet edildiğine göre Resulullah ümmetin sefih gençlerine dikkat çekerek “Ümmetimin helaki sefih gençler eliyle olacaktır.” (1) buyurmuştu. “İçimizde salihler (dindarlar) olduğu halde helak olur muyuz?” sorusuna “kötülükler çok olunca” diye cevap vermişti(2). Yine Medine’de sahabelerine “Ben şüphesiz evlerinizin içine yağmur gibi girecek fitneler görüyorum” (3) buyurmuştu. Bir hadis-i şeriflerinde de, “Zaman yavaş yavaş yaklaşıyor. Amel azalacak, (kalplere) cimrilik atılacak, fitne hakim olacak. Ölümler artacak” buyurarak gittikçe ümmette bozulmaların olacağını haber vermişti. (4)

Bir başka Hadis-i Şerif de, “Şu önümüzdeki günlerde cehalet iner, o zaman din ilmi kaldırılır. Hem o zaman ölümler çoğalır” haberi verilmişti. (5)

Ashabtan Enes b. Malike gelip, Emevi valisi Haccac b. Zalim’den şikayet edenlere o: “Sabrediniz, üzerinize gelen zaman ancak kendisinden daha kötü (olarak) gelecek: Rabbinize kavuşuncaya kadar. Ben bunu Nebiniz (asm.) den duydum” buyurmuştu(6). Resulullah (asm.) in sırdaşı olan Huzeyfe b. el-Yeman (ra.) bir gün kendisine ulaşmasından korktuğu şer konusunda Resulullaha şöyle demişti:

“Ey Allah’ın Resulü, mutlaka bizler (islamdan önce) cahiliyyede şerler içinde idik. Derken Allah bize hayrı getirdi. Acaba bu hayırdan (menfeatten, güzellikten) sonra kötülükler var mı? Bunun üzerine Allah Resulü “evet” buyurdu. O: “Peki bu şerden sonra hayırdan bir şey var mı? “Resulullah (yine) “evet” buyurdu...
“(Hadis-i şerifte Resulullah (asm.) yine şerlerden söz etti.) sonunda Huzeyfe (ra.) yine sordu: “Bu şerlerden sonra da hayır var mı?” Resulullah (asm.) “Evet” buyurdu. “(Bir kısım) çağırıcılar cehennem kapılarına çağıracaklar, kendilerine icabet eden oraya yönelecektir. Onu oraya atacaklar” (7).

Bunun üzerine ben: “Onları bize tarif eder misin?” dedim. Resulullah: “Onlar sizin aşiretinizden, içinizdendir. Sizin dilinizle konuşurlar” dedi. (Yine) ben: “Bu zamana ulaşırsam bana ne yapmamı emredersin?”dedim. Resulullah şöyle buyurdu. “Müslümanların cemaatine ve onların imamına (önderine) uy ve bunlardan ayrılma” Bunun üzerine: “Onların cemaati ve önderi yoksa?” dedim. “O zaman cemaati ve imamı olmayan fırkaların hepsinden ayrıl, şayet bir ağacın köküne (kovuğuna) sığınabilirsen, ölüm sana yetişinceye kadar bu hal üzere ol.” (8)

Burada Resulullah yine ümmetinin gittikçe bozulacağını, fakat Cahiliyye Çağından sonra İslamın geldiği gibi, her şerrin arkasından hayrın geleceğini belirtmiş, bozulmanın, çürümenin içten olacağını da ihbar etmiştir. Bozulanlar müslümanlar içinden, onların kavim, kabile ve toplumundan olacaktır. O zamanlar müslümanların da cemaatleri ve bunların önderleri olacak, bunlar bozulmaya, fesada karşı mücadele edeceklerdir. Durum daha kötüye gider de müslüman kendisine yol gösterici bir imam (önder, lider) bulamaz, cemaat ve imam olmazsa, Resulullah böyle bir zamanda toplum içinde olmamayı, bozulan topluma karışmamayı tavsiye etmektedir.

