13 Mart 2013 Çarşamba

Game of Thrones izliyoruz

Uzun sayılabilecek bir aranın ardından, beni bir süredir kendisine esir etmiş bir dizi ile karşınızdayım bu defa. Bir kez izledim yetmedi şimdi başa döndüm yeniden izliyorum kendisini.
HBO’nun yeni dizisi Game of Thrones’dan bahsediyorum. 10 bölümden oluşan ilk sezonunun Amerika’daki gösterimi biteli çok olmadı. George R.R. Martin’in A song of Ice and Fire ( Buz ve Ateşin Şarkısı) ismini taşıyan ve yedi kitaptan oluşması planlanan fantastik kitap serisinin ilk kitabını senaryolaştıran David Benioff ve D.B. Weiss bana kalırsa büyük bir başarıya imza atmışlar.
Türkiye’de henüz herhangi bir televizyon kanalında gösterilmemekle birlikte torrent dosyası paylaşan siteler sayesinde ülkemizde de epeyce büyük bir hayran kitlesine çoktan kavuşan dizi fark ettim ki pek çok farklı blog yazarı tarafından da ele alınmış. Ancak benim size tavsiyem pek çok spoiler içeren bu yazıları okumadan önce diziyi izlemeniz yönünde. Özellikle ekşi sözlükte açılan Game of Thrones başlığından uzak durmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Zira kitap serisinin İngilizcesini okuyan kimi aklı selimler henüz dizisi dahil çekilmemiş bölümler için spoiler yazıyorlar. O nedenle heyecanımızı kaybetmeden, dizinin tadını kaçırmadan izlemek istiyorsak zamansız edinebileceğimiz bilgilerden kaçınmakta fayda var.
Bu yazıyı ise gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz, zira tadınızı kaçıracak her hangi bir bilgi barındırmaksızın sadece dizinin ve karakterlerin tanıtımını içeriyor.
Diziye girmeden evvel benden bir de itiraf! Fantastik edebiyat benim hep hafife aldığım ve sabun köpüğü olarak gördüğüm bir tür olmuştur. Neden bilmem, benim için dünya klasiklerini okumak gerçekten okumak anlamına gelirken, büyüklere masallar kıvamında fantastik öğeler içeren kitaplar pek de okumadan saymadığım, kafamı çok da yormadan, havuzda, plajda, çayırda, çimende hızlıca okuyabileceğim, çekirdek çitler gibi bir solukta bitireceğim kitaplar olarak yer etmiştir. Oysaki ben küçükken ne çok severdim masal okumayı… O zaman neden bıraktım ki fantastik kitapları? Hayat fazla gerçekçi olmaya zorluyor sanırım beni… O derece gerçekçi ki kitaplarda anlatılan hikayeleri bile daha gerçekçi ise okunmaya değer buluyormuşum nice zamandır… Ben bu karardan Game of Thrones ile döndüm… Bundan böyle fantastik edebiyat da en az klasik edebiyat kadar değerli benim için…
Gelelim Game of Thrones’a :
Westeros. Bir ada. Yedi krallık. Bitmeyen iktidar mücadelesi, entrikalar, ihanet ve kan. Yaklaşan bir savaş… Yo durun hayır belki de iki savaş!
Adanın kuzeyi buzullarla kaplı. Buzulların başlangıç noktasında bir duvar. Tepesinde Kara Kale. Burası yedi krallığı kuzeydeki vahşilerden ve Ak Gezenlerden koruyan nokta. En son 8000 yıl önce savaşılmış Ak Gezenlerle. O zamandan beri barış hakim dünyalarında. Ancak kendini yavaş yavaş hissettirse de “Kış Gelmekte!” 
