Okul Öncesinde Duygu ve Davranış Sorunları
Nesil Yayınları
Mücahit Gültekin
Çocuk ve Cinsellik
Kare Yayınları
R. Sabri Yurdakul
Çocuk Yüreği, Anlamak, Yol Göstermek, Önderlik Etmek
Kucak Yayınları
Tedd Tripp
Çocuk Üniversitesi Üçüncü Yarıyıl Çocuklar Soruyor - Bilginler Yanıtlıyor
Optimist Yayın Dağıtım
Ulrich Janssen, Ulla Steuernagel
Ailede Çocuğun Ahlak Eğitimi
Nobel Yayın Dağıtım
Mehmet Zeki Aydın
Yaratıcı Drama Yöntemi ile Anne - Baba Eğitimi Uygulama Rehberi
Nobel Yayın Dağıtım
Ayten Şahin
Bebeğinizin Olağanüstü Zihni
Kuraldışı Yayınevi
David Chamberlain
Dengeli Çocuk Yetiştirme
Platform Yayınları
H. D. Sharma
Çoklu Zeka
Kök Yayınevi
Asiye Karadağ
Eyvah Çocuğum Büyüyor, Ergenle Doğru İletişim Kılavuzu
Mikado Yayınları
Penny Palmano
99 Sayfada Bebeklikten Çocukluğa
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Yankı Yazgan
İkizler ve Üçüzler Psikolojisi
Morpa Kültür Yayınları
Audrey Boobar
Eğitimde Özlenen Babalar
Çiçek Yayıncılık
Eğitimde Özlenen Anneler
Ağaç Yayıncılık
Ahmet Çağlayan
İlkem, Çocuklara Saygı Duymak (Çocuk Eğitimi)
Ezgi Kitabevi Yayınları
Recep Nas
Bir Ergene Mektup
Kuraldışı Yayınevi
Vittorino Andreoli
Eğitimde ve Hayatta Çocuğumu Nasıl Yönlendirebilirim
Nesil Yayınları
Adem Durmuş
Eyvah Çocuğum Bilgisayar Kullanıyor
Nesil Yayınları
Adem Durmuş
Sen de Başarabilirsin, öğrenciler ve aileler için sınav rehberi
Birey Yayıncılık
Mehmet Kartal, Oğuzhan Eyilik
Çocuk Eğitim Seti
Kariyer Yayınları
Örnek Anne Nasıl Olur
Nesil Yayınları
Gülay Atasoy
Başarılı Anne Baba Olmak
Platform Yayınları
Shalini Mitra
Bağırıp Çağırmadan Çocuk Eğitimi
Yakamoz Yayınevi
Ekrem Acar
Mutlu Çocuk Yetiştirmenin Sırları
İlya Yayınevi
Steve Biddulph
Günümüz Gençliğine Etkin Anne ve Baba Olmak
Nokta Yayınları
Scoott Wooding
Medya Çağında İyi Anne Baba Olmak
Nobel Yayın Dağıtım
Gloria Degaetano
Bu Zamanda Anne Baba Olmak
Pozitif Yayıncılık
Ayşe İzci Coşkuner
Ailenin Aynası Çocuk
Selis Kitapları
Süleyman Doğan
Çocuk Sağlığı Rehberi
Aura Kitapları
Murat Tuncer
Çöp Çocuk , Çocuk Çizgilerindeki Giz
Boyut Yayın Grubu
Sabiha Paktuna Keskin
Baba ve Çocuk
Morpa Kültür Yayınları
Oya Güngörmüş Özkardeş
Anne, Baba ve Çocuk Sorunsuz İletişim
Sistem Yayıncılık
Kamil Yılmaz, Yadigar Dayan Yılmaz
Çocuk Beden Dili
Delta Yayınları
Samy Molcho
Çocuk Psikolojisi
Nesil Yayınları
Sefa Saygılı
Bebek Deyip de Geçme
Truva Yayınları
Mehmet Murat Döğüşgen
Anne Babalar İçin İnternet Rehberi
Epsilon Yayınları
Gökçen Karan
Daha İyi Anne Daha İyi Baba Olmak, Zor Durumlarla Başa Çıkabilmek İçin
Özgür Yayınları
Robin Goldstein
Çocuğunuzu Tanıyın
Anne, Baba ve Öğretmenin El Kitabı
Toroslu Kitaplığı
Yahya Türkeli
Çocuk Eğitiminde Babanın Rolü
Yakamoz Yayınevi
Şaban Karaköse, Rukiye Karaköse
Birlikte Büyütelim
Çocuk Ruh Sağlığı
Alfa Basım Yayım Dağıtım
Z. Bengi Semerci
Çocuk Ruh Sağlığı
Ya-Pa Yayınları
Meliha Kırkıncıoğlu
Çocuk Ruh Sağlığı ve Uyum Bozuklukları
Anı Yayıncılık
Rasim Bakırcıoğlu
Çocuk Ruh Sağlığı
Epsilon Yayınları
Alanur Özalp
Bilinçli Anne Baba ve Başarılı Çocuk
Çocuğun Başarısında Ailenin Rolü
Morpa Kültür Yayınları
F. Özden Ekmekçi
Anne Baba Olmanın Altın Kuralları
Morpa Kültür Yayınları
Derleme
Zengin Baba Yoksul Baba
Morpa Kültür Yayınları
Sami Mengütay
Ana Çocuk Sağlığında Sosyal Boyut
Doruk Yayınları
İlhan Tomanbay
Anaokulu ve Kreş İçin Anne Baba Rehberi
Optimist Yayın Dağıtım
Ayşe Güner
Çocuklarda Sanat Eğitimi
Epsilon Yayınları
Susan Striker
Anne Baba Olmak
Çocuğun Eğitimi Ailede Başlar
Morpa Kültür Yayınları
Gül Şendil, İdil Kaya Balkan
Anne Baba Rehberi
Okula Yeni Başlayan Çocuklar İçin
Ares Yayınları
Ö. Faruk Reca
Çocuk Yetiştirmede Psikolojik Taktikler
Anne Babalar İçin
Yakamoz Yayınevi
Perry W. Buffington
31 Ocak 2013 Perşembe
Ailenin kişilik gelişiminde etkileri
Olumlu olumsuz anne baba tutumları ve çocuğa etkileri:
1) Baskıcı ve kabul edici tutum:
Bu tür anne babalar çocuğun sosyal yaşantısını kontrol altına alırlar. Oyun arkadaşlarına ve seçimlerine hep müdahale ederler. Bu tür çocuklarda;
· Gelişim geriliği
· Uyumsuzluk
· Anne babaya aşırı bağımlılık
· Aşağılık duygusu
· Korkular oluşur.
Kimi hırslı anne baba çocukların yetersizliklerini hoş görmezler. Yeteneklerini ve kapasitelerini zorlamaya çalışırlar. Yetenek ve kapasitelerinin üzerinde başarı beklerler. Bu durumda çocuklar aşırı gayretli ve hırslı olurlar. Küçük başarısızlıklar altında ezilirler. Bu durumda yine aşağılık duyguları ve başarısızlık korkuları oluşur.
2) Baskıcı ve reddedici tutum:
Bu tür anne baba ilgisiz, sevgisiz, dayak atma suretiyle reddedici tutum içine girerler. Çocuğa bağımsızlık vermezler. Aşırı yasaklar koyarlar ve aşırı koruyucu davranışlarda bulunurlar. Buna karşılık çocuklarda:
· Hırsızlık
· Yalancılık
· Utangaçlık gibi durumlar görülebilir.
3) Reddedici tutum:
Bu tür anne baba çocuklarına karşı ilgisiz ve ihmalkardırlar. Gevşek ve tutarsız disiplin uygularlar. Çocuklarını kendi hallerine bırakırlar. Bu durumda çocuklarda:
· Otoriteye karşı gelmek
· Kötü ve olumsuz davranışlarda bulunma gibi dikkati çekmeye yönelik davranışlar görülür.
4) Tabii ve kabul edici tutum:
Bu tür davranışlarda bulunan anne baba çocuklarının olmayacak isteklerini kabul ederler. Çocuklarının kusurlarını görmezden gelirler. Başarılarını sürekli överler. Kısacası çocuklarını şımartırlar.
1) Baskıcı ve kabul edici tutum:
Bu tür anne babalar çocuğun sosyal yaşantısını kontrol altına alırlar. Oyun arkadaşlarına ve seçimlerine hep müdahale ederler. Bu tür çocuklarda;
· Gelişim geriliği
· Uyumsuzluk
· Anne babaya aşırı bağımlılık
· Aşağılık duygusu
· Korkular oluşur.
Kimi hırslı anne baba çocukların yetersizliklerini hoş görmezler. Yeteneklerini ve kapasitelerini zorlamaya çalışırlar. Yetenek ve kapasitelerinin üzerinde başarı beklerler. Bu durumda çocuklar aşırı gayretli ve hırslı olurlar. Küçük başarısızlıklar altında ezilirler. Bu durumda yine aşağılık duyguları ve başarısızlık korkuları oluşur.
2) Baskıcı ve reddedici tutum:
Bu tür anne baba ilgisiz, sevgisiz, dayak atma suretiyle reddedici tutum içine girerler. Çocuğa bağımsızlık vermezler. Aşırı yasaklar koyarlar ve aşırı koruyucu davranışlarda bulunurlar. Buna karşılık çocuklarda:
· Hırsızlık
· Yalancılık
· Utangaçlık gibi durumlar görülebilir.
3) Reddedici tutum:
Bu tür anne baba çocuklarına karşı ilgisiz ve ihmalkardırlar. Gevşek ve tutarsız disiplin uygularlar. Çocuklarını kendi hallerine bırakırlar. Bu durumda çocuklarda:
· Otoriteye karşı gelmek
· Kötü ve olumsuz davranışlarda bulunma gibi dikkati çekmeye yönelik davranışlar görülür.
4) Tabii ve kabul edici tutum:
Bu tür davranışlarda bulunan anne baba çocuklarının olmayacak isteklerini kabul ederler. Çocuklarının kusurlarını görmezden gelirler. Başarılarını sürekli överler. Kısacası çocuklarını şımartırlar.
Öğret ona
Öğret ona;
Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, 'Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi. Sorusu kolaydı ama yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:
Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı 'insan yetiştirmek' olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın. Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını... Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...
Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona. Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu, gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret. Kitaplardan keyif almasını, ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp ta kendini yönlendirmeyi bulmasını.
Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla. Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...
Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona. Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona.
Aşk acısı çekmenin hiç âşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret. Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı... Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.
Hayatı sorgulamayı öğret ona... Bilginin en büyük güç olduğunu öğret. Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.
Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret. Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı... 'İstemiyorum', 'hayır' demeyi öğret ona, istediğinde ise 'istiyorum' demeyi, Sevdiğinde ise 'seni seviyorum' diyebilmeyi öğret ona. Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...
Sorgusuz sevmeyi... El yazısı ile notlar yazmayı... Lafı dolandırmamayı... Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona. Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını, İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret... Ama en çok da kendini sevmesini öğret... Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini... Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...
Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...
Aylin Kotil, Cumhuriyet Gazetesi- 23 Mayıs 2004
Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, 'Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi. Sorusu kolaydı ama yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:
Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı 'insan yetiştirmek' olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın. Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını... Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...
Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona. Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu, gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret. Kitaplardan keyif almasını, ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp ta kendini yönlendirmeyi bulmasını.
Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla. Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...
Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona. Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona.
Aşk acısı çekmenin hiç âşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret. Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı... Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.
Hayatı sorgulamayı öğret ona... Bilginin en büyük güç olduğunu öğret. Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.
Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret. Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı... 'İstemiyorum', 'hayır' demeyi öğret ona, istediğinde ise 'istiyorum' demeyi, Sevdiğinde ise 'seni seviyorum' diyebilmeyi öğret ona. Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...
Sorgusuz sevmeyi... El yazısı ile notlar yazmayı... Lafı dolandırmamayı... Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona. Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını, İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret... Ama en çok da kendini sevmesini öğret... Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini... Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...
Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...
Aylin Kotil, Cumhuriyet Gazetesi- 23 Mayıs 2004
Çocuk eğitimi
Toplumumuzda çocuk eğitimi ve gelişmesi konusunda yapılan en önemli yanlışlardan biri de aşırı koruyucu ana baba tutumudur. Sayın Prof Üstün Dökmen hocamız bu konuya bakın nasıl dikkat çekiyor.
Siz hiç yürümeye yeni başlamış çocukların, bir basamağa ya da bir koltuğa nasıl tırmandıklarını gözlediniz mi? Uğraşa debelene bir kaç dakikalık bir gayret sonucu, yerden 15-20 cm yukarıya çıkarlar. Çıkar çıkmaz da söyle bir dikilip, muzaffer bir komutan edasıyla etraflarına bakarlar. Büyük iş başarmışlardır çünkü. Simdi size sormak istiyorum: On dört aylık bir çocuğun, kan ter içinde bir koltuğa tırmanmaya çalıştığını görürseniz, ne yaparsınız? Büyük bir ihtimalle, çocuğu sevgiyle kaldırıp koltuğun üzerine koyarsınız. (Böyle davranan çok konu komşu gördüm; ben de böyle yaparım, en azından içimden kaldırıp koymak gelir.) Az sayıdaki vatandaşımızın ve daha büyük oranda batılının ise bir yerlere tırmanmaya çalışan çocuklarına karışmadıklarını ve karışılmasından hoşlanmadıklarını gözledim. Bu gruptaki kişiler, tırmanan çocuklarına çevreden birisi yardım etmek istediğinde rahatsız oluyorlardı. "Dokunmayın kendisi çıkacak, kendisi çıkmalı" mesajını veriyorlardı. (Bati ülkelerinde yasayan herkes yukarıda belirtildiği şekilde davranmıyor olabilir. Ülkemizdeki herkes de bu konuda çocuklara yardım etmiyor olabilir; "çocuk dediğin düşe kalka büyür" sözü uyarınca bazılarımız, koltuğa tırmanan çocuklara aldırmıyor olabilirler. Fakat şöyle bir düşündüğümüzde, basamağa veya koltuğa tırmanmaya çalışan çocuğa yardım davranışı kafanızdaki "biz" imajına uygun düşüyor mu düşmüyor mu? Her halde düşüyor.)
Çocukların merdiven çıkmasına bilinçli olarak karışmayanlar muhtemelen "çocuğun egosu güçlensin" diye, "kendine güvensin" diye, seyirci kalmayı tercih ediyorlar. Yardim eden bizler ise, kendimizi sorumlu hissediyoruz; kafalarımızdaki "ana-baba" tanımı çocuklara kol kanat germemiz gerektiğini söylüyor. Bugün, "tek başına beceremez" diye basamağı tırmanmasına yardim ediyoruz; yarin okul ödevlerine yardim ediyoruz; pek çok şeyi kendi başına yapabilecek yasa geldiği halde, yemek yemesine ve tuvalet temizliğine yardim ediyoruz, lisede ÖSYS’ye başvurduğunda tercihlerini yaparken yardim ediyoruz, üniversiteyi bitirince iş bulmasına yardim ediyoruz. Çocuğun merdiven çıkmasına, "kendine olan güveni artsın" diye seyirci kalanlar, çocuklarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Çocuğa yardim eden bizler ise çocuğu güçlendirmekten ziyade, çocuk ile aramızdaki bağı güçlendirmiş oluyoruz. Kim doğru yapıyor? Her iki taraf da. Çünkü her iki taraf da, insan ilişkilerinde sahip olduğu üslubu sergiliyor. Gerek bizlerin, gerekse batılıların tavrında, doğrular ve yanlışlar bulunabilir. Örneğin bizler koruyucu ana-babalar olarak, bağımlı, hayat boyunca birilerinin desteğine ihtiyaç duyacak bir insan yetiştiriyor olabiliriz. Çocuğuna sürekli olarak bir yetişkine davranıyormuş gibi davranan batılı ise, belki kendine güvenen ve bireyselleşmiş bir insan yetiştiriyor; fakat bu insan, yasamı boyunca ana baba çocuk ilişkisindeki sıcaklığı arayabilir, ayrıca fazlaca bireyselleşmenin bedelini, toplumda yalnızlık çekerek ödeyebilir.
O halde ne yapmalıyız? Yukarıda iki kutup halinde sergilenen ana baba tutumlarının her ikisinden vazgeçmekte, daha üst düzeyde bir etkileşime yönelmekte yarar vardır. Başka bir söyleyişle, batıdaki ana baba tavrını kopya etmeyelim; ama çocuklara aşırı karışma şeklindeki tavrımızı da sürdürmeyelim; yalnızca eksiğimizi belirleyip kendi tavrımızı geliştirelim. Belli bir olayda, çocuğumuzu hem koruyup gözetebiliriz, hem "adam" yerine koyup bireyselleşmesine izin verebiliriz, hem de onu bir çocuk olarak görüp bağrımıza basabiliriz. Örnek: Çocuğumuz hayatında ilk defa bir basamağa çıkmaya mi çalışıyor; düşecek gibi olursa tutabileceğimiz bir mesafeden izleyelim (koruyucu ana baba olmuş oluruz). Fakat çıkmasına karışmayalım (çocuğu "adam" yerine koymuş, ona güvenmiş ve kendi başına övünebileceği bir iş yapmasına izin vermiş oluyoruz). Basamağı çıkıp da sevinince çocuksu bir sevinçle katılalım, "aferin sana" diyelim, öpelim onu (çocuğa gerekli olan ana baba sıcaklığını vermiş oluruz).