Bir başka hadis-i şerifte de: (Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre) Resulullah (asm.) “Yakında büyük fitneler olacak o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekan bulursa ona sığınsın” buyurarak(9) aynı konuya parmak basmıştır.

Cahiliye çağındaki açık saçıklığın, ümmetin sonunda da olacağını belirten Resulullah, bir gün Medine’de sabah namazı vaktinde korkarak heyecanla uyanmış: “Dünyada nice giyinmiş kadınlar vardır. Ahirette çıplaktırlar” (10) buyurmuştur. Böylece Resulullah dünyanın sonunda ve ümmetin sonlarında, İslam kadınlarının dünyada giyinik oldukları halde, İslamî tarzda giyinmedikleri, bazı yerlerini açtıkları, şeffaf ve dar giyindikleri için ahiret nokta-i nazarından açık olduklarını ve açıklıklarının cezasını göreceklerini belirtmiştir.



“İyiler birer birer önceden gider. Geride arpa veya hurmanın husalesi (döküntüsü, kötüsü) kaldığı gibi husaleler kalır da Allah Onlara hiç kıymet vermez.” (16)

Bir hadis-i şerifte ise, ahir zamanda, kişiyi kardeşinden ve babasından ayıracak fitneler çıkacağı haber verilmektedir;

“İlerde büyük fitneler olacak, kişi o fitnelerde kardeşinden ve babasından ayrılacak. (O zaman) fitneler erkeklerin kalplerinde kıyamete kadar yayılacak. Hatta O fitne zamanında bir kimse, zinakar kadının zinasıyla ayıplandığı gibi, Allah’ın emirlerine uymasından dolayı (17) ayıplanacak.” (18)

Hadis-i şerifte, "Yakında büyük fitneler olacak o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar." buyuruluyor. Bu fitnelerine karşı alınacak tedbirler nelerdir?

23 Ocak 2011 Pazar

Ay'ın Yarılması

Ay'ın Yarılması
Kuran'ın 54. Suresi'nin adı olan "Kamer"in Türkçe karşılığı "Ay"dır. Bu surenin büyük bir bölümünde, kendilerine gönderilen peygamberlerin "uyarılarını gözardı eden" Nuh, Ad, Semud ve Lut halkının, Firavun ve çevresinin başlarına gelen yıkımlar anlatılır. Aynı zamanda birinci ayette kıyamet vakti ile ilgili çok önemli bir mesaj verilir:
Saat (kıyamet saati) yakınlaştı ve Ay yarıldı. (Kamer Suresi, 1)

Ayette kullanılan "yarmak" fiilinin Arapça karşılığı "şakka"dır. Bu kelimenin Arapça'da farklı anlamları bulunmaktadır. Bazı Kuran tefsirlerinde "ikiye yarılmak" manası tercih edilmektedir. Bununla birlikte, "şakka" kelimesi Arapçada "toprağı sürme, toprağı kazma" anlamlarında kullanılmaktadır.

İkinci anlamına örnek olarak, Abese Suresi'nin 26. ayetinde geçen kullanımını verebiliriz:

Biz, şüphesiz, suyu akıttıkça akıttık. Sonra yeri yardıkça yardık. Böylece onda taneler bitirdik, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalar. (Abese Suresi, 25-29)

Açıkça görüldüğü gibi, bu ayetteki "şakka" ifadesi "yerin ikiye yarılması" manasında değil, "çeşitli bitkilerin yetişmesi için toprağın sürülerek yarılması" anlamında kullanılmıştır.

İşte tam bu noktada, Kuran'ın çok büyük bir mucizesiyle karşılaşmaktayız. Kamer Suresi'nde on dört yüzyıl öncesinden haber verilen ayet, 20 Temmuz 1969'da Ay yüzeyinde yapılan çalışmalar ile gerçekleşmiştir. Amerikalı astronotların Ay'a ayak basarak, Ay toprağı üzerinde bilimsel araştırmalar yapmaları, taş ve toprak örnekleri toplamaları ayın yarılması ayetindeki ifadelere tam olarak uymaktadır.