Duvarın ve yedi krallığın kuzeydeki koruyucusu olan Winterfell, Stark ailesinin yönetiminde. Eddard Stark (Ned) Winterfell Lordu. Dürüst, adil ve onurlu! Ned Stark’ı oynayan Sean Bean’i Yüzüklerin Efendisinden Boromir olarak hatırlıyoruz. Boromir benim en sevdiğim kahramanlardan biri idi. Burada da Ned Stark’ı sevmemek mümkün değil.
Starklar, aile boyu iyilik timsaliler. Lady Stark iyi anne ve sadık bir eş.
Robb Stark’ın evin büyük oğlu. İlk sezonun tamamını izlemiş biri olarak Robb’un babasının yerine geçecek iyi bir asker olacağını söyleyebiliriz. Ancak kibirli ve kendini beğenmiş bir havası olduğunu da söylemem gerek.
Jon Snow, Ned’in savaş sırasında başka bir kadından olan oğlu. Babası tarafından nüfusuna kabul edilmiş olmakla birlikte bu kendisini piç olmaktan kurtaramıyor. O nedenle ailenin soyadını değil Winterfell’de piçlere verilen Snow soyadını kullanıyor. Jon’u karakter olarak çok sevdim. Babası Eddard’ın merhametli, şefkatli yanlarını almış. Robb ve Lady Stark kendisini sürekli şekilde aşağılasa da ne onlara karşı saygısını bozuyor ne de intikama girişiyor. Ne zaman bu çocukcağızla uğraşmaktan vazgeçecekler gerçekten çok merak ediyorum. Öte yandan Jon’un küçük kardeşleri Arya ve Bran’le de çok yakın ve sıcak bir iletişimi var.
Arya küçük kız kardeş, gözü pek kızımız. Erkek olarak doğmadığına pişman. Jon’un kendisine hediye ettiği kılıcının ismi iğne. Dikiş nakış yerine dövüş sanatı ile haşır neşir olmayı tercih ediyor kendisi.
Bran ise yerinde duramayan, hayal gücü zengin, kale surlarının tepesinde gezmeye bayılan ufaklık. Başına gelen talihsiz bir kaza sonucunda sakat kalıyor.
Westeros’u yöneten aile Baratheon’lar. Kral Robert, Eddard Stark’ın çok yakın dostu. Zira Kralın sağ kolu yani baş veziri olan Jon Arryn ölünce Kral Ned’den başkente gelerek kendisinin sağ kolu olmasını istiyor. Ned başta bu teklife pek sıcak bakmamakla birlikte kendisinden önceki baş vezirin ölümünde bir bit yeniği olduğunu düşünerek kendisine yapılan teklifi kabul ediyor.
Kral Robert zamanında iyi bir askermiş. Ned’in kız kardeşi Lyanna’ya aşıkmış. Ancak Lyanna adanın bir diğer önemli ailesi olan Targaryen’ler tarafından kaçırılıp, Robert onu kurtaramadan ölünce, aşkını içine gömerek Lannister’ların kızı Cersei ile evlenmiş. Krallıkla ilgili tüm ciddi işleri de sağ kolu Jon Arryn’e devrederek, hayatını avlarda, şölenlerde, içki sofralarında geçirir olmuş. Lyannayı unutamamış, karısını sevememiş. Zavallı bir adam.
Krallığın bir diğer önemli ailesi Lannister’lar. Lannister’lar yedi krallığın en zengin ailesi. Aynı zamanda belki de en acımasızı. Lord Lannister’ın 3 çocuğu var. Bu üç çocuktan Cersei Kral Robert’la evli. Yani Kraliçe. Aynı zamanda ikiz kardeşi olan Jaime ile fazla samimiyet içerisinde. Jaime iyi bir asker, yakışıklı ve korkusuz bir adam. Tam bir entrikacı, acımasız ve çıkarcı. Cersei ile büyük sırları paylaşıyor ve koruyorlar. Tyrion Lannister üç çocuk arasında en sevilmeyeni… Öyle ki babası yakışıklı, güçlü kuvvetli Jaime’nin yanında Tyrion’a üvey evlat muamelesi yapıyor. Tyrion kendini olduğu gibi kabullenmiş biri. Yakışıklı olmasa da zekası hayatta kalabilmesinin asıl nedeni. Hayatta en sevdiği üç şey içki, kitap ve kadın. Genelevlerden çıkmıyor. Joffrey ise bu ailenin en kötüsü. Zaten oldum olası çiğ mavi gözlü insanları sevmem. Bu Joffrey de içi dışı kötülük dolu bir velet. Hani öyle ki gerçekten ölsün istiyorum.
