EĞİTİM, dar tanımıyla yeni kuşakların gerek­li bilgi, beceri, deney ve değerleri elde etme­leri ve kişiliklerini geliştirebilmeleri amacıyla sürdürülen etkinliktir. Geniş tanımıyla eği­tim, okulöncesinde aile ve çevrede başlar, okul sırasında ve yaşamın tüm evrelerinde sürer. Çağlar boyunca kültürel, toplumsal ve ekonomik ge­lişmenin gerektirdiği insanların yetiştirilmesi için eğitim gerekli olmuştur. İlk insan topluluklarında çocukların topluluğun beceri­lerini, geleneklerini ve inançlarını benimse­mesi, yetişkinlerin avlanma, ekip biçme, ye­mek pişirme gibi eylemlerine katılma yoluyla oldu. Başlangıçta, bütün toplumsal çevre ve etkinlikler eğitici işlev görürken, yetişkinlerin tümü de öğretmen konumundaydı.Toplumlar karmaşıklaştıkça yeni kuşaklara aktarılacak bilgi birikimi de arttı. Bu gelişme­lerin sonunda eğitimin okul adı verilen ku­rumlarda, uzman kişilerin aracılığıyla yürütül­mesi gerekli oldu. Eğitim ve eğitim kurumları toplumsal gelişmenin önemli bir parçası duru­muna geldi.



Eski Uygarlıklarda Eğitim



Mezopotamya uygarlığında eğitim alanında etkin olan rahipler bilgili ve aydın kişilerdi. Ço­cuklara ilk aşaması okuma, yazma ve din bilgisi olan, daha ileri yaşlarda ise hukuk, tıp ve astrolojinin öğretildiği bir eğitim verilirdi. Okullara toplumun alt sınıflarından kişilerin çocukları gidemezdi. Okula gidebilen çocuk­lar yazıcı, kütüphaneci ve öğretmen olmak üzere yetiştirilirdi. Ayrıca rahip yetiştirmek için tapınak sayısı kadar çok sayıda okul bulunuyordu.
Eski Mısır'da ise devlet görevlilerinin ve rahiplerin denetiminde iki tür okul vardı. Beş yaşında okula alınan erkek çocuklar önce okuma yazma öğrenir; 13-14 yaşına gelince ileride çalışacakları yerlerde pratik eğitim görür; rahipliğe ayrılanlar ise 17 yaşından sonra özel okullara giderlerdi. Bu okullarda ezbere dayalı bir eğitim, sıkı bir disiplin ve dayak vardı. Arkeologların Mısır'da bulduğu kil bir tablette "Beni dövdün, bilgi kafama girdi" yazılmıştı. Okullarda tıp, matematik ve geometri gibi bilim dallarında eğitim verilirdi. Mimarlık, mühendislik ve heykeltıraşlık ise okul dışında, ustalardan öğrenilirdi.

Bugün Çin'de geçerli harflerin çoğu bun­dan 3.000 yıl önce bulunmuştu. Daha önce söz edilen uygarlıklardan farklı olarak Çin'de ahlaksal duyarlık aşılayan, kişinin başkalarına ve devlete karşı görevlerini öğreten bir eğitim anlayışı vardı. Uygarlığın başlangıcında bile uyumlu insan ilişkilerine, müziğe ve dinsel törenlere verilen önem eğitimde de kendini gösteriyordu.
Amerika'da Kolomb öncesi uygarlıklara ilişkin arkeolojik bulgular pek ipucu vermi­yorsa da Mayalar'ın ve İnkalar'ın çok gelişkin takvimler kullanmış olmaları astronomi ve matematikte çok ileri gittiklerini gösterir. Aztekler'in yapmış oldukları görkemli tapı­naklar ve Mayalar'ın karmaşık yapı sistemi de iyi bir eğitimin kanıtlarıdır. Bu uygarlıklarda eğitimin amacı meslek bilgisi vermek ve kişiliğin gelişmesine yardımcı olmaktı.