Bir anlamı ile Kuran'da kıyametin yaklaştığının bir alameti olarak bildirilen "Ay'ın yarılması", 20 Temmuz 1969 tarihinde ABD'li astronotların Ay'a çıkarak, Ay toprağını kazmaları ile gerçekleşmiştir. (En doğrusunu Allah bilir)

Ay'ın keşfi, "Bir insan için küçük bir adım, insanlık için büyük bir atılım" sloganıyla özdeşleşmiştir. Bu tarihi gezi uzay araştırmalarında bir dönüm noktasıdır; kameralar aracılığıyla belgelenmiş ve o tarihten bu yana yaşayan insanların seyrettikleri bir olay olmuştur. Kamer Suresi'nin ilk ayetinde Allah'ın bildirdiği gibi, bu büyük olay aynı zamanda bir kıyamet alametidir; dünyanın kıyamet öncesi son zaman diliminde olduğunun bir belirtisidir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nitekim bu konuda çok önemli bir işaret daha vardır. Kamer Suresi'nde geçen bu ayetin bazı kelimelerinin ebced değeri bizlere Ay'a ayak basma yılı olan 1969 tarihini vermektedir.

... Saat yakınlaştı ve Ay yarıldı...

HİCRİ: 1390 MİLADİ: 1969

Ancak şunu da belirtmeliyiz: Elbette Ay'ın yarılması olayı, Allah'ın Peygamberimiz (sav)'e verdiği mucizelerden biridir. Bir hadiste bu mucize şöyle bildirilmiştir:



... Said ibn Ebi Arube, Katade'den; o da Enes ibn Malik (R)'den tahdis etti: Mekke ahalisi Resulullah'tan kendilerine bir ayet (bir mucize) göstermesini istediler. O da onlara Ay'ı iki bölük gösterdi, hatta Mekkeliler Hıra Dağı'nı o iki bölük arasında gördüler.
(Sahih-i Buhari ve Tercemesi, cilt 8, no.88)



Yukarıda anlatılan mucize ayette haber verilen Ay'ın yarılması olayıdır. Ancak Kuran her çağa bakan bir kitap olduğu için, bu ayetle günümüzde Ay'ın keşfi konusuna da dikkat çekildiği düşünülebilir. (En doğrusunu Allah bilir)

Ekonominin bozulması Hz. Mehdi'nin çıkış alametlerinden biridir

Ekonominin bozulması Hz. Mehdi'nin çıkış alametlerinden biridir

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi'nin çıkışının alametleri çok detaylı olarak belirtilmiştir. Bu alametlerin neredeyse hepsi, Hicri 1400 (1979)'ün başından beri ardı ardına ortaya çıkmaktadır. Peygamberimiz (sav), Fırat'ın suyunun kesileceğini, Ramazan ayında Ay ve Güneş tutulması olacağını, Irak'ın ve Afganistan'ın işgal edileceğini, gökyüzünde olağanüstü olaylar yaşanacağını, büyük depremler olacağını, birbirini takip eden fitneler meydana geleceğini, anarşi ve kargaşanın artacağını, sosyal bozulmaların yaşanacağını haber vermiştir ve bunların her biri gerçekleşmiştir. Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği Hz. Mehdi'nin zuhur alametlerinden biri de, ekonomik sıkıntıların artması ve büyük bir ekonomik durgunluk yaşanmasıdır. Hz. Muhammed (sav), ahir zamanda ticaretin durgunlaşacağını, herkesin az kazançtan şikayet edeceğini, hayat pahalılığının artacağını, kısaca ciddi ekonomik bunalımlar yaşanacağını bildirmiştir. 2007 YILINDA BAŞLAYAN VE 2008 YILINDA TÜM YÖNLERİYLE BELİRGİNLEŞEN VE DÜNYA ÇAPINDA OLUŞAN BÜYÜK EKONOMİK KRİZ, 1400 YIL ÖNCE PEYGAMBERİMİZ (SAV) TARAFINDAN HZ. MEHDİ'NİN ÇIKIŞ ALAMETLERİNDEN BİRİ OLARAK BİLDİRİLMİŞTİR. Aşağıda açıklamarıyla beraber bu hadislerden bir kısmı sunulmuştur.