Yukarıda önerdiğim davranış şeklinde, çocuğu korumak ve öpmek, ülkemiz insani için yeni bir davranış değildir. Bizler için yeni olan, çocuğa güvenip, onun bireyselleşmesine izin vermektir
Siz hiç yürümeye yeni başlamış çocukların, bir basamağa ya da bir koltuğa nasıl tırmandıklarını gözlediniz mi? Uğraşa debelene bir kaç dakikalık bir gayret sonucu, yerden 15-20 cm yukarıya çıkarlar. Çıkar çıkmaz da söyle bir dikilip, muzaffer bir komutan edasıyla etraflarına bakarlar. Büyük iş başarmışlardır çünkü. Simdi size sormak istiyorum: On dört aylık bir çocuğun, kan ter içinde bir koltuğa tırmanmaya çalıştığını görürseniz, ne yaparsınız? Büyük bir ihtimalle, çocuğu sevgiyle kaldırıp koltuğun üzerine koyarsınız. (Böyle davranan çok konu komşu gördüm; ben de böyle yaparım, en azından içimden kaldırıp koymak gelir.) Az sayıdaki vatandaşımızın ve daha büyük oranda batılının ise bir yerlere tırmanmaya çalışan çocuklarına karışmadıklarını ve karışılmasından hoşlanmadıklarını gözledim. Bu gruptaki kişiler, tırmanan çocuklarına çevreden birisi yardım etmek istediğinde rahatsız oluyorlardı. "Dokunmayın kendisi çıkacak, kendisi çıkmalı" mesajını veriyorlardı. (Bati ülkelerinde yasayan herkes yukarıda belirtildiği şekilde davranmıyor olabilir. Ülkemizdeki herkes de bu konuda çocuklara yardım etmiyor olabilir; "çocuk dediğin düşe kalka büyür" sözü uyarınca bazılarımız, koltuğa tırmanan çocuklara aldırmıyor olabilirler. Fakat şöyle bir düşündüğümüzde, basamağa veya koltuğa tırmanmaya çalışan çocuğa yardım davranışı kafanızdaki "biz" imajına uygun düşüyor mu düşmüyor mu? Her halde düşüyor.)
Çocukların merdiven çıkmasına bilinçli olarak karışmayanlar muhtemelen "çocuğun egosu güçlensin" diye, "kendine güvensin" diye, seyirci kalmayı tercih ediyorlar. Yardim eden bizler ise, kendimizi sorumlu hissediyoruz; kafalarımızdaki "ana-baba" tanımı çocuklara kol kanat germemiz gerektiğini söylüyor. Bugün, "tek başına beceremez" diye basamağı tırmanmasına yardim ediyoruz; yarin okul ödevlerine yardim ediyoruz; pek çok şeyi kendi başına yapabilecek yasa geldiği halde, yemek yemesine ve tuvalet temizliğine yardim ediyoruz, lisede ÖSYS’ye başvurduğunda tercihlerini yaparken yardim ediyoruz, üniversiteyi bitirince iş bulmasına yardim ediyoruz. Çocuğun merdiven çıkmasına, "kendine olan güveni artsın" diye seyirci kalanlar, çocuklarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Çocuğa yardim eden bizler ise çocuğu güçlendirmekten ziyade, çocuk ile aramızdaki bağı güçlendirmiş oluyoruz. Kim doğru yapıyor? Her iki taraf da. Çünkü her iki taraf da, insan ilişkilerinde sahip olduğu üslubu sergiliyor. Gerek bizlerin, gerekse batılıların tavrında, doğrular ve yanlışlar bulunabilir. Örneğin bizler koruyucu ana-babalar olarak, bağımlı, hayat boyunca birilerinin desteğine ihtiyaç duyacak bir insan yetiştiriyor olabiliriz. Çocuğuna sürekli olarak bir yetişkine davranıyormuş gibi davranan batılı ise, belki kendine güvenen ve bireyselleşmiş bir insan yetiştiriyor; fakat bu insan, yasamı boyunca ana baba çocuk ilişkisindeki sıcaklığı arayabilir, ayrıca fazlaca bireyselleşmenin bedelini, toplumda yalnızlık çekerek ödeyebilir.
O halde ne yapmalıyız? Yukarıda iki kutup halinde sergilenen ana baba tutumlarının her ikisinden vazgeçmekte, daha üst düzeyde bir etkileşime yönelmekte yarar vardır. Başka bir söyleyişle, batıdaki ana baba tavrını kopya etmeyelim; ama çocuklara aşırı karışma şeklindeki tavrımızı da sürdürmeyelim; yalnızca eksiğimizi belirleyip kendi tavrımızı geliştirelim. Belli bir olayda, çocuğumuzu hem koruyup gözetebiliriz, hem "adam" yerine koyup bireyselleşmesine izin verebiliriz, hem de onu bir çocuk olarak görüp bağrımıza basabiliriz. Örnek: Çocuğumuz hayatında ilk defa bir basamağa çıkmaya mi çalışıyor; düşecek gibi olursa tutabileceğimiz bir mesafeden izleyelim (koruyucu ana baba olmuş oluruz). Fakat çıkmasına karışmayalım (çocuğu "adam" yerine koymuş, ona güvenmiş ve kendi başına övünebileceği bir iş yapmasına izin vermiş oluyoruz). Basamağı çıkıp da sevinince çocuksu bir sevinçle katılalım, "aferin sana" diyelim, öpelim onu (çocuğa gerekli olan ana baba sıcaklığını vermiş oluruz).