Dizinin bir diğer önemli ailesi Targaryen. Nesilleri nerede ise tükenmiş, Baratheon’lardan önce krallığı Targaryen’ler yönetiyormuş. Bu aileden geriye sadece eski Kral Aerys’in oğlu Viserys ve kızı Daenerys Targaryen kalmış. Kaybettikleri tahtı yeniden ele geçirmek isteyen Viserys kız kardeşini göçebe bir kabile olan atlı Dothraki’lerin kralı Khal Drogo ile evlendiriyor. Daenerys başta şiddetle karşı çıktığı bu zorunlu evliliği aşk evliliğine dönüştürmeyi başarıyor. Sezonun finaline damga vuran Daenerys gelecek sezonun şüphesiz en önemli karakterlerinden biri.
Aslında dizi karakterleri benim burada sıraladıklarımla sınırlı değil. Oldukça geniş kadrosu olan, aileler arası ilişkilerin epeyce girift bir yapıya büründüğü güzel kurgulanmış bir hikaye var karşımızda. Çekimleri Kuzey İrlanda, İskoçya, Malta ve Fas’ta yapılmış. Manzaralar insanı gerçekten de büyülüyor. Kış, kar ve buz manzaraları bu sıcak günlerde içimizi serinletirken, kostümler de görselliğe büyük katkıda bulunuyor. Öte yandan konuşulan İngilizce İngiliz İngilizcesi olmakla birlikte İrlanda ve İskoç İngilizcesini de bazı karakterlerin ağzından bol bol dinlediğimizi söylemem gerek. Özellikle Winterfell’de “yes” yerine “I” ifadesinin kullanılması nedeniyle bu bölgeyi İrlanda-İskoçya ile özdeştirebiliriz gibi geldi bana.
Dizide oyunculuk açısından kötü bulduğum hiç kimse yok. Ancak Tyrion Lannister’ı çok başarılı bulduğumu belirtmem gerek.
Öte yandan Viserys ve Joffrey de aslında o derece iyi oynuyorlar ki oynadıkları rol icabı insanın ikisinden de tiksinmesi işten değil.
Hikaye son derece hareketli. Hiç ölmeyecek gözüyle baktığınız adamlar bir anda öbür dünyayı boylayabiliyor. O nedenle de bilindik hikaye tarzından uzak bir kurgusu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ben dizinin yanında kitabını da okumak isterim derseniz. Şu anda piyasada Arka Bahçe yayıncılık tarafından basılmış ve serinin orijinalinde ilk kitapta yer alan hikayenin ikiye bölünmüş olarak yayınlandığı bir çeviri var. Bunun yanında 12 Temmuz’da Epsilon Yayınları tarafından piyasaya sürülmesi planlanan 850 sayfalık bir de Sibel Alaş çevirisi mevcut. İngilizce okumak konusunda sıkıntısı olmayanlar kitabın çevirisini beklemeden Amazon’dan sipariş ederek okuyabilirler.
Sıcak yaz günlerinde, tatili beklerken, hayal dünyanızı renklendirecek bu güzel diziyi kaçırmayın derim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Meşhur Bilderberg toplantısına bu yıl hangi Türkler katılıyor

  Dışarıya tamamen kapalı bu kulüp, komplo teorisyenlerinin de sıkça beslendiği bir yer olma özelliğini taşıyor. Bu yıl, organizasyona 23 ül...