25 Ağustos 2010 Çarşamba

ÇOCUKLARDA DÜŞÜNME BECERİLERİ NASIL GELİŞTİRİLİR ?

ÇOCUKLARDA DÜŞÜNME BECERİLERİ NASIL GELİŞTİRİLİR ?


Yaşlılarımız bize "Çocuk çocukluğunu yaşamalı, en azından on yaşlarına kadar önce çocuk olmalılar" derken, gelişen rekabetçi dünya şartları onların zihinsel performanslarını sonuna kadar çok verimli bir şekilde kullanmaları gerektiği gerçeğini de önümüze koyuyor. Bunların yanında çocukların gelecekte başarılı olmalarını sağlayan tohumların küçük yaşlarda atılması gerektiğini vurgulayan sayısız bilimsel çalışma var. Şüphesiz onların özel ihtiyaçlarını ve duygusal gereksinimlerini de dengeli bir şekilde sağlamak da gerekiyor.

"Çocuk, onu eğiten kişilerin ve materyallerin üzerinde bir fırça darbesi bıraktığı bir resim tablosu gibidir" - Melik Duyar

Aslında çocuğun hem çocuk olmasını, hem de beynini etkin kullanmasını sağlamak gerçek bir eğlence olabilir. Hem oyun, hem de beyni etkin kullanma bir öğrenme işidir. Öğrenme ise bir düşünme becerisidir. Düşünmenin olduğu yerde öğrenme vardır. Düşünmenin olmadığı yerde ise öğrenme yoktur. Bu ise ister istemez şöyle bir soruyu aklımıza getiriyor.

NEDİR BU "DÜŞÜNMEK DENEN ŞEY" ?

Yukarıdaki soruyu özellikle büyük harflerle ve kırmızı olarak yazdım. Çünkü "Hafıza Gücü", "Mega Hızlı Okuma" ve "Yaratıcı Düşünme" gibi verdiğim beyin temelli "Mega Hafıza" eğitimlerinde, bırakın çocukları, yetişkinlerin, lise ve üniversite öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunun (% 98) bu sorunun cevabını bilmediğini fark ettim.

Şimdi sizden de bir an okumaya devam etmeden durup, "Düşünmek Nedir?" sorusunun cevabını bir kağıda yazmanızı istiyorum. Öyle açık bir cevap yazmalısınız ki, size daha fazla açıklama yapmanız için ilave bir soru sormamalıyım. Gerçekten, düşünmenin ne olduğunu henüz keşfetmediğinizi fark edeceksiniz.

Düşünmek beyni taramaktır. (Peki şu anda beyninizi tarayın bakalım. ‘Nasıl yani?’)

Düşünmek hayal kurmaktır. (Hayal kurmadığımız zaman düşünmüyor muyuz?)

Düşünmek zihinsel bir işlemdir. (Peki zihinsel işlem nedir?)

Düşünmek şu anda yaptığım iştir. (O zaman şu anda yaptığın işi açıkla.)

Düşünmek uyanıkken yaptığımız iştir. (Uyanık olup da düşünmenin olmadığı an yok mu?)

Yukarıdaki örnekler verdiğim eğitimlerde aldığım cevaplardan sadece bir bölümü. Ama dikkat ederseniz hiçbirisi düşünmenin ne olduğunu, veya düşünmeyi başlatan şeyin nasıl bir şey olduğunu açıkça söylemiyor.

Peki sizi daha fazla meraklandırmayayım ve düşünmenin ne olduğunu açıklayayım;

Düşünmek insanın kendi kendine sorular sorması ve bu soruların cevabını aramasıdır.

Beyni etkin kullanmayı da, öğrenmeyi sağlayan da budur; İnsanın kendi kendisine sorular sorması. İşin püf noktası insanın düşünme becerilerini geliştirilmesidir. Ve düşünme becerilerinin geliştirilmesi de çok küçük yaşlarda olmalıdır.

"Hayatta en önemli şey soru sormaktır. Soru sormaktan asla vazgeçmeyin." - Albert Einstein

Çocukların düşünme becerilerinin gelişmesi için önce biz büyükler onların beyinlerini aktif hale getirecek ve düşünmelerini sağlayacak sorular sormayı bilmeliyiz. Birincisi, sorduğunuz sorular basit ve uygun kelimelerden oluşmalıdır. İkincisi, sorulan sorular beyinde farklı düşünme becerilerini aktif hale getirecek çeşitlikte olmalıdır.

Çocuklarda düşünme becerileri sistematik ve ince ayarlı bir tarzda gerçekleştirilmelidir. Onlar hayatın birçok farklı bölümlerini düşünmek için hazır değildir. Sizin ana hedefiniz, soru sorma konusunda, çocuğunuzda içsel seviyede bir merak, ilgi ve farkındalık oluşturmak olmalıdır. İnsanın psikolojisi konusunda çalışan uzmanlar düşünme becerilerini altı farklı kategoriye ayırmaktadırlar. Bu altı kategori tüm insanlar için geçerlidir. Çocuğunuza bu farklı kategorilerde sorular sorarken, soruları öyle düzenlemeli ve kelimeleri öyle seçmelisiniz ki, çocuk sorulan sorunun anlamını kolayca anlamalıdır.