Naim b. Hammad, İbni Mes'ud'dan rivayet edilen bir hadiste, Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışının öncesinin anlatıldığı dönem, "TİCARET ve yolların KESİLDİĞİ ve fitnelerin çoğaldığı zaman" şeklinde tarif edilmektedir. Hadisin devamında ise Hz. Mehdi döneminde bu fitnelerin son bulacağı haber verilmektedir:
"… Biz O (Hz. Mehdi) şahsı aramak için geldik ki, FİTNELER ONUN ELİYLE SÖNEBİLİR. KONSTANTİNİYYE (İSTANBUL) O'NUNLA FETHEDİLİR. (Yani Hz. Mehdi manen gönülleri fethedecek, büyük kültürel ilmi etki oluşturacaktır.) Biz O'nu ismi ile ve anasının, babasının ismiyle ve ordusu ile tanırız…"
(Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.52)


Hz. Mehdi çıkmadan önce, milletler arasında TİCARET ve YOLLAR KESİLECEK, insanlar arasında fitneler çoğalacaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 39)

(Hz. Mehdi'nin zuhurundan (ortaya çıkışından) önce) PİYASANIN DURGUN OLMASI, KAZANÇLARIN AZALMASI olacaktır. (Kıyamet Alametleri, s. 148)


Herkesin AZ KAZANÇTAN YAKINMASI, paraları için zenginlerin saygı görmesi olacaktır. (Kıyamet Alametleri, s. 146)

İşlerin kesad gitmesi olacaktır. Herkes "satamıyorum, alamıyorum, kazanamıyorum!" diye yakınacak. (Kıyamet Alametleri, s. 152)

TİCARET ve yolların KESİLDİĞİ ve fitnelerin çoğaldığı zaman (Hz. Mehdi'nin zuhurundan önceki zamandır). (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.52)


Cumhuriyet, 27 Ağustos 2008


Sabah, 16 Eylül 2008


Vatan, 16 Eylül 2008


Türkiye, 31 Ağustos 2008

ahir zaman alametleri

Kur'an'da ahir zaman [değiştir]
Kur'an'da kıyametin kopma zamanının insanların meşguliyet içinde olduğu bir zamanda aniden ve insanları derinden etkileyecek olaylarla birlikte geleceği ve kıyametin kopma saatinin tam olarak bilinemeyeceği bildirilmektedir.

"Gerçekten Allah'ın vaadi haktır, kıyamet saatinde hiçbir kuşku yoktur." denildiği zaman siz: "kıyamet-saati de neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca bir zanda (ve tahmin) bulunup zannediyoruz; biz kesin bir bilgiyle inanmakta olanlar değiliz." demiştiniz. ( Casiye Suresi, 32)
Hayır, onlar kıyamet-saatini yalanladılar; biz kıyamet saatini yalan sayanlara çılgınca yanan bir ateş hazırladık. (Furkan Suresi, 11)

*************

Allah Resûlü (sav), Huzeyfetü'l-Yemani,
"Bu sulhtan sonra ne olacak?" dediğinde de şöyle buyurmuşlardı:
"Dalalete davet edilecek. İşte sen o gün BİR HALİFE (HZ. MEHDİ (AS)) GÖRDÜĞÜNDE AĞACIN KÖKÜNÜ ISIRARAK DA OLSA (yani açlıktan çok çaresiz hale gelmiş dahi olsanız) ÖLÜNCEYE KADAR ONA KOŞ" buyurmuşlardı. (Ebu Avane, Müsned, 4:476)
***********
Hadislerde ahir zaman [değiştir]
Hadislerde Kur'an'a nispetle daha fazla kıyametten bahsedildiği görülmektedir. Ahir zamanın ve kıyametin yakınlaştığının belirtileri daha ayrıntılı olarak zikredilmekte ve mü'minler uyarılmakta hatta tavsiyelerle yönlendirilmektedir.