Yukarıda önerdiğim davranış şeklinde, çocuğu korumak ve öpmek, ülkemiz insani için yeni bir davranış değildir. Bizler için yeni olan, çocuğa güvenip, onun bireyselleşmesine izin vermektir
29 Ocak 2013 Salı
SEN YOKKEN - CAHİT KÜLEBİ
SEN YOKKEN - CAHİT KÜLEBİ
Sen yokken gittim
Korkularımın üstüne Hiç ardıma bakmadım Gümüş şiirler yazdım sen yokken Çok yangın çıktı yüreğimde Küllerini bile savurmadım Irak denizlerin fırtınasıydım Uzak iklimlerin sert rüzgarları Kulaçlarken denizinde gurbeti Kanlı savaşlarım, Belalı sevdalarım olmadı hiç Ama hep sustum, Hep ağladım, hep yandım sen yokken. Bekliyorum dönüşünü yeniden, Bir gelsen, Hayatın önünden alsan beni Bir gelsen, Sellerin önünden alsan beni Bir gelsen, Ölümlü düşlerimden alsan beni. Çok durdum güneşe karşı bir başıma Savrulurdum rüzgarlarında sensizlik denizinin Sen yokken, Az dolaşmadım gönlümün kuytularında Üşüyen karanfilim şimdi buruşuk parmaklarda Bir kırağı ayazıydım gecenin kollarında Zifirlerinde sadece ben üşürdüm. Hiç aldırmadım esen rüzgara Hiç dinlenmiş bir yürekle çıkmadım ortaya Yinede hiç yıkılmadım giden trenlerin ardından Ama bütün yangınlar beni yaktı önce Hep ortasında kaldım vurgunların Vurgun nedir ki? deme Bir babanın serzenişi nasılsa öyle Bayrakları indirilmiş, Bozguna uğramış bir hisardım sen yokken Hep sustum, Hep yandım, hep ağladım sen yokken. Bir gelsen, Yangınlardan alsan beni, Bir gelsen, Dünyalarımdan alsan beni, Bir gelsen, Şafaksız gecelerden alsan beni, Ama ne zaman gelsen, Akşam kızılı gözlerimle bulacaksın beni. |
FETİH MARŞI - ARİF NİHAT ASYA
FETİH MARŞI - ARİF NİHAT ASYA
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek; Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın? Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.! Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden.... Senin de destanını okuyalım ezberden... Haberin yok gibidir taşıdığın değerden... Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın... Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.! Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini... Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini? Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın; Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.! Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleymandır. Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinandır. Haydi artık uyuyan destanını uyandır.! Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.! Delikanlım, işaret aldığın gün atandan Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan! Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan.... Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın; Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.! Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin! Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın! Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın... Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın? Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.! |
BAYRAK - ARİF NİHAT ASYA
BAYRAK - ARİF NİHAT ASYA
Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kızkardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü! Işık ışık, dalga dalga bayrağım, Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım. Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım. Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım. Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder... Gölgende bana da, bana da yer ver ! Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar. Yurda ay yıldızın ışığı yeter. Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün. Kızıllığında ısındık, Dağlardan çöllere düşürdüğü gün. Gölgene sığındık. Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan; Barışın güvercini, savaşın kartalı... Yüksek yerlerde açan çiçeğim; Senin altında doğdum, Senin dibinde öleceğim. |
SEN - ARİF NİHAT ASYA
|
BEBEĞE İHTAR - ABDURRAHİM KARAKOÇ
BEBEĞE İHTAR - ABDURRAHİM KARAKOÇ
Geçmişte yağmanın hasat dönemi
Acele gel diye çağırdım seni Şimdi iş değişti dur, dinle beni Dokuz aylık yolu altmış ayda çek Beş sene dolmadan doğma ha bebek. Emmin, dayın annen, baban kereste İşçi, memur, çiftçi, çoban kereste Çarşı, pazar, yazı-yaban kereste İnsanlar ya mertek, ya orta direk Beş sene dolmadan doğma ha bebek. Doğarsan üç günlük iş bulamazsın Acıkırsın, ekmek, aş bulamazsın Ucuz toprak, beleş taş bulumazsın Yaşamak rezillik, rüsvaylık demek Beş sene dolmadan doğma ha bebek. Arı peteğinde ağulu bal var Kaçıp kurtulmaya ne yön, ne yol var Sıkıver dişini, annene yalvar Buradan rahattır orda beklemek Beş sene dolmadan doğma ha bebek. Kurtlar sülük oldu, sıyrıldı posttan Kaçan kurtuluyor, ahbaptan dosttan Değişti bahçıvan, bozuldu bostan, Hıyarlar acıdır, karpuzlar kelek Beş sene dolmadan doğma ha bebek. Vaziyet bambaşka vaziyet oldu Yaşamak işkence, eziyet oldu Dalkavukluk üstün meziyet oldu. Sanatkârlar sansar, dâhiler şebek Sözümü dinlersen hiç doğma bebek. |