Çocuğunuzun düşünme becerilerini geliştirmeniz için takip edeceğiniz altı adım aşağıda verilmiştir. Bu adımları takip ederek çocukların düşünme becerilerini geliştirmek çok kolaydır;

Öğrenme Becerilerinin Geliştirilmesi

Öğrenme becerileri daha önce öğrenilmiş olan bilgilerin veya detayların doğru ve uygun şekilde hatırlanmasını ve anımsanmasını sağlayan becerilerdir. Yine hatırlanan veya anımsanan bilgiye dayanarak sonuç çıkartmak da bu becerilerin kapsamı içindedir.

Bu düşünme becerisini geliştirmek için:

Öğrenme becerilerinin gelişmesi için "Ne zaman?", "Nasıl?", "Ne?", "Ne Kadar?", "Nerede?", "Bana söyle!", "Tanımla!", "Belirle!", "Listele!" gibi doğru kelime, ifade veya cümle kullanmalısınız. Bu kelimelerin anlaşılması kolaydır. Bu kelimelerin kolay anlaşılmasından dolayı, çocuk cevap verirken uygun bir algılama seviyesine de ulaşmış olur.

Örnek Sorular:

Orada kaç tane elma var?

Bu hangi renktir?

Bu resimde ne olduğunu bana anlatır mısın?

Ne zaman geldin?

Burada ne kadar şeker var?

Anlama Becerilerinin Geliştirilmesi

Anlamak, sunulan bilgi ve diğer şeylerin birleştirilerek gerçekte ifade edilen anlamın ve mesajın hem algılanmasını, hem de anlaşılmasını içermektedir.

Bu düşünme becerisini geliştirmek için:

Bu düşünme becerisinin geliştirilmesi için "anlat", "izah et", "tahmin et", "açıkla", "tanıt" gibi kelimeler ve ifadeler kullanın. Bu ifadeler çocuğun materyalist verileri değerlendirmesini, kavramasını ve anlatımlar yapmasını sağlayacaktır.

Örnek Sorular:

Bu kedinin nasıl süt içtiğini söyleyebilir misin?

Bir tohum nasıl bitki oluyor anlatır mısın?

Bu şeklin ne olduğunu tahmin edebilir misin?

Arkadaşını bize tanıtır mısın?

Uygulama Becerilerinin Geliştirilmesi

Bu beceri, daha önceden öğrenilmiş ve kavranmış olan bilgilerin veya detayların uygulanmasını, veya farklı alanlara adapte edilerek yeni sonuçlar çıkartılmasını kapsamaktadır.

Bu düşünme becerisini geliştirmek için:

Bu becerileri geliştirmek için çocuğun öğrendiği ve anladığı bilgileri başka ortamlara adapte etmesini teşvik eden ifadeler kullanılmalıdır. Bunlar "göster", ispat et", "söyle", "incele", "çöz" gibi ifadeler veya kelimeler olabilir.

Örnek Sorular:

Dünyayla futbol topu arasında nasıl bir ilgi var?

Bir çiçekle bir ağacın arasındaki farkı söyleyebilir misin?

"Kedi nasıl miyavlıyor?" göster. Böyle ses çıkaran başka hayvan var mı?

Analiz Becerilerinin Geliştirilmesi

Bu beceri bir konunun veya şeyin anlaşılması için onun daha küçük ve daha basit parçalara ayrılarak incelenmesini kapsamaktadır. Çocuğun olayları incelemek için olayı daha basit parçalar halinde incelemeyi ve kavramayı öğrenmesi gerekir.

Bu düşünme becerisini geliştirmek için:

Çocuğun bu tip düşünme becerilerini geliştirmek için; "En önemli farklılık ne?", "En önemli iki benzerliği söyleyebilir misin?", "Bunun adım, adım nasıl olduğunu anlatabilir misin?", "Her ikisini mukayese et", "Her ikisini karşılaştır", "Yeniden farklı şekilde düzenleyebilir misin?", "Bu olay farklı bir sıralamada da yapılabilir mi?", "Bu sonuca ulaşmak için hangi adımları takip etmek gerekir?" gibi basit sorular sormanız gerekir. Bu tip sorulara cevap vermeye çalışması, çocuğun beyninde olayı daha küçük parçalara ayırmayı öğrenmesini sağlar ve bu şekilde bir düşünme tarzı geliştirir. Başlangıçta zorlanırsa cevap için olayı basit kelimelerle parçalara ayırarak siz anlatmayı deneyin.

Örnek Sorular:

Portakal ile elma arasındaki en önemli fark nedir?

Bu elmanın evimize gelmesi nasıl oldu anlatabilir misin?

Bu oyuncak bebek (kız bebek) ile şu oyuncak bebek (erkek bebek) arasında ne fark var?

Bir bebekle bir bitki arasında bir benzerlik var mı?

Sentez Becerilerinin Geliştirilmesi

Bu düşünme becerilerinin öğrenilmesi çocuklar için biraz zordur. Bu düşünme becerisi daha önce öğrenilmiş olan bilgilerin, uygulamaların ve becerilerin birleştirilerek yeni bir şekilde (daha önce sorulmamış) düşünülmesini gerektirir.

Bu düşünme becerisini geliştirmek için:

Bu tip düşünme becerilerini geliştirmek için çocuklara "Şöyle sıralasak nasıl olur?", "Şunlarla birlikte düşünsek ne elde ederiz?", "Şu iki bilgiyi birleştirirsek ne elde ederiz?", "Şöyle olsaydı ne olurdu?" gibi onun bildiği olaylarla ilgili basit sorular sorulmalıdır. Çocuklara bu tip sorular sormak onların beyinlerinde farklı bilgileri birleştirerek düşünme becerilerini geliştirecektir.