Hadislerde Geçen Bazı Alametler:

Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet kopmazdan önce gece karanlığının parçaları gibi fitneler olacak. (O vakit) kişi mü'min olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama kavuşur. Mü'min olarak akşama erer, kâfir olarak sabaha kavuşur. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık mukabilinde dinlerini satarlar."

Tirmizî, Fiten 39, (2211).

Kıyametin hemen yakınında anarşi[kaynak belirtilmeli] ve kargaşa günleri vardır.
Suyuti, Cami'üs Sagir, 3/211; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/492-

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır… Ölümler ve katliamlar yaygın hale gelecek…
Camiü's-Sagir, 3:211, Müsned, 2:492, 4:391, 392

İnsanlar arasında biseksüellik artacak
El-Muttaki el-Hindi, Kenz'ul Ummal

İnsanlar Allahın varlığını açıkça inkar etmedikleri sürece Kıyamet kopmayacak
Al-Muttaqi al-Hindi, Al-Burhan fi Alamat al-Mahdi Akhir al-zaman, s. 27-

Açıkça gayrimeşru ilişki hakim olacak
Sahih Buhari

Süveyd İbnu Gafle (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ali (radıyallahu anh) dedi ki: "Ben size Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)' dan bir hadis söyleyince, Allah'a yemin olsun Aleyhisselâtu vesselâm'ın söylemediği bir şeyi söylemektense gökten atılmayı tercih ederim. Ancak benimle sizin aranızda cereyan eden şeyler hakkında konuşunca, bilesiniz harp hiledir. Zîra ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim:
"Ahir zamanda yaşça küçük, akılca kıt birtakım gençler çıkacak. Yaratılmışın en hayırlısının sözünü söylerler, Kur'ân'ı okurlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez. Okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkarlar. Onlara nerede rastlarsanız onları öldürün. Zîra, onları öldürene, kıyamet günü, Allah'ın vereceği ücret var."

Buhârî, Fezâilu'l-Kur'ân 36, Menakıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Zekât 154, (1066); Ebu Davud, Sünnet 31, (4767); Nesâî, Tahrîm 26, (7, 119).

Kıyamet yaklaştığında; taylasan giyilmesi çoğalır, ticaret artar, mal çoğalır, mal sahibine malı için tazim edilir, fuhuş yayılır, çocuklar amir durumuna gelir, kadınların sayısı artar. Sultan zulüm eder, eksik ölçü ve tartı yapılır, bir adamın köpek yavrusunu yetiştirmesi kendi çocuğunu yetiştirmekten kendisine daha cazib gelir. Büyüğe hürmet, küçüğe de merhamet edilmez ve gayri meşru çocuklar çoğalır, hatta yol ortasında adam kadınla yakınlaşır. İnsanlar, kalbleri kurt olduğu halde koyun postuna bürünürler, o zaman da insanların en iyi görüneni "müdahim" (kötülükleri gördüğü halde karışmayıp, kendi işine bakan) olanıdır.
Ramuz el-Hadis'den

Ümmetimin sonunda bir takım kavimler olur ki, camilerini süsler, kalplerini viran ederler. Onlardan birisi dinine vermediği ehemmiyetten fazlasını elbisesine verir. Bunlar, dünyaları selâmet oldu mu, ahiret işini kaale almazlar.
Hristiyanlık'ta ahir zaman [değiştir]
Hıristiyanlıkta insanlığın sonunda yıkımlar ve savaşlarla gelecek çağ. Başta evanjelikler olmak üzere bir kısım hristiyanlar şu an bu dönemin içinde bulunduğumuza inanmaktadırlar. Dinden uzaklaşma ve coğrafi yıkımlar (depremler, seller vs.) ile kendisini belli eden bu çağ başlarında İsa'nın bulunduğu Hristiyanlar ile şeytan'ın güçleri arasında gerçekleşecek bir savaşla son bulacaktır.