DOSTA DOĞRU - ABDURRAHİM KARAKOÇ
DOSTA DOĞRU - ABDURRAHİM KARAKOÇ
İçimde uzayan her yol
Çıkar gider dosta doğru Nergis. ıtır, menekşe, gül Kokar gider dosta doğru Zamanım yoğrulur gamla Birleşir sabah akşamla Ilık kanım damla damla Akar gider dosta doğru Gel bende gör, sen gel beni Durduramaz engel beni Görmediğim bir el beni Çeker gider dosta doğru Beynim fırın, bağrım tandır Yanarım hayli zamandır Sevgim bir yavru ceylandir Çeker gider dosta doğru Ne saklarım ne gizlerim Yalnızca onu özlerim Tabutta bile gözlerim Bakar gider dosta doğru |
YETER Kİ GEL - ABDURRAHİM KARAKOÇ
Beklenen
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni Gelme, artık neye yarar? |
Necip Fazıl Kısakürek
|
Beklenen
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni Gelme, artık neye yarar? |
Necip Fazıl Kısakürek
|
Üzülme her hafta gelemem diye
Haftada olmazsa ayda gel canım. Üçyüzaltmışbeşi böl onikiye Sırala otuzu say da gel canım. Bekletme geciken müddet ziyandır Güzel kin,öfke,hiddet ziyandır Varsa gurur,kibir,şiddet ziyandır Onları orada koy da gel canım. Kitap aşk,masal der,yıkar bırakmaz Akıl "tedbir al" der çöker bırakmaz Korku "gitme kal"der çeker bırakmaz Sen gönül sözüne uy da gel canım. Yazı,güzü,kışı bahar zamanı Yaşadın bilirsin ki her zamanı Dinle rüzgarları seher zamanı Uzaktan sesimi duy da gel canım. |
28 Ocak 2013 Pazartesi
LAL
Lâl, “Müslümanlar kültür-sanat ve “aşk”tan uzak” eleştirilerine karşı
“Aşk” Temelli Estetik bir İslam algısı öneriyor
LÂL, Nergis’in Aşk Temelli Estetik İslam Algısı ve ikizinin Madde Nakli çabalarında temsil edilen Fatih Medeniyeti
Kaybolan eşini, iki çocuğuyla senelerce bekleyen Nergis’in, Bosna Dayanışma Grubu’nda yıllar sonra karşılaştığı kuzeni Fuad’la masalsı aşkı
Bosna Savaşı, 99 Depremi, sırlar ve geçmişiyle yüzleşen saray kökenli, muhafazakâr Sermüezzin Ailesi
Saraylı yıllar, Abdülhamid’in Hicaz Demiryolu, Fatih Camii’ndeki ilk Türkçe ezan, küskünlük ve İstanbul’dan Mekke’ye göç…
LÂL, İstanbul’da Medine, Bosna; “Kalmaz sonra, onlardan farkımız”ı Aliya’ya söyleten maya…
Mimar Sinan, Dede Efendi, Sezen Aksu, Baktagir ve Tanpınar’la karışmak İstanbul’a…
“Biz O’nun rüyasıyız!” diyen Arabi’nin düşünsel temelini oluşturduğu rüya anlatı…
LÂL, nazenin bir edebî dilin, AYŞE KARA’nın keyifli ve akıcı romanı…
“Aşk” Temelli Estetik bir İslam algısı öneriyor
LÂL, Nergis’in Aşk Temelli Estetik İslam Algısı ve ikizinin Madde Nakli çabalarında temsil edilen Fatih Medeniyeti
Kaybolan eşini, iki çocuğuyla senelerce bekleyen Nergis’in, Bosna Dayanışma Grubu’nda yıllar sonra karşılaştığı kuzeni Fuad’la masalsı aşkı
Bosna Savaşı, 99 Depremi, sırlar ve geçmişiyle yüzleşen saray kökenli, muhafazakâr Sermüezzin Ailesi
Saraylı yıllar, Abdülhamid’in Hicaz Demiryolu, Fatih Camii’ndeki ilk Türkçe ezan, küskünlük ve İstanbul’dan Mekke’ye göç…
LÂL, İstanbul’da Medine, Bosna; “Kalmaz sonra, onlardan farkımız”ı Aliya’ya söyleten maya…
Mimar Sinan, Dede Efendi, Sezen Aksu, Baktagir ve Tanpınar’la karışmak İstanbul’a…
“Biz O’nun rüyasıyız!” diyen Arabi’nin düşünsel temelini oluşturduğu rüya anlatı…
LÂL, nazenin bir edebî dilin, AYŞE KARA’nın keyifli ve akıcı romanı…
Satranç Lisansı Nasıl Çıkarılır
TSF tarafından düzenlenen turnuvalarda lisans kullanımı zorunludur. MEB turnuvalarında ise ayrı bir lisans sistemi uygulanmakta. Satranç lisansları TSF İl ve İlçe Temsilcileri tarafından çıkartılabilir.
Gerekli Belgeler: 2 adet resim, Nüfus Cüzdanı fotokopisi.
Bu belgelerle beraber görevlinin verdiği Geçici Lisans Belgesi ve Lisans Tescil Belgesi doldurulur. TC Vatandaşlık Numarası sporcunun aynı zamanda Lisans numarasıdır. 18 yaşından küçük sporcular için velinin de Lisans Tescil Belgesini imzalaması gerekmektedir. Makbuzlarda ve formda Vatandaşlık Kimlik No olması lisansın hızlı çıkması açısından çok önemlidir.
Bu işlemler yapıldıktan sonra görevli lisans bedelini (2008 yılında 5 YTL) alarak alaındı makbuzunu hazırlar ve sporcu geçici lisans belgesine sahip olur.
Lisansla ilgili iletişim bilgileri:
TSF Ankara: 312 309 75 94 & 533 478 93 57
Notasyon
Satrançta taşların konumları ve hamleleri genellikle cebirle gösterilir. Satranç tahtasında düşey sütunlarda birer harf (a, b, c, d, e, f, g, h) ve yatay sütunlara birer sayı (1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 ) ile gösterilir.
- Hamleler
- Yorumlar
- ! : Kuvvetli hamle
- !!: Çok kuvvetli hamle
- ? : Hatâlı hamle
- ??: Büyük hatâ
- ?!: Şüpheli hamle
- !? : İlginç hamle
- □ : Zorunlu hamle
Oyunun kuralları
Oyunun başında satranç tahtası üzerinde toplam 32 taş bulunmaktadır. Bunların 16'sıbeyaz (veyâ açık renk), 16'sı da siyahtır (veyâ koyu renk). Oyuncuların herbirinin (kısacabeyaz ve siyah) şu 16 satranç taşları vardır:
- Sekiz figür:
- Sekiz piyon.
Satranç tahtası, oyuncular arasına oyuncu perspektifinden bakıldığında sağ alttaki kare beyaz olacak şekilde yerleştirilir. Taşlar, resimde gösterildiği gibi satranç tahtasının iki tarafına yerleştirilir. Sondan bir önceki sırada piyonlar yer alır. Son sıraya da figürler yer alır. Bunların sırası (beyaz için soldan sağa, siyah için ters yönde) şöyledir: Kale, at, fil, vezir, şah, fil, at ve kale. Vezir, bu arada her iki tarafta oyunculara verilen rengin rengini taşıyan kare üzerindedir. Latince'den gelen bu konudaki kural: Regina regit colorem ya da Vezir (karenin) rengi(ni) belirlerdir.
Oyuna beyaz başlar ve oyuncular sırayla bir taşla oynarlar (İstisnâ: Rok). Böyle iki kişinin arka arkaya birer kere satranç taşlarından birin hareket ettirmelerine hamle denir. Bununla berâber satranç notasyonu, her zaman bir beyaz ve bir siyah taş hareketine bir sayı eşlemekte ve buna bir hamle demektedir. Bu bağlamdan genelde ne ifâde edilmek istendiği anlaşılmakla berâber bâzen bir oyuncunun yaptığı harekete yarı hamle de denir. Satrançta hamle sırası geldiğinde sıra gelen oyuncunun oynama zorunluluğu vardır (Alm.İng.Zugzwang (okunuşu [tsug tsvang])).
Bir karede en fazla bir taş durabilir. Taş, o alanda durduğu sürece bütün diğer taşlar için o kareyi kendi taşları için bloke eder. Karşı tarafın taşları için bu böyle değildir. Bir taşın gitmek istediği hedef karesinde rakibin bir taşı durmaktaysa bu taş, kendi taşını o alana koymak isteyen oyuncu tarafından önce tahtadan uzaklaştırılır, sonra böylece boşalmış olan bu alana kendi taşını koyar. Buna satrançta karşı tarafın taşını almak denir.
Bir satranç taşı öbür hamlede vurulabilecek konumdaysa bu taş tehdit altındadır. Eğer akabindeki yarı hamlede onu alan taşı da almak mümkünse bu taş korunmuştur.
Şahlardan biri bir hamleyle tehdit altına girerse bu durumu oluşturan oyuncu, karşı tarafa Şah! diyerek îkâz eder. Eskiden karşı tarafı îkâz mecbûriyeti var idiyse de bugünkü turnuvalarda artık bu alışılagelmiş değildir ve FİDE kurallarında bulunmamaktadır. Şah verilince karşı tarafın tedbir alması gerekmektedir. Oyunun hedefi, öyle bir pozisyon oluşturmaktır ki bu pozisyonda karşı tarafa şah verilmiş olsun ve o şahı korumak mümkün olmasın (şah mat).
Temel kavramlar ve oyunun hedefi
Oyunun amacı rakip şahı mat etmektir. Bunun anlamı rakip şahın bulunduğu karenin tehdit altında bulunması ve tehdit altında olmayan bir kareye kaçış ya da tehdîdi engelleyecek başka bir hamlesinin olmamasıdır. Bu da rakîbin diğer taşlarını yiyerek onu güçsüz bırakma ilkesine dayanır. Ayrıca satrançta hızlı gelişim de önemlidir. Hızlı gelişim göstermek için yapılan en önemli adım gambit, yâni piyon fedâsıdır. Bu daha fazla taşın merkeze rahatça açılmasına olanak sağlar. Eğer bir oyuncunun şahının bulunduğu kare tehdit altında olmadığı halde bu oyuncunun legal hamlesi kalan tek taşı şahı ise ve şahının tehdit altında olmayan bir kareye yapabileceği bir hamlesi yoksa oyun pat olur, yâni berâbere biter. Ayrıca oyun herhangi bir anda oyunculardan birinin yenilgiyi kabul etmesi veya bir oyuncunun berâberlik teklif etmesi ve diğerinin de bunu kabul etmesiyle de sona erebilir. Oyun sırasında taşları avantajlı yerlere yerleştirerek rakîbin hareketini kısıtlamak ve rakîbin taşlarını almak yoluyla gücünü azaltmak esastır. Her taş, kurallara göre ulaşabileceği bir karedeki rakip taşın bulunduğu kareye yerleşerek, yerinden ettiği taşı oyun dışı bırakma gücüne sâhiptir, buna taş almak denir. Alınan taş oyuna bir daha geri dönemez, ancak bulunduğu hattın son karesine varan bir piyon, oyun hâricinde bulunsun bulunmasın, arzu edilen piyondan değerli, şahtan değersiz başka bir taşla değiştirilebilir.