Örnek Sorular:

Bu odadaki eşyaları sen yeniden düzenlesen, neyi nereye koyarsın?

Evimizdeki şu saksıdaki çiçek meyve vermeye başlasaydı ne olurdu?

Yap boz bulmacasını yaparken nelere dikkat edersin?

Çöpü, çöp kutusuna değil de evimizde yere atarsak ne olur?

Karar Verme Becerilerinin Geliştirilmesi

Bu düşünme becerileri çocuğun karar verme, birleştirme, ilişkilendirme, yorum yapma ve sonuç çıkartma yeteneklerini geliştirir.

Bu düşünme becerisini geliştirmek için:

Çocuğun karar verme ve sonuç çıkarma becerilerini geliştirmek için onu "Değerlendir", "İzah et", "Neden böyle düşünüyorsun?", "Neden böyle karar verdin?", "Mukayese et" gibi ifadelerle yönlendiriniz.

Örnek Sorular:

Çok paran olsa ne yapardın?

Kanatların olsa nereye giderdin veya ne yapardın?

Bu tabakta kaç tane meyve var?

Yumurtayla güneş arasında bir ilişki var mı?

Özet olarak öğrenme ve beyin gelişimi kişinin kendi kendine sorular sormasıyla ve bu sorulara cevap aramasıyla gerçekleşmektedir. Çocuklara bu tip sorular sorarak önce onların düşünmesini biz aktif hale getiririz. Bu tip sorulara maruz kalan çocuk da zaman içinde kendi kendine bu tip sorular sorma becerisini geliştirir. İşte bu nokta çocuğun kendi beynini geliştirmesinin başlangıç noktasıdır.

Bu makaleyi okuyan çoğu anne ve babanın sorunu şudur; Yoğun günlük işler arasında çocuğun zihinsel gelişimi için yeteri kadar zaman bulanamamaktadır. Zaman bulsalar da tam olarak ne yapacaklarını bilmemektedirler. Çoğu anne ve baba çocuğuna çizgi film almakta onu filmin karşısına oturtmaktadır. Böylece çocuk bu filmleri izleyerek hem onları meşgul etmeyecek, hem de bu filmleri izleyerek belki zihinleri de gelişecekdir. Unutmayın bu tip filmler eğlendiricidir. Beyni pasif tutar. Her şey hazırdır. Düşünme yoğun değil, eğlenme yoğundur. Eğer bir şeyler izleyerek beyin gelişseydi, günlerinin büyük bir bölümünü televizyon izleyerek geçiren insanların dahi olması gerekirdi.

"Peki öyleyse ne yapmalıyız?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Aslında çocuğunuzun zihinsel gelişimi için hergün sadece 15 ila 20 dakika zaman ayırmak yeterlidir. Yoğun iş hayatından dolayı çocuğunun zihinsel gelişimine zaman ayıramayan, veya zamanı olduğu halde tam olarak ne yapması gerektiğini bilmeyen anne ve babalar için çocuğun ilk 7 yılının (7. yaş dahil) neden çok önemli olduğuyla ilgili açıklamalarımı okumak için aşağıdaki "ÇOCUK ZEKA VE HAFIZA" yazısına tıklamanızı tavsiye ediyorum. Açılan yeni sayfada aşağıda resmi görünen iki adet elektronik kitaba da ücretsiz olarak sahip olacaksınız.

Konsantrasyon İçin Bazı Temel Tavsiyeler

Konsantrasyon İçin Bazı Temel Tavsiyeler

Ders çalışma sırasında konsantre olamamak ve dikkati yeterince toplayamamak çok sayıda öğrencinin en önemli sorunu. Şüphesiz konsantrasyonu artırmak için önerilen çeşitli teknikler var. Ancak Virginia Politeknik Üniversitesi ve Eyalet Üniversitesi öğretim üyeleri bu konu için, öğrencilerin öncelikle iki önemli konuyu tekrar gözden geçirmelerini öneriyorlar. Bu temel tavsiyeler sizin için aşağıda sıralanmıştır;
1. Kendinize sadece ders çalışmak için uygun bir ortam oluşturun!

A. Kendiniz için ders çalışabileceğiniz bir yer (veya yerler) bulun. Bu yer örneğin kampüsteki veya okuldaki bir kütüphane, boş bir sınıf, öğrenci merkezinde sessiz bir köşe, veya evinizde kendi yatak odanız vb. bir yer olabilir.

B. Kendiniz için sadece çalışma amaçlı kullanacağınız özel bir yer hazırlayın. Bu özel yerde olduğunuzda, içinizde çalışma isteğinizi harekete geçirecek bir alışkanlık oluşturmalısınız. Dolayısıyla bu özel yeri arkadaşlarınızla sohbet etmek, müzik dinlemek, mektup yazmak veya boş hayaller kurmak için kullanmayın.

C. Ders çalışmak için seçtiğiniz yerin aşağıda belirtilen özellikleri size sunduğundan emin olun;

Aydınlık olmalı,

Havalandırması bulunmalı,

Rahat bir sandalye olmalı (ama çok da rahat olmamalı),

Ders çalışma materyalleri için yeterince geniş bir masa mevcut olmalı.

D. Ders çalışmak için seçtiğiniz yerde aşağıda belirtilen özellikler kesinlikle olmamalı;

İştirak etmek istediğiniz bir başka faaliyet görüş alanınız içinde olmamalı,

Yakında telefon bulunmamalı,

Yakınınızda duyabileceğiniz yüksek sesli bir yayın olmamalı,

Televizyon olmamalı,

Yanınızda çok konuşan veya konuşmayı seven bir arkadaşınız bulunmamalı,

Yakında içi harika yiyecek alternatifleriyle dolu bir buzdolabı bulunmamalı.