En eski uygarlıklardan birinin beşiği olan Hindistan'da birbirinden katı kurallarla ayrı­*** sınıflar vardı (bak. Kast). Bu sınıflardan din adamı Brahmanlar toplumda saygın bir konuma sahipti; çünkü din ahlakı, felsefeyi, hukuku ve yönetimi kapsayıcı bir nitelikteydi. Eğitim de bu nedenle dinden kaynaklanıyor­du. Çocuklar yedi yaşına kadar evde, yediden 16'ya kadar okulda, 16'dan sonra da, ünlü düşünürlerin ve öğretmenlerin ders verdiği kurumlarda okurlardı. Öğretim kızlara yasak­lanmamıştı, ama kız çocuklar genellikle evde eğitilirdi. Çocukların eğitileceği konular için­de bulundukları kasta göre değişirdi. Ne var ki, hangi kasttan olursa olsun öğrenci­nin sade bir yaşam sürmesi, sert bir yatakta yatması, süsten kaçınması beklenirdi. Hindis­tan'da Budacıhk'la birlikte eğitimde sınıflar arası ayrım kalktı. Manastırlar başlıca eğitim merkezlen durumuna geldi.

Yahudiler'de eğitim aile içinde, annenin çocuklara temel bilgileri öğretmesiyle başlar­dı. Baba ise oğullarını toplumun törelerine uygun biçimde eğitir, onlara din eğitimi verir ve el becerileri öğretirdi. Amacı din bilgisi vermek olan okullarda Tevrat öğretilir, oku­ma, yazma ve matematik dersleri verilirdi. Eğitimin dine dayalı olması İS 7()'te Kudüs' teki tapınak yıkıldıktan ve Yahudiler dağıl­dıktan sonra da ulusal birliğin korunmasına yardımcı oldu. Eski Yunanda eğitim jimnastik ve müzik yoluyla insanın çok yönlü gelişimini amaç edinmişti. Sparta'da çocuklar yedi yaşına kadar ailenin yanında kalır, yedi yaşından sonra da devlete ait eğitim kurumlarına gön­derilirlerdi. Bu kurumlarda 30 yaşına kadar okuma, yazma ve matematiğin yanı sıra, savaş ve devlet yönetimi üzerine de eğitim görürlerdi. Atina'da eğitim, Sparta'nın tersi­ne bir devlet işi olarak değil, özel kişilerin işi olarak özgür bırakılmıştı. Bu kişilerin açtığı okullarda müzik, jimnastik dersleriyle birlikte edebiyat, dilbilgisi, matematik ve felsefe gibi dersler de okutuluyordu. Bir okullar kenti olan Atina'da eğitim iki yıllık askerlik döne­mi ile sona ererdi. Yunanlı filozof Platon. Cumhuriyet adlı kitabında devletin görevle­rinden biri olmasını öngördüğü eğitimde erdem ve bilgeliğin öneminden söz eder. Platon ile birlikte öbür Yunan filozoflarının düşünceleri birçok batı ülkesinin eğitimi üze­rinde etkili olmuştur.
Eskiçağın ikinci önemli merkezi olan Roma'da eğitim. Eski Yunan'daki gibi kuramsal olmayıp yaşamın gereklerine yanıt verecek biçimde düzenlenmişti. Roma'da eğitimin amacı iyi yurttaş yetiştirmekti. Bu görevi aile kurumu yüklenmişti. Kız çocuklar evde anne­lerinin yanında ev işlerini öğrenir, erkek çocuklar önce babalarıyla birlikte çalışır, da­ha sonra da bir ustanın yanında meslek öğre nirlerdi.Öğrencileri sınıflara ayırma yöntemi ilk kez Roma'da uygulanmış, daha sonra da tüm imparatorluğa yayılmıştı. Bu okullarda okuma, yazma, edebiyat, konuşma sanatı ve Latince öğretilmekteydi.

Bizans İmparatorluğumda yalnızca varlıklı kesimlerin çocuklarının okula gitme olanağı vardı. Okullarda Homeros'un yapıtları okutu­lur, matematik, dilbilgisi ve din dersleri veri­lirdi. Manastırlar ise başlı başına dinsel eğiti­me ağırlık veriyordu. Konstantinopolis (bu­gün İstanbul), İskenderiye ve Antakya'da üniversiteler vardı. Bu üniversitelerde beşeri bilimler. Yunan klasikleri, konuşma sanatı, dilbilgisi, felsefe, geometri, astronomi, man­tık ve şiir yazma dersleri verilirdi.

İslam dünyasında Abbasi yönetimi sırasın­da bilim ve eğitimin en parlak dönemi yaşan­dı. Platon, Aristo, Hipokrat gibi bilim adamı ve düşünürlerin yapıtları Arapça'ya çevrildi. Dinsel eğitimin yanı sıra, teknik gelişmelerin hızlanmasına yol açan eğitim sürecinde sula­manın, mimarlığın, dokumacılığın, kâğıt üre­timinin ve bakırcılığın geliştirilmesine önem verildi. Ortaçağda Bağdat, Kurtuba, Sevilla üniversiteleri ünlü araştırma merkezleri ko­numundaydı. Bu öğrenim kurumlarında ce­bir, trigonometri, kimya, fizik, astronomi, tıp, mantık, coğrafya, siyaset, hukuk ve din gibi konularda eğitim yapılıyordu. Ne var ki, yaklaşık 350 yıllık bu yaratıcı dönem 11. yüzyılda sona erdi.



Ortaçağ Avrupa'sı



Ortaçağda 768-814 arasında Avrupa'nın bü­yük bir bölümüne egemen olan İmparator Şarlman tarih, felsefe, fen gibi konularda eğitimin yaygınlaştırılmasına çalıştıysa da bu çağda eğitimin temel öğesi din adamı yetişti­ren manastırlardı. Bu manastırlarda okuma, yazma ve aritmetik gibi temel bilgilerle birlik­te Latince dualar, dinsel metinler ve ilahiler öğretilirdi. Böylece Eski Yunan'dan başlaya­rak insanı çok yönlü olarak yetiştirmeyi amaç edinmiş eğitimin yerini, insanı tek boyutlu yetiştirmeyi amaç edinen dinsel bir eğitim aldı.
12. ve 13. yüzyıllara gelindiğinde bazı kentlerde ilk üniversitelerin çekirdeği olan ve bilimsel tartışmaya ağırlık veren kuruluşlar ortaya çıktı. Bunlar arasında İtalya'da Bolog-na, Fransa'da Paris, İngiltere'de Oxford ve Cambridge sayılabilir. O dönemde bu üniver­siteler kadınlara kapalıydı.



Rönesans ve Reform



Avrupa'da 14. yüzyılın ikinci yarısında başla­yan Rönesans insanı temel alan görüşün yeniden önem kazanmaya başla­dığı bir dönemdir. Eğitimin amacı her yönüy­le gelişmiş insanın yetiştirilmesiydi. Bu dö­nemdeki Hümanizm Akımı da eğitimin mer­kezine, Tanrı ya da kilise öğretileri yerine, insanı koymuştur. Ortaçağın geleneksel, baskıcı eğitim yapısı Rönesans'la birlikte yerini giderek liberal bir eğitime bıraktı. Okullarda Yunan klasikleri yeniden okutulmaya başlandı. Yeni keşiflerle bilim dünyası zenginleşti. Ama gene de kurumsal eğitimin içeriği ortaçağ eğitimine benziyordu. Dilbilgisi, konuşma sanatı, mantık, geometri, aritmetik, müzik ve astronomi derslerine ek olarak tarih, beden eğitimi dersleri verilmeye başlandı. Yoksul kesimler bu dönemde de eğitimden yararlanamıyordu.
Avrupa'da 16. yüzyılda başlayan Protestan reformunun eğitim üzerinde kalıcı bir etkisi oldu. Protestanlar her ülkenin kendi inancını seçme hakkı olduğunu savunu­yorlardı. Ulusçuluk düşüncesinin güçlenmesi­ne yol açan bu akımın etkisiyle Protestanlık'ı benimseyen ülkelerde okullar giderek ulusal birlik sürecinde önemli işlevler yüklendi. Ay­rıca eğitiminin yaygınlaşmasına önem veren Protestanlar pek çok ülkede, yoksul kesim­den çocukların eğitimi için yeni okullar açtı­lar. Katoliklik inancına bağlı kalan ülkelerde ise Katolik Kilisesi eğitimin denetimini elinde tuttu.



Çağdaş Eğitime Doğru



17. yüzyılın ortalarından 18. yüzyılın sonları­na doğru Avrupa'da hızı giderek artan yeni toplumsal ve ekonomik gelişmelerle birlikte, ilerici düşünceler de etkisini göstermeye baş­ladı. Avrupalılar'ın uzak denizlere açılması ve Sanayi Devrimi'nin gerçekleşmesi sonucu ticaret gelişti, ulusal zenginlikler arttı. Sanayi Devrimi'yle birlikte köylerden kentlere kitlesel göçler oldu. Büyü­yen kentlerde Fransız Devrimi'nin yaygınlaş­tırdığı eşitlikçi düşünceler, hak eşitliği istemi­ni gündeme getirdi. Eğitim de içinde olmak üzere, sıradan insanın toplumsal gereksinim­lerinin karşılanması yönünde toplumsal baskı­lar başladı. Yeni eğitim arayışları içinde eğitimin devlet eliyle sağlanması uygulamala­rına geçildi. 19. yüzyılın başında Fransa ve Almanya'da parasız okulların yalnızca yok­sullara değil, herkese açık olması gerektiği düşüncesi yaygınlaştı. Toplumsal ve ekono­mik gelişmeler nedeniyle okul programlarının da değişmesi gerekti. Okullarda öğrenci sayısı arttıkça öğretmen eksikliği yüzünden başarılı öğrencilerin arkadaşlarını eğitmesini öngören grup eğitimine geçildi. Buradan da çocukları yaşlarına göre sınıflara ayırma yöntemi uygu­lanmaya başlandı.
18. ve 19. yüzyıllar, yeni eğitim ilkelerinin biçimlenerek bazı yerlerde yaşama geçirilme­si, okulların ve sınıfların yeni bir anlayışla düzenlenmesi açısından çok canlı bir dönem­dir. Jean-Jacques Rousseau'nun, çocuğun do­ğal bir ortamda yetişmesine yardımcı olmak gerektiği yolundaki savı, öğretmen-öğrenci ilişkilerinin köklü bir biçimde değiştirilmesini öngörüyordu. Rousseau'nun yeni eğitim anlayışına Johann Pestalozzi ve Friedrich Froebel sahip çıktı.
İsviçreli bir eğitimci olan Johann Pestalozzi (1746-1827) çağdaş ilkokul eğitiminin öncüsüdür. 1774'te Zürich'te bir yetimhanede uygu­lamaya başladığı çocuk eğitimine ilişkin yön­temlerini daha sonra 20 yıl süreyle yöneticili­ğini üstlendiği bir yatılı okulda geliştirdi. Daha çok yoksul çocukların eğitimiyle ilgile­nen Pestalozzi "kafanın, yüreğin ve bedenin uyumu'nu vurgulayarak beden eğitimine, el işlerine ve oyuna büyük önem verdi.
Çocuk yuvalarının kurucusu Fredrich Froe­bel (1782-1852) ise ilk çocukluk döneminde oyunun yararı üzerinde durdu. Küçük çocuk­ların oyunu ne kadar ciddiye aldıklarının farkına vardı ve onları oynarken eğitmenin yollarını aradı. Oyun. çocuğun gelişiminde renkleri, ayrımları, ilişkileri kavramasını sağ­lıyordu).
Maria Montessori (1870-1952) de 20. yüzyı­lın başında, küçük çocukların gerek beden, gerek ruh sağlığı için büyüklerden değişik bir ortamda yetiştirilmeleri gerektiğini savundu. Düşüncelerini uygulamaya koyarak, çocukla­rın boylarına uygun masa ve iskemleler, becerilerini geliştirmeleri için özel oyuncaklar sağladı. Montessori'nin çocuk eğitimi konu­sundaki gözlem ve deneye dayalı uygulamala­rı zaman içinde bir eğitim yöntemi olarak anaokullarından başka ilk ve ortaokullara da yerleşti.
20. yüzyılda dünyanın hemen hemen her yerinde öğrenci sayısında geçmişe göre büyük bir artış görüldü. Eğitimin çeşitli basamakla­rında neler öğretilmesi gerektiği; televizyon, teyp ve bilgisayarların en yararlı biçim­de nasıl kullanılacağı yolunda tartışmalar gündeme geldi. Psikoloji alanındaki gelişme­lerden yararlanan eğitimciler, çocukların bas­kı altında yetişmelerinin önünü alacak ve öğrenmeyi zevkli bir uğraş haline getirecek yeni denemelere giriştiler. ABD'li eğitimci John Devvey çocukların yaparak öğrendikleri deneme okulları kurdu. Az sayıda öğrenciyi kapsamına alan bu gibi okulların yaygınlaşması I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla yavaşladıysa da 1930'larda yeni­den canlandı. Bu okullarda çocuklar özyöne­tim örgütlenmelerinde, spor, tiyatro, araştır­ma gibi alanlarda sorumluluk almaya özendi­rildi; öğrencilere yaratıcı etkinlikler ve araş­tırmalar için uygun ortam sağlandı; çocuk yönetilmekten çok yönlendirildi.
Eğitimin toplum gereksinimlerine göre planlandığı sosyalist ülkelerde ülkenin sanayi­leşmesine ve kalkınmasına yardımcı eğitim programları yapılır. Çocuklar eğitimin çeşitli basamaklarında yeteneklerine ve becerilerine göre yönlendirilir. Eğitimin önü kapalı olma­yıp, her yaşta meslekte ilerleme ya da meslek edinme olanağı vardır. SSCB'de Ekim Devri-mi'nden sonra eğitimin hızla yaygınlaştırılma­sına ve bazı yeni denemelere girişildi. Bunla­rın en ilginçlerinden biri Anton Makarenko' nun (1888-1939) suçlu çocukları topluma ka­zandırmak için bu çocuklarla birlikte kurduğu üretime yönelik eğitim kurumlarıydı.
Eğitime ilişkin denemelerden biri de İsrail' de gerçekleşti. İlki 1909'da kurulan, yöneti­minin üyelerce paylaşıldığı kibutzlarda çocuk­lar ana babalarından ayrı, topluca bakılır ve eğitilir.
Günümüzde, dünya nüfusu içinde büyük bir ağırlığı olan azgelişmiş ülkelerdeki çok dü­şük okuma yazma oranlan, bu ülkelerin önemli bir temel eğitim sorunuyla karşı karşı­ya bulunduğunu göstermektedir. Oysa herke­se parasız eğitim hakkı yalnızca İnsan Hakla­rı Evrensel Bildirisi'nde değil, bu ülkelerin anayasal belgelerinde de yer alır. Bu sorunun çözümü ise hükümetlerin eğitim alanına bü­yük miktarlarda para ayırmasından geçmektedir. Bu önemli sorunun yanı sıra eğitim alanında kadın-erkek eşitsizliği de sürmekte­dir. Dünyanın birçok yerinde kadınlar, üzer­lerindeki toplumsal, siyasal ve ekonomik bas­kıların görece azalması sonucu, eğitim ola­naklarından daha çok yararlanmakla birlikte, gelişmiş ülkelerde bile kızların eğitimlerini sürdürme şansının erkeklere oranla daha az olduğu gözlenmektedir.

Osmanlılarda Eğitim

Osmanlı döneminin başlıca eğitim kurumları sıbyan mektepleri ile medreselerdir. Vakıflar eliyle kurulan bu okulların dışında kalan, sa­raydaki enderun mektebi ile askeri alanda eğitim veren acemi oğlanlar mektepleri özel amaçlı eğitim kurumlarıdır.
En yaygın eğitim kurumları olan sıbyan mektepleri günümüzdeki ilkokulların karşılığı sayılabilir. Ama bu okulların öğretim prog­ramları alfabe. Kuran, Türkçe, çeşitli dinsel bilgiler ve güzel yazı gibi sınırlı sayıdaki ders­ten oluşuyordu. Sonraları mahalle mektebi olarak da nitelenen bu okullar, halkın temel okuma yazma gereksinimine bir ölçüde de ol­sa cevap veren kurumlar olduklarından, daha çağdaş okulların açıldığı Tanzimat döneminde bile varlıklarını korumuşlardır.
Osmanlı döneminde, eğitimin bundan son­raki aşamasını oluşturan medreseler dinsel te­mele dayalı öğretim kurumlarıydı. Medrese­lerin çeşitli basamakları vardı. Anadolu ve Rumeli'nin hemen hemen her kentinde ve ka­sabasında bulunan medreselerin çoğu orta­okul ya da lise düzeyinde öğretim yapan kuru­luşlardı. Buraları bitiren öğrenciler yükseköğ­renim için Edirne, Bursa, İstanbul gibi büyük merkezlerdeki medreselere giderlerdi. En üst düzeyde öğretim yapan kurumlar İstanbul'da­ki Fatih ve Süleymaniye medreseleriydi. Süley-maniye'de tıp eğitimi veren bir Tıp Medrese­si de vardı. Ortaokul ve lise düzeyindeki med­reseleri bitirenler genellikle imam. hatip, müftü ve sıbyan mektebi öğretmenliği gibi gö­revlere atanırlardı. Daha yüksek medreseleri bitirenler ise mahkemelerde her türlü davaya bakmak üzere kadı ya da medrese öğretmeni yani müderris olurlardı. Çeşitli devlet dairele­rinin memur gereksinimi de gene medreseler­den karşılanırdı.
Ekonomik ve toplumsal yapıdaki bozulmaya bağlı olarak vakıf gelirlerinin azalması, öğrenci sayısındaki hızlı artış sonucu eğitim düzeyinin düşmesi gibi nedenlerle medreseler 17. vüzvıl-dan sonra gerilemiş ama geleneksel eğitim ku­rumları olarak varlıklarını Cumhuriyet döne­mine kadar sürdürmüşlerdir.
Osmanlı Devleti 18. yüzyılda Avrupa dev­letlerinin üstünlüğünü hemen hemen her alanda görmeye başlayınca iç düzeninde deği­şiklikler yapma gereksinimi duydu. Batının üstünlüğü önce askeri alanda kendini göster­diği için ilk değişiklikler de bu yönde oldu. I. Mahmud döneminde (1730-54) 1734'te İs­tanbul'da fen bilimleri öğretimi temeline dayalı Humbarahane (Topçu Mühendisliği Okulu) kurma girişiminin yeniçerilerin karşı çıkmaları sonucunda başarısızlığa uğramasına karşın yenileşme çabaları sürdü. 1773'te De­niz Mühendishanesi'nin. 1793'te de Kara Mü-hendishanesi'nin kurulması bu yoldaki müca­delenin sonucudur. Daha kapsamlı yenilikle­rin yapıldığı II. Mahmud dönemi (1808-39) eğitim düzenindeki değişmeler bakımından da önemlidir. II. Mahmud 1824'te ilköğretimi herkes için zorunlu kılan bir ferman çıkardık­tan sonra, 1826'da çağdaş tıp öğrenimi için Tıphane'yi, 1834'te de yeni ordunun subay gereksinimini karşılamak amacıyla Harp Okulu'nu kurdurdu. Mesleki ve askeri eğiti­min yanı sıra sivil eğitime de devlet eli gene onun döneminde uzandı. İlki 1838'de açılan rüştiyeler, sıbyan mekteplerinin yetersiz gö­rülen eğitimine karşı daha düzeyli bir eğitim vermeyi amaçlıyordu. İlk ve ortaokul öğreti­mini kapsayan temel eğitim kurumları olarak düşünülen rüştiyeler, Tanzimat döneminde ilköğretimin ayrıca örgütlenmesinden sonra, ortaöğretimin ilk basamağını oluşturan okulla­ra dönüştüler.

Tanzimat döneminde eğitim alanında da birçok köklü değişiklik gerçekleştirildi. En baş­ta, II. Mahmud döneminde başlayan, eğitimin devlet eliyle örgütlenmesi kurumlaştınldı. 1845'te Maarif Meclisi'nin oluşturulmasıyla başlayan bu gelişme 1857'de Maarif-i Umumiye Neza-reti'nin (Genel Eğitim Bakanlığı) kurulmasıy­la sonuçlandı. 1869'da yayımlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi'yle (Genel Eğitim Tüzüğü) eğitim örgütünün iç işleyişi kesin ku­rallara bağlandı; her düzeydeki okulun uygu­layacağı öğretim programı belirlendi. Öğre­tim kademeleri batıdaki örnekleri gibi ilk, or­ta ve yüksek olarak üçe ayrıldı. İlkokullar yaygınlaşıncaya kadar sıbyan mektepleri öğ­retimin birinci basamağı olarak düşünüldü ve öğretim programlarında yeni düzenlemelere gidildi. Rüştiye (ortaokul) ve idadi (lise) ol­mak üzere iki basamaklı ortaöğretim kurum­ları İstanbul'dan başlanarak, Osmanlı ülkesi­nin her yanında yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Bu yeni kurumların öğretim programlarını uygulayacak öğretmenlerin yetiştirilmesi amacıyla da her basamak için ayrı öğretmen okulları açıldı. Ayrıca çeşitli alanlardaki mes­leki ve teknik öğretmen gereksinimini karşıla­yacak orta ve yüksek düzeyde birçok okul ku­ruldu. Kız çocuklarının eğitimi de ilk kez Tan­zimat döneminde gündeme gelmiş, daha çok ortaöğretim düzeyinde ayrı kız okulları, öğ­retmen ve meslek okulları açılmıştır. Tanzimat döneminde gerçekleştirilen önemli bir yenilik de çağdaş bir yükseköğretim kurumu olan üni­versitenin kurulmasıdır. 1845'te açılmasına karar verilen Darülfünun (üniversite) an­cak 1863'te İstanbul'da öğretime başlayabildi; ama medreselerin tepkisi yüzünden fazla ya-şayamadı. 1870'te ikinci kez açılan üniversite­nin de ömrü kısa oldu; en sonunda 190ü'de kurulan üniversite bir daha kapanmadı. Tan­zimat döneminde görülen yeniliklerden biri de, gereksinim duyulan alanlarda teknik ve öğretici eleman yetiştirmek amacıyla üniversi­teye ilk kez batıdan öğretim üyesi getirtilme-sidir. Gene bu yıllarda medreselerde Arapça' nin yanı sıra Türkçe ve Farsça okutulmaya başlandı. II. Meşrutiyet ayrıca eğitim sorunla­rının geniş biçimde tartışıldığı, eğitimle ilgili birçok kitap ve derginin yayımlandığı bir dö­nem oldu.
Mütareke ve Kurtuluş Savaşı döneminde (1918-23), her alanda olduğu gibi eğitim ala­nında da çeşitli zorluklar yaşanmıştır. Musta­fa Kemal bu zorlu savaş sırasında bile, eğiti­me verdiği önemin bir göstergesi olarak192Tdc Ankara'da I. Maarif Kongresi'ni top­lamış, kongreye katılan öğretmenlerden "mil­li bir eğitim sistemi" yaratmalarını istemiştir.



Cumhuriyet Türkiye'si



1923'te toplanan I. Heyet-i İlmiye'de (Eğitim Kurulu) eğitim ilk kez bütünüyle ele alınarak, planlı bir eğitim sistemi kurma çalışmaları başladı. Bu çalışmalar daha sonra 1924 ve 1926'da toplanan 2. ve 3. eğitim kurullarıyla sürdürüldü. Atatürk, çağdaş Türkiye'nin laik eğitime dayandırılması gerektiğine inanıyor­du. İlköğretimin yaygınlaştırılması ve her ço­cuğun parasız okuması için yasa 1913'te çıka­rılmıştı; ama bunun uygulanması kolay ol­madı.
Cumhuriyet dönemi eğitiminin düzenlen­mesinde, 1924'te yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun (öğretimin birleştiril­mesi yasası) önemli bir yeri vardır. Bu yasaya göre bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlandı. Ulusal ve laik bir eğitim sistemi be­nimsenerek, eski dinci yapı terk edildi. Med­reseler kapatılarak, din işleri devlet örgütü içinde yer alan bir kuruluş yoluyla yürütülme­ye başlandı. 1926'da ilk kez kız ve erkek ço­cukların birlikte eğitim gördüğü karma okul­lar açıldı.
1928'de Arap alfabesi yerine Latin harfleri kabul edildi. 1930-40 arası, eğitimin toplum­sal gelişme ile birlikte ele alındığı bir dönem oldu. Açılan Millet Mektepleri'ne 15-45 yaş arasındaki tüm yurttaşların gitmesi zorunlulu­ğu getirildi. 1933'te Milli Eğitim Şurası oluş­turuldu. Eğitim sisteminin düzenlenmesi ve çağın gereğine uygun biçimde yenileştirilmesi çalışmalarını sürdüren şuralar I988'e kadar 14 kez toplandı.
1933'te tüm din dersleri okul programların­dan çıkarıldı. Ne var ki, bu dersler 1949'da ilköğretim, 1956'da ortaöğretim programları­na seçmeli ders olarak yeniden kondu. 1982'ye kadar "seçmeli" olan din kültürü ve ahlak dersi, 1982 Anayasası'yla ilk ve ortaöğ­retim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasına girdi. Bunun yanı sıra bugün Türkiye' de din eğitimi imam hatip okulları, Kuran kursları. Yüksek İslam Enstitüsü ve İlahiyat Fakiiltesi'nde verilmektedir. Ortaöğretimde din eğitimi görenler üniversitelere girebildik­leri için bu eğitim artık yalnızca din görevlileri yetiştiren bir meslek eğitimi olmaktan çık­mıştır.
1933'te Darülfünun (üniversite) bir yasa ile kaldırılarak İstanbul Üniversitesi kuruldu. Tam bu sırada Hitler faşizminin baskısı yü­zünden Almanya'dan ayrılmak zorunda kalan bazı Musevi kökenli ya da ilerici bilim adam­ları Türkiye'ye geldi. II. Dünya Savaşı sonra­sına kadar Türkiye'de kalan bu profesörler, İstanbul ve Ankara'daki üniversitelerimizde görev aldılar ve Türkiye'de yükseköğretim sisteminin oluşumuna katkıda bulundular.
1946'da yürürlüğe giren Üniversiteler Ka­nunu köklü bir değişimin başlangıcı oldu. Üniversiteler bilimsel ve idari özerkliği (kendi kendini yönetme yetkisi) olan kuruluşlar du­rumuna geldi. Bu yasa ile birlikte kurulan Üniversitelerarası Kurul'un görevi, yalnızca üniversitelerarası işbirliğini sağlamak ve ortak sorunların çözülmesine yardımcı olmaktı. 1961 Anayasası ile üniversitelere daha geniş bilimsel ve idari özerklik tanındı. 1981"de ise Milli Güvenlik Konseyi tarafından yeni bir yükseköğretim yasası çıkarıldı. Bu yasayla kurulan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), Türkiye'de yükseköğretimi düzenleyen, üni­versitelerin bilimsel ve idari çalışmalarını de­netleyerek yön veren tek kuruluş oldu.Atatürk döneminde meslek eğitimi vermek için sanat enstitüleri, ticaret, teknik ve teknik öğretmen okulları açıldı.