Satrancın Tarihçesi
Satranç, MÖ 6. yüzyılda Hindistan'da ortaya çıktı.[2] MS 10. yüzyıla gelindiğinde tüm Asya'ya, Ortadoğu ve Avrupa'ya yayılmıştı.[2] En geç 15. yüzyıldan itibaren Avrupa'da soylular arasında çok popüler bir oyun haline geldiğinden "kraliyet oyunu" olarak anılmaya başlandı. Kurallar ve dizilişler zaman içerisinde çeşitli değişiklikler gösterdi ve 19. yüzyılda bugünkü standart halini aldı. 20. yüzyıl Avrupa'sında toplumun entelektüel üst tabakaları arasında yayıldı ve dünyanın en popüler oyunlarından biri haline geldi.[2]
Oyunun îcâdı konusunda birkaç efsâne mevcuttur. Bunlardan biri buğday tânesi efsânesidir. 6. yüzyıldan beri satranç Îran'da bilinmektedir. Buradan 7. yüzyılda İslâm'ın yayılışıyla birlikte Orta Doğu'da ve Kuzey Afrika'da yayılır. Endülüs Emevîleri, İtalya, Bizans İmparatorluğu ve Rusya yoluyla oyun, 9. ilâ 11. yüzyıllar arasında Avrupa'nın diğer yerlerine yayılır. Burada bir yandan şövalyelerin yedi yiğit erdeminden sayılırken diğer yandan kilise tarafından uygun bulunmuyordu. 15. yüzyılda oyun kuralları belirleyici şekilde değişir. Bu yüzyıldan sonra bugün oynanana benzeyen modern satrançtan bahsedilebilmektedir. İspanya (16. yüzyıl), İtalya (16./17. yüzyıl), Fransa (18./19. yüzyıl), İngiltere (19. yüzyıl) ve Rusya (20. yüzyıl), sırayla satrançta Avrupa'nın önder ülkeler oldular.
19. yüzyılın ortasından beri düzenli satranç turnuvaları yapılmaktadır. İlk resmî Dünyâ şampiyonu Wilhelm Steinitz'tir. 1924'te Dünyâ Satranç Federasyonu (FIDE) kurulmuştur.
Bilgisayarların icadı ile birlikte 20. yüzyılın sonunda iyi satranç oynayabilen satranç programları piyasaya çıktı. Bu programlardan bazıları günümüzde dünya şampiyonları seviyesinde oynayabilmektedirler.
Satrancın Yararları
- - Kötü alışkanlıklar edinilmesine engel olur.
- Planlı hareket etmenin önemini ve gerekliliğini kavratır.
-Süratli, doğru ve çabuk düşünebilmeye yardımcı olur, olaylara doğru yorumlarla yaklaşabilme yeteneklerini geliştirir.
- Kişiliği ve karekteri olumlu yönde etkiler ve geliştirir.
-"Kendine güven" duygusu aşılar ve bunu geliştirir.
- Kendi güç ve yeteneklerini daha iyi tanıyarak, bireysel güç ve yetenekleri açığa çıkarmaya ve bireysel doğru kararlar alabilmeye yardımcı olur.
- Dikkatini tek konu üzerinde yoğunlaştırabilme alışkanlığı kazandırır.
-Diğer ders konularının daha iyi anlaşılıp kavramasına yardımcı olur. Bilimselliği ön plana alarak araştırmalar yapmaya yönlendirir.
- Konulara karşı şüpheci yaklaşımı benimsetir, onları ezberci zihniyetten arındırır.
- Kişileri düşünen, araştıran, yargılayan varlıklar haline getirir ve yaratıcılıklarında özgür bırakan bir ortam hazırlar.
- Başarıya ancak ve ancak sistemli ve disiplinli bir çalışmayla varılabileceğini gösterir.
- Mücadeleci bir ruh yapısına sahip olmanın gerekliliğini benimsetir.
- Başarısızlıklar karşısında yılmamayı, başarı için daha da çok çalışmanın gerekli olduğunu öğretir.
- Başarılardan büyük hazlar duyarak daha da başarılı olmaya yönlendirir.
- Yepyeni hedefler göstererek bu yeni hedefler doğrultusunda motivasyon sağlar.
- Kişilerin olumsuz bir yönünü, eksikliğini, veya bir davranış bozukluğunu hızlıca ortaya çıkarır.
- Kurallara uymayı, dostça oynamayı, kaybetmeyi kabullenmeyi, kazananı kutlamayı öğretir.
- Yakın dostluklar kurup daha çok sosyalleşmeye ve sosyal yaşamının zenginleşmesine yardımcı olur.
- Satrancın yararlarını gösteren bütün bu maddeler, Milli Eğitimin de temel amaçlarındandır, Türk Milli Eğitimi’nin öğrenciler tarafından kazanılmasını istediği temel davranışlardır. Bu kadar pozitif etkisi olan bir araç kesinlikle bir 'EĞİTİM ARACI'dır. Yeryüzünde başka hiçbir araç, bu kadar olumlu davranışların hepsini birden bireylere kazandıramaz!
Öyleyse, çocuklarımızın olabildiğince küçük yaştan başlayarak 'Kişilik gelişiminde satrancın pozitif etkilerinden yararlanma’ amaçlanmalı, çocuklarımızın olumlu davranışlar sergilemelerini sağlamaya çalışmalı bu amaç bir 'görev' olarak benimsenmelidir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Meşhur Bilderberg toplantısına bu yıl hangi Türkler katılıyor
Dışarıya tamamen kapalı bu kulüp, komplo teorisyenlerinin de sıkça beslendiği bir yer olma özelliğini taşıyor. Bu yıl, organizasyona 23 ül...
-
1)Alışveriş yaparken kolaylıklar sağlar. 2)Sayıları yuvarlamak aklımızda daha kolay kalmalarını sağlar. 3)Karışık gibi görünen arazi , yol g...
-
Paketli Gıdalar... Koronavirüs COVID – 19 pandemiye dönüşüp tüm dünyayı etkilemesi sonrasında yiyecekten hijyene her şeye daha fazla...
-
I. Derse Giriş: a) Önceki dersin özeti Resim b) Dikkat çekme : Çocuklar çamaşır makinesi ne işe yarar? Çamaşırlarımız kirlend...