2. Çalışmalarınızı küçük ve kısa vadeli hedeflere bölünüz.

A. Kendiniz için amaçsız ve “Cumartesi gününü tamamen ders çalışmaya ayırdım!” gibi geniş ve belirsiz hedefler koymayın. Bu tip hedefler sizi başarısız kılmaktan ve cesaretinizi kırmaktan başka bir işe yaramazlar.

B. Belli bir zaman dilimini ders çalışmak için ayırın ve bu zaman diliminde kendiniz için ulaşabileceğiniz hedefler koyun. Örneğin, “Matematikten 10 tane problem çözeceğim, hazırlamam gereken İngilizce projenin taslağını hazırlayacağım ve fizik dersinden 7. konuyu tekrar edeceğim” gibi belirli hedefler koyabilirsiniz.

C. Hedefinizi ders çalışmak için oturduğunuzda, ders çalışmaya başlamadan tespit etmelisiniz. Ancak seçtiğiniz hedef ulaşılabilir olmalı. Zamanınız artarsa seçtiğiniz hedeften daha fazlasını yapmanızda bir sakınca yok. Çok kolay gibi görünse de koyulan hedefe ulaşılması mümkün olmalı.

(Kaynak: www.ucc.vt.edu)

19 Ağustos 2010 Perşembe

2010-11 Türkiye Süper lig 1. hafta

1. HAFTA >>
14 Ağustos 2010 Cumartesi
Gaziantep
0 - 0
Kasımpaşa
Sivasspor
2 - 1
Galatasaray
Eskişehirspor
0 - 0
Genclerbirligi
Bucaspor
0 - 1
Beşiktaş
15 Ağustos 2010 Pazar
Ankaragücü
0 - 2
Trabzonspor
Karabükspor
2 - 1
Manisaspor
Fenerbahçe
4 - 0
MP Antalyaspor
16 Ağustos 2010 Pazartesi
Bursaspor
1 - 0
Konyaspor
İstanbul BB
0 - 2
Kayserispor








Takımlar O G B M A Y Av P

1. Fenerbahçe 1 1 0 0 4 0 4 3

2. Kayserispor 1 1 0 0 2 0 2 3

3. Trabzonspor 1 1 0 0 2 0 2 3

4. Karabükspor 1 1 0 0 2 1 1 3

5. Sivasspor 1 1 0 0 2 1 1 3

6. Beşiktaş 1 1 0 0 1 0 1 3

7. Bursaspor 1 1 0 0 1 0 1 3

8. Eskişehirspor 1 0 1 0 0 0 0 1

9. Gaziantep 1 0 1 0 0 0 0 1

10. Genclerbirligi 1 0 1 0 0 0 0 1

11. Kasımpaşa 1 0 1 0 0 0 0 1

12. Galatasaray 1 0 0 1 1 2 -1 0

13. Manisaspor 1 0 0 1 1 2 -1 0

14. Bucaspor 1 0 0 1 0 1 -1 0

15. Konyaspor 1 0 0 1 0 1 -1 0


Spor Toto Süper Lig'de ilk hafta maçlarına göre, en genç yaş ortalamasına sahip takım Gençlerbirliği, en yaşlı ekip ise Beşiktaş oldu..



Ligde ilk haftada oynanan müsabakalarda oynayan futbolcuların yaş ortalaması 27,03 olurken, 14 oyuncusuna şans veren Gençlerbirliği, Eskişehirspor karşısında 25 yaş ortalamasıyla mücadele etti.

Bu ortalama ile ligin en genç ekibi olan Gençlerbirliği'ni, 25,36 yaş ortalamasına sahip Kayserispor ve 25,86 ile Eskişehirspor takip etti.

Ligin ilk maçında Bucaspor'a karşı 29,14 yaş ortalamasıyla mücadele eden Beşiktaş ise ilk haftada en yaşlı takım olurken, siyah beyazlı ekibi Sivasspor (29) ve Medical Park Antalyaspor (28,79) takip etti.

İlk haftada oynanan müsabakalarda Kayserispor'un kalecisi 37 yaşındaki Souleymanou Hamidou en yaşlı oyuncu olurken, tecrübeli kaleciyi, Beşiktaş'tan İbrahim Üzülmez (36), Bursasporlu Ivankov (35), Beşiktaş'ın yeni transferi Guti ile Ankaragücü'nden Zewlakow (34) izledi.

En genç oyuncular 18'er yaşındaki Konyasporlu Ali Dere ile Gaziantespor'dan Orhan Gülle. Bu oyuncuları 19'ar yaşındaki Batuhan Karadeniz, Alper Potuk (Eskişehirspor), Mahmut Boz (Gençlerbirliği), Özgür Çek (Ankaragücü) ve Emre Çolak (Galatasaray) takip etti.