Köylerde okuma yazmanın yaygınlaştırıl­ması ve köye uygun bir eğitim sisteminin bu­lunması için çalışmalar yapıldı. Köy okulunun öteki okullardan farklı olarak üretici bir birim olması, bu okullardan çıkan öğrencilerin kö­yün gereksinmelerini karşılayacak bir donanı­ma sahip olmaları gerektiği savıyla 1942'de köy enstitülerinin kurulmasına geçildi. Başa­rıyla uygulanan bu proje sonucu binalarını enstitü öğrencilerinin yaptığı 21 okul kuruldu. 1946'dan sonra bu enstitüler öğretmen okulla­rına dönüştürüldü



Türkiye'de Eğitim Sistemi



Ülkemizdeki eğitim sistemi örgün ve yaygın eğitim olarak iki ana bölümden oluşur. Örgün eğitim okulöncesi eğitimi, temel eğitimi, orta­öğretimi ve yükseköğretimi içerir. Yaygın eğitim, çeşitli yaş grupları için okul dışında sür­dürülen her türlü eğitim etkinlikleridir.
Okulöncesi eğitim ilköğrenim çağına gel­memiş çocukların eğitimini kapsar. Bu eğitim isteğe bağlıdır (bak. anaokulu). Temel eği­tim 7-14 yaşlarındaki çocukların eğitimini kapsar. Beş yıllık zorunlu ilkokul ile zorunlu olmayan üç yıllık ortaokul eğitiminden olu­şur. Temel eğitimde amaç, gerekli temel bilgi, beceri, davranış ve alışkanlıkların kazandırıl­masıdır. Çocuklar bu dönemde kendi ilgi ve becerileri yönünde bir üst öğrenime hazırla­nırlar. Ortaöğretim en az üç yıllık öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim ku­rumlarının tümünü kapsar. İlkokulu bitiren her öğrenci isterse ortaöğretime devam eder. Ortaöğretimde amaç öğrencileri ilgi ve bece­rileri doğrultusunda yükseköğretime ya da bir meslek seçmeye hazırlamaktır. Lise düzeyin­deki mesleki ve teknikokullar ise öğrenciyi yalnızca mesleğe hazırlar.

Yükseköğretim, ortaöğretime dayalı en az iki yıllık yükseköğretim veren eğitim kurum­larının tümünü kapsar. Yükseköğretimin amacı genç kuşakları ilgi ve becerileri doğrul­tusunda meslek elemanı olarak yetiştirmektir. Paralı olan yükseköğretim kurumlarına giriş iki basamaklı merkezi bir yerleştirme sınavı ile olmaktadır. Birinci basamağı kazananlar isterlerse iki yıllık ön-lisans bölümlerine kayıt yaptırabilir, ayrıca ikinci basamak sınavına katılma hakkını da kazanırlar. Öğrenciler ikinci basamakta kendi seçim ve puanlarına göre fakültelere yerleştirilirler. Üniversiteler­de öğrenim gören öğrenciler yetenekleri doğ­rultusunda ve sınav yoluyla bir yükseköğretim kurumundan öbürüne geçebilirler.
Yaygın eğitim, örgün eğitimin herhangi bir okulunu tamamlamamış, bırakmış ya da bitir­miş tüm yurttaşlara açıktır. Genel ve mesleki-teknik olmak üzere iki ana bölümden oluşur. Yaygın eğitim, örgün eğitimle bir bütünlük sağlayacak biçimde ekonomik gelişmenin ge­rektirdiği insanları yetiştirmeyi amaçlar.