İncil'de son zamanlar

Fakat şunu anla ki son günlerde sıkıntılı zamanlar gelecek. Zira insanlar benliklerine, paraya, gurura, kendini beğenmişliğe, sövgüye, ukalalığa düşkün, ebeveynine itaatsiz, nankör, günahkar, zalim, öfkesine yenik, müfteri, sefih, gaddar, iyilik düşmanı, hain, pervasız, gururla şişkin, Tanrı'yı sevmekten çok hazlara düşkün, dinin kudretini inkar ederken onun sadece biçimini gözeteceklerdir. Bu insanlardan yüz çevir.

21 Ocak 2011 Cuma

antivirüs programları deneme süreleri

kaspersky 1 ay
norton int sec. 1 ay
norton 360 2 ay
panda int. sec 1 ay
bitdefender 1 ay
nod32 1 ay
gdata 1 ay
f-secure 1 ay
mcafee 1 ay
ilk aklıma gelen antivirüs yazılımların deneme süreleri bu kadar. Bunun üzerine iki tane daha eklerseniz sene dolar sonrasında yeni sürümler çıkar onlarla da deneme süreleriniz yeniden başlar. Tabi bu arada farmat atmazsanız, her formatta deneme süreleri sıfırlanır. Tek yapmanız gereken süreleri takip edip, deneme süresi bittiğinde onu kaldırıp bir diğerini kurmak. Böylece hem bedevadan en güvenli yazılımları kullanmış olursunuz hemde birinin gözden kaçırdığını diğerini kurduğunuzda o bulacağından en iyi korumayı sağlamış olursunuz. Bence ücretsiz antivirüs yazılımlarını kullanmaktansa bu şekilde sistemde tam koruma sağlayan güvenilir yazılımları kullanmak daha iyidir.

9 Ocak 2011 Pazar

Avrupanın kıskançlık krizi

Avrupanın kıskançlık krizi
Alman "Frankfurter Rundschau" gazetesi, 'Boğaziçinde canlanma' başlığı ile verdiği haberde Türkiye'nin 2010 yılı büyüme rakamlarını verdi 2011 yılı hedefleri için 'Avrupa'nın kıskandığı rakamlar' dedi.
Gazetede "Boğaziçi'nde canlanma" başlığı ile verilen haberde, Türkiye'deki ekonomik büyümenin 2010 yılında yüzde 8 oranında olduğu, 2011 yılındaki devlet bütçesinde yüzde 2,8 oranında bütçe açığı öngörüldüğü belirtilerek, "Her AB ülkesi bu sayılarla gurur duyardı" ifadesine yer verildi.

Türkiye'nin, dünyanın en büyük ekonomileri arasında 15. sırada yer aldığı ve AB ülkeleri arasında 7. sırada bulunduğu kaydedilen haberde, ekonominin sadece İstanbul'da gelişmediği, buradan yaklaşık 1000 kilometre uzakta bulunan Gaziantep'in de önemli bir ticari merkez haline geldiği belirtildi.

Haberde, AK Parti'nin bir yandan muhafazakar değerlere bağlı olduğu, aynı zamanda ülkenin ekonomisini düzelttiği, ekonomiyi rekabet edebilir hale getirdiği ve kötü durumda olan mali durumu sağlamlaştırdığı ifade edildi.

Otomotiv sanayindeki gelişmelere dikkat çekilen haberde, iç piyasada genç ve tüketimi seven nüfusun ekonomik canlanmanın sebebi olduğu, Türkiye'deki nüfusun yüzde 50'sinin 28 yaşından genç olduğu belirtildi.

"TÜRKİYE ARTIK KENDİNİ AB'YE MUHTAÇ HİSSETMİYOR"

Gazetenin aynı sayfasında yer alan başka bir haberde de, "Türkiye artık kendini AB'ye muhtaç hissetmiyor" görüşüne yer verildi.

Türkiye'nin son yıllarda yaşamakta olduğu ekonomik canlanmanın birçok sebebi olduğu, bu sebeplerden birinin de 1996 yılında AB ile yapılan Gümrük Birliği anlaşması olduğu ifade edilen haberde, bu tarihten sonra Türkiye'nin ihracat hacminin yaklaşık 5 kat arttığı, ihracatın yaklaşık yüzde 50'sinin AB ülkelerine yapıldığı, Almanya'nın da en önemli pazar olduğu kaydedildi.

AB pazarlarının Türkiye'nin ihracatındaki payının azaldığı, Ortadoğu'daki ticari ortakların daha fazla önem kazanmaya başladığı belirtilen haberde, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in "Avrupa'daki partnerlerimiz bizden daha yavaş gelişiyor" sözlerine yer verildi.

Türkiye'nin, Ortadoğu, Orta Asya ve Uzak Doğu'daki ilişkileri nedeni ile Avrupa karşısında petrol ve gaz sağlama konusundaki pozisyonunu daha da güçlendirdiği ifade edilen haberde, Türkiye ile İran'ın 2015 yılına kadar ticaret hacmini 30 milyar dolara çıkartarak, 3 kat artırmak istediği kaydedildi.

Haberde, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, Türkiye'nin Doğu politikasının Batı'dan vazgeçme anlamına gelmediğini belirterek, AB'ye tam üyeliğin Türkiye'nin dış politikasının önceliği olduğunu vurguladığı hatırlatıldı.

Müslüman İngiliz sayısı ikiye katlandı

Müslüman İngiliz sayısı ikiye katlandı
Son yapılan bir araştırmaya göre 10 yıl önce İslamiyet'i seçen İngilizlerin sayısının 60 bin olduğu tahmin edilirken bugün bu rakamın 100 bine ulaştığı ifade edildi. Her yıl yaklaşık 5 bin 200 kişinin müslüman oluyor.
Faith Matters - Swansea Üniversitesi araştırmacıları tarafından hazırlanan raporda İslamiyet'i seçenlerden yarıdan fazlasının beyaz İngiliz, üçte ikisinin bayan ve ortalama yaşın da 28'in altında olduğuna dikkat çekildi.

RakamlarınAlmanyave Fransa'da yapılan çalışma sonuçlarıyla uyumlu olduğu ve bu ülkelerde de tahminen her yıl 4 bin kişinin İslamiyet'i seçtiği kaydedildi.

Faith Matters Müdürü Fiyaz Mugal, nüfus sayımlarına dayanılarak yapılan tahminlerin gerçeğe çok yakın olduğunu ve İngiltere'de müslüman olan kişi sayısının son 10 yılda arttığından çok az sayıda kişinin şüphe duyabileceğini söyledi.

Mugal, 'İnsanların İslam dinine ilgi duyduğunu ve araştırma yaptıklarında farklı yönlere gittiğini ve çoğunun omuzlarını silkip hayatına devam etmesine rağmen bazılarının keşfettiği şeyi sevip ona döndüğünü' belirtti

Meşhur Bilderberg toplantısına bu yıl hangi Türkler katılıyor

  Dışarıya tamamen kapalı bu kulüp, komplo teorisyenlerinin de sıkça beslendiği bir yer olma özelliğini taşıyor. Bu yıl, organizasyona 23 ül...