İlk haftada takımların yaş ortalamaları şöyle:

Takım Ortalama
Beşiktaş 29,14
Sivasspor 29
Medical Park Antalyaspor 28,79
Kardemir Karabükspor 27,86
Bursaspor 27,64
Galatasaray 27,43
Konyaspor 27,21
Ankaragücü 27,14
Bucaspor 27
Gaziantepspor 26,93
Kasımpaşa 26,71
Fenerbahçe 26,71
Manisaspor 26,57
İstanbul B.B. 26,29
Trabzonspor 25,93
Eskişehirspor 25,86
Kayserispor 25,36
Gençlerbirliği 25





Yeni transferleri en çok hangi takım oynattı?
Spor Toto Süper Lig'de ilk hafta oynanan müsabakalarda ligin yeni ekiplerinden Bucaspor ve Konyaspor'da, geçen sezonun kadrolarından ikişer futbolcu oynama şansı buldu..


Ligdeki ilk haftada 18 takım da 3'er değişiklik hakkını kullandı ve forma giyen oyuncu sayısı 252 oldu.

Takımlar toplam 101 yeni transferine forma verirken, Bucaspor ve Konyaspor 12'şer yeni oyuncuyla mücadele etti.

İlk haftada Beşiktaş'ı ağırlayan Bucaspor'da geçen sezon forma giyen oyunculardan Erkan, ilk onbirde oynama şansı bulurken, Sercan daha sonra oyuna dahil oldu. Sarı lacivertli ekipte 5'i yabancı 12 yeni transfer ter döktü.

Ligin diğer yeni ekibi Konyaspor'da teknik direktör Ziya Doğan, son şampiyon Bursaspor karşısında ilk 11'de hiç eski oyuncusuna şans vermezken, Erdal Kılıçaslan ve Ali Dere sonradan oyuna dahil oldu.

Kardemir Karabükspor ve Ankaragücü de 9'ar yeni oyuncusuyla sahada yer aldı. Başkent temsilcisinde geçen sezon kiralık olarak forma giyen Roguy Meye, Hürriyet Gücer, Adem Koçak ile Özgür Çek bu sezon sarı lacivertli ekibin bu sezon yeni transferleri olmuşlardı.

Guti ve Quaresma'nın forma giydiği Beşiktaş, Miroslav Stoch ile Caner Erkin'in oynadığı Fenerbahçe ile yeni transferlerinden Arkadiusz Glowacki ile Barış Ataş'a şans veren Trabzonspor, 2'şer oyuncuyla ligin ilk maçında yeni oyunculara en az şans veren ekipler oldu.

Spor Toto Süper Lig'in ilk haftasında takımların oynattığı yeni transfer sayıları şöyle:
Bucaspor, Konyaspor (12), Ankaragücü, Kardemir Karabükspor (9), Antalyaspor (8), Manisaspor (6), Eskişehirspor, Gaziantepspor, Gençlerbirliği, Kasımpaşa, Kayserispor, Sivasspor (5), Bursaspor, Galatasaray, İstanbul Büyükşehir Belediyespor (3), Beşiktaş, Fenerbahçe, Trabzonspor (2).

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Anılarla Atatürk - 2

ATATÜRK VE KİN

Atatürk, bir işi yaparken fayda ve zararını sadece kendisi açısından değerlendiren insanların bencil olduğunu düşünürdü. Asıl olan insanların yaptığım iş başkalarına ve özellikle benden sonra geleceklere ne kazandırır veya ne kaybettirir, diye düşünebilmeleridir. Bu anlayış insanları bencillikten uzaklaştırır, ufkun ötesini görmelerini sağlayarak başkaları için bir şeyler yapmanın zevkine onları ulaştırır. İnsanların bencil, kinci ve bağnaz olmalarında bu düşünceden yoksunluk vardır. Aşağıdaki olayda görevini yapmadığından dolayı evlatlarının zarar göreceğini düşünmeyen babayla, kendini o görevlinin evlatlarını düşünmek zorunda hisseden gerçek baba Atatürk’ün anlayış farkını yansıtmaktadır.


Atatürk’ün asla kini yoktur. Bir kimseye ne kadar kızarsa kızsın, bir süre sonra affeder, olanları unutur, bir daha duymak bile istemezdi. Bu yüzden civarındakilerden birçokları zaman zaman gözden düşer, sonra yeniden affedilir, yeniden eski mevkiini alırdı. Fakat, asla göz yummadığı şey, bir kimsenin ekmeğiyle oynanmasıydı.
Yeni harflerin kullanılmasının kararlılıkla takip edildiği dönemde bir seyahati esnasında bir hükümet bürosuna girdi. Açtığı bir defterde bir deste eski harflerle yazılmış notlar ve kağıtlar buldu. Defterin sahibi yaşlı bir memurdu.
Atatürk, hayatında ender rastlanan bir hiddetle memurdan başladı, amirde bitirdi, hepsini kovdu. Dışarı çıkarken de:
- Bunlar mikroptur, efendim! Milli bünyenin iyiliği namına temizlenmeli!... diye bağırdı.
Akşam oldu, vilayet konağında bir ziyafet vardı. Bir aralık söz yine yeni harflere geldi. Atatürk, valiye sordu:
- Bugünkü yobazlara ne yaptın?
Vali:
- Görevlerine son verdim, paşam. Esasen ücretli hizmetlilerdi.
Atatürk durakladı, sonra usulca:
- O olmadı işte!... dedi. Bu adam, kabahatli, muhakkak!... Fakat, çoluğunun çocuğunun suçu ne? Onları aç bırakmaya hakkımız yok. Onu görevine usulca iade et!... Biz adamları cezalandırmalıyız, ama ekmekle oynamak doğru değildir!...

N.A. BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.325-326




HACER NİNE

Türk kadını vatana hizmette, asla erkeğinden geri kalmamış, hatta ondan ileri olmuştur. Göz bebeği evlatlarını vatan uğrunda şehit vermeyi şereflerin en yücesi kabul edip, acılarını içine gömmesini bilmiştir. O, kimi zaman kocasını ve evlatlarını cepheye gönderip evinin nafakasını tek başına çıkaran, kimi zaman cephane taşıyan, kimi zaman yaralıların yaralarını saran, kimi zaman da cephede bizzat savaşan kahramanlık, sevgi ve şefkatin temsilcisi Türk anasıdır. Aşağıdaki anekdotun kahramanı “Hacer Nine” de kocasını, evlatlarını ve torunlarını şehit vermiş, şehitlerin sevgisini, Atatürk sevgisiyle özdeşleştiren yüce Türk kadınının temsilcisidir.


Hacer Nine yine bunalmıştı. İçi içine sığmıyordu. Beş gözlü evinin içi yine birkaç gündür zindan kesilmişti. Düşündükçe yüreği yerinden kopuyordu. Yetmiş yaşındaki bu kimsesizlik ona büsbütün koymuştu.
Kocasını Yemen’de kaybetmişti. Bir oğlu Balkanlarda, ikisi de çöllerde kalmıştı. Bir gelini ile üç torunu vardı. Gelini hastalıktan öldü, torunlarının biri de Büyük Muharebede şehit düştü. Birisi İkinci İnönü’den dönmedi.
En son torununu da Sakarya’ya gönderdi. Bir gün haber aldı ki en son delikanlısı da Duatepe Muharebesinde öteki ağalarının yanına göçüp gitmişti.
Çok ağladı. Fakat, Sakarya Savaşı kazanıldı haberi gelince ağlaması durdu, gülmeye başladı.
Ondan sonra vakit vakit böyle bunalırdı. Ve her bunalışında çarıklarını çeker, değneğini alır, Ankara’nın yolunu tutardı. Bu sefer de öyle yaptı. Saatlerce yürüdükten sonra ikindide Ankara’ya geldi, doğruca gitti, Büyük Millet Meclisi’nin kapısı önünde durup çömeldi.
Aradan biraz vakit geçti, sordular:
- Nine, ne istiyorsun?
- Hiç, hiçbir şey.
- Ya neden burada duruyorsun?
- Onun gözlerini görmek için çıkmasını bekliyorum.
- O dediğin kim?
- Gazi Paşa.
Sonunda hikayesini anlattı ve dedi ki:
- İşte böyle, ara sıra çok bunaldıkça buraya gelirim. O, Millet Meclisi’nden çıkarken gözlerine bakarım. Mavi gözbebeklerinde bütün şehitlerimin gözlerini görür gibi olurum. Son içime bir ferahlık dolar, kalkar köyüme giderim.
İşte siperlerde evlat, torun gömmüş Türk Ninesi buna derler.

N.A. BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.29-30






ATATÜRK’ÜN EŞİTLİK ANLAYIŞI

Çağdaş insan, görevlerini en verimli biçimde yürüten, mal ve hizmet üretmeyi insanlık onurunun gereği olarak gören, insanları mevkilerine göre değil hizmetlerine göre değerlendirebilen insandır. Atatürk yaşamı boyunca insanları bu esasa göre değerlendirmiş, görevini sorumluluk bilinciyle yürüten insanları hem takdir etmiş, hem de onlara saygı duymuştur.
Atatürk, devlet hizmetinde çalışanların görevleri süresince sevecen, adil olmalarını, keyfi ve zorbalık türü davranışlardan kaçınmalarını istemiştir. İstemekle kalmamış her türlü keyfi uygulamanın karşısında olmuş, özellikle de yöneticileri, hak ve adaletten ayrılmamaları, kendilerine özel muamele gösterilmesini beklememeleri yönünde uyarmıştır. Aşağıdaki anekdot Atatürk’ün ayrıcalıklı muameleye karşı oluşunu yansıtan örneklerden birisidir.


Atatürk, bir gün Dolmabahçe’den gizlice çıkar Topkapı Sarayı Müzesine gelir. Müzeyi gezmek ister. Kendisini kapıcıya tanıtır, fakat kapıcı henüz saat 9 olmadı, memurlar da gelmedi, Atatürk değil, kim olursan ol, bekleyeceksin, der.
Hiç şüphe yok ki, kapıcı Atatürk’ü tanımamış ve bu sözlere birden fazla muhatap bulunduğu için gelenin Atatürk olabileceğine inanmamıştır. Fakat bu anekdotta önemli olan nokta Atatürk’ün kapıcının sert cevabı karşısında ısrar etmeyerek, bir kenara çekilip, saatin 9 olmasını ve memurların gelmesini beklemesidir.

S.A. TERZİOĞLU, Yazılmayan Yönleriyle Atatürk, s.4




ATATÜRK, KENDİSİNE SUİKAST YAPACAK ADAMLA KARŞI KARŞIYA

İnsanların başına gelen felaketlerin çoğunluğu akıllarıyla değil de duygularıyla hareket edip, duygularına esir olmalarındandır. Çünkü, duygularıyla hareket edenler, çoğu kez başkaları tarafından kullanılırlar. Kullanıldıklarını da başına felaket geldiği an anlarlar. Ancak, düşünen, soran, neden, niçin diye araştıran insanlar akıllarını kullanmış olduklarından felaketi önceden görürler ve ona göre hareket ederler. Aşağıdaki anekdot bu anlayışı yansıtan güzel örneklerden birisidir.


İzmir’de hazırlanan o alçakça suikastten sonra, bir gün bize Atatürk şu olayı anlatmıştı:
- Ziya Hurşit’in beni öldürmek için görevlendirdiği iki zavallı vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunlardan birini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum:
- Sen Mustafa Kemal’i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet! dedi.
Ben gene sordum:
- Mustafa Kemal, ne yapmış ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış da... Memlekete çok fenalık yapmış!... Sonra, bize onu öldürmek için para da vereceklerdi!...
- Sen Mustafa Kemal’i tanıyor musun?
- Hayır!
- O halde, tanımadığın bir adamı, nasıl öldürecektin?...
- Geçerken işaret edecekler, “Mustafa Kemal, işte budur!” diyeceklerdi. Biz de öldürecektik.
O zaman cebimden tabancamı çıkararak, kendisine uzattım:
- Mustafa Kemal benim!... Haydi, al eline tabancayı... Öldür!... dedim.
Adam, benden bu cevabı alınca, yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir müddet şaşkın yüzüme baktıktan sonra, dizüstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.

N.A. BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.114-115





İNGİLİZ KRALI’NA VERİLEN ZİYAFET

Atatürk her ortamda mensubu bulunduğu Türk Milletiyle gurur duyar ve milletin onurunu en iyi şekilde temsil etmeyi görev bilirdi. O asla bu milletin evlatlarının yeteneğinden şüphe etmemiş, olumsuz koşullarla karşılaştığında bile o Türk insanını hep yüceltmiştir. Aşağıdaki anekdot da O’nun yaklaşımının sayısız örneklerinden sadece birisidir.


İngiliz Kralı VIII. Edward İstanbul’a Atatürk’ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce:
- Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!... dedi.
Sonunda İngiliz sofra merasimini bilen bir kişiden öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam Kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk’e dönerek:
- Sizi tebrik eder ve size teşekkür ederim. Kendimi İngiltere’de zannettim, diyerek memnuniyetini bildirdi.
Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral’a eğilerek:
- Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim,” dedi. Bütün sofradakiler Atatürk’ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da “görevine devam et” emrini verdi.

Ahmet Niyazi BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s186-189

Anılarla Atatürk - 1

KÖY AĞASININ SİLAHLIĞI

Türk kültür değerlerine yabancılaşmış olan Osmanlı yönetici ve aydınları, Türkçe’nin yok olması pahasına ülkede Arapça’nın bilim, Farsça’nın edebiyat dili olarak kullanılmasına izin vermişlerdir. Bu durum bir taraftan eğitimin yaygınlaşmasını önleyip halkın cehaletine neden olmuş, diğer taraftan kendi halkından kopuk, onun değerlerini küçümseyen, Arap kültürünün ürünü olmayan her şeyi küfür kabul eden, Arab’ın kendisini de dilini de kutsal gören yobaz bir aydın tipinin doğmasına neden olmuştur.
Bu aydın tipinin Cumhuriyetin ilk yıllarındaki temsilcileri; Türkçeyi zenginleştirerek bilim ve kültür dili yapmak, sadeleştirerek halkla aydın arasındaki kopukluğu gidermek amacıyla yapılan dil devrimine, Türkçe’nin yetersiz olduğu savıyla karşı çıkmışlardır. Oysa onlar, yapısı itibarıyla Türkçe’nin, dünyanın en zengin dillerinden birisi olduğunu bilmekteydiler. Ancak, Arap kültürüne tutsaklıkları ve Arapça’yı bilme imtiyazlarını kaybetmek istememeleri gerçekleri söylemelerini engelliyordu. Aşağıdaki anekdotta ikiyüzlülerin dil konusundaki ilkel yaklaşım anlayışlarını Atatürk oldukça ilginç bir şekilde dile getirmektedir.


“Arabınkini Arab’a, Aceminkini Acem’e geri verirsek, bize uzun kollu bir Buhara hırkasından başka bir şey kalmaz.”
Buhara hırkasını nedense hor gösteren bu söz, Meşrutiyet devrinde sayılı birkaç dilseverin, dilimizde denemek istedikleri tasfiye (arıtma) işini, Türkçe için bir yıkım sayan ünlü bir yazarımızın sözüdür.
Dil devrimi başladığı sıralarda da aydınlarımızın çoğu bu kuruntuda idi.
Türk’ün anayurttan ayrıldığı zaman dil varlığını uzun kollu bir hırkaya benzetenlerin bu mantık zavallılığına Atatürk acırdı. O, Türk’ün her şeyine inandığı gibi dilinin de yeterliğine, enginliğine sonsuz bir inanç beslerdi. “Tarihin akışını oradan oraya çevirmiş, yer yer bunca uygarlık ocakları kurmuş bir ulusun dili bu denli yoksul olabilir mi idi?” diye soruyor ve sözünü aşağı yukarı şöyle tamamlıyordu: "Araplarla tanışıncaya dek Türk’ün devlet, hükümet, hukuk, adalet gibi uygar kavramlara; şeref, namus, insaf, vicdan gibi yüksek duygulara birer ad vermemiş olması düşünülebilir mi? Belli ki her ulusta görüldüğü üzere Türk’ün de tarihte gaflet anları olmuş, birçok varlıklarına ve bu arada diline de bakmaz olmuştur. Biz şimdi ulusal benliğimize kavuştuğumuz gibi öz dilimize de kavuşacağız.”
Atatürk bir ulusun dil varlığı bakımından, aslında bu denli yoksul olamayacağını bir örnekle belirtmek için şu öyküyü sık sık anlatırdı:
“Vaktiyle zengin bir köy ağası şehirde hamama gitmiş. Yıkanmış... Kurulanmış... Giyinmek için bohçasına el attığı zaman bir de bakmış ki silahlığından başka her şeyi çalınmış. Başlamış hamamcılardan hesap sormaya.
Hamamcılar ağanın şantaj yaptığını, yoksa çalınan çarpılan bir şey olmadığını ileri sürmüşler. Bunun üzerine o da silahlığını çıplak beline geçirerek ortaya çıkmış ve şöyle haykırmış: “Görenler Allah için söylesin, ben buraya bu kılıkta gelebilir miydim?”
Atatürk öyküsüne şunu da katardı:
- Ağanın hamama çıplak gelmediğine herkesin aklı yattı ama, Türk’ün yurdundan dilsiz çıkmadığına hala akıl erdiremeyen gafiller vardır.

A.H. PAR, M.A. ÖNEN, Atatürk’ü Anlamak, s.119-120




ZÜLÜFLÜ İSMAİL PAŞA

Osmanlı yöneticilerinin halktan kopukluğunu halkın cehaletinin, yoksulluğunun ve ezilmişliğinin en önemli nedeni olarak gören Atatürk; Cumhuriyet yöneticilerinin halkla iç içe olan, halkın sorunlarını halkın gözüyle görebilen, kendi kusurlarını halkın eksiği saymayan, eksikliklerinin özeleştirisini yapabilen akılcı, ilkeli, çağdaş ve hepsinden önemlisi halkını seven halkın mutluluğunu kendi mutluluğu olarak görebilen insanlar olmasını istemiştir.
Atatürk, sık sık yurt gezilerine çıkmış, halkla iç içe olmuş, halkın koşullarını, beklentilerini ve yapabileceklerini halkın gözüyle görmüş ve önemli devrimleri bu çerçevede yapmıştır. Bazılarının ileri sürdüğü gibi O, devrimleri halka rağmen değil, yüzyıllardır halkın kutsal değerlerini sömüren, halkın cehaletin ve yoksulluğundan beslenen halk düşmanı yobazlara rağmen yapmıştır. O’nun gerçekçiliğini ve halkın sorunlarına bakış açısını aşağıdaki anekdot çok güzel yansıtmaktadır.


Antalya’ya gidiş Yozgat’tan dönüş, kar, kış...
Çankaya Köşkü’nün rahat ve sıcak salonlarına dönüşte Mustafa Kemal çevresindekilere şu hikayeyi anlatır:
“Biz Harbiye’de öğrenci iken, okulun sobaları yanmazdı. Bütün kış, titreşir dururduk. Nihayet bir gün arkadaşlar beni müdüre çıkarmak için seçtiler. Müdür, Zülüflü İsmail Paşa adında bir saray adamı idi. Müsaade aldık, huzura çıktık; önce Padişaha sonra müdüre dualarımızı arz ettik. Nihayet, maksada geldik, işi anlatmak istedik. Ama müdür, daha ilk cümlelerde kükredi: Ne soğuğu be nankörler! Padişah nimeti gözünüze dizinize dursun. Görmüyor musunuz? Sobalar nasıl gürül gürül yanıyor. Defolun buradan! Gerçekten, müdürün sobası gürül gürül yanıyordu. Müdür, buram buram terliyordu, sıcaktan göğsünü bağrını açmıştı ve zannediyordu ki, bütün okulun sobaları da böyle yanar... Çocuklar, biz bu Çankaya Köşkü’nde, bazen, galiba bu Zülüflü İsmail Paşa gibi kendimizi aldatıyoruz...”
İşte Mustafa Kemal sadece gerçekçi değil, özeleştiriden çekinmeyen açık sözlü bir gerçekçi idi.
Zaman zaman gerçekten, kendini çevresinde esen havaya kaptırmayan lider yoktur. Bütün liderlerin yaşamlarında bir an gelir ki, liderle gerçeklerin arasına, her liderin bilinç altında yaşayan beşeri içgüdülerinin hatta beşeri zaaflarının perdesi girebilir. Ama, gerçek lider odur ki, yapay olan, iğreti olan perdenin arkasında kalmaz ve eriyip gitmez.

Noelle ROGER, Olaylar ve Atatürk, s.39



ATATÜRK VE KÖYLÜ

Yüzyıllar, Türk halkı içerisinde en çok Türk köylüsünün ezilmişliğine tanıklık etmiştir. Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür diyen Atatürk, köylünün ihmal edilmişliğini bir türlü kabullenememiştir. Yapılmış olan haksızlıkları 1 Mart 1922’de Meclis’te yaptığı bir konuşmada şöyle dile getirmiştir.
“Efendiler!... Yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli ülkelerine göndererek, kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp savurduğumuz ve buna karşılık he zaman aşağılama ve alçaltma ile karşılık verdiğimiz ve bunca özveri ve bağışlarına karşı iyilik bilmezlik, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu soylu sahibin önünde büyük bir utanç ve saygıyla gerçek durumumuzu alalım.”
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Atatürk bu sözlerinin takipçisi olmuştur. O yokluk yıllarında devlet bütçesinin yarısını oluşturan aşar vergisini kaldırarak köylüyü vergi yükünden kurtarmış, örnek çiftlikler kurmak, ucuz kredi vermek, tohum dağıtmak, üretime yönelik eğitimi köylünün ayağına götürmek gibi hizmetlerle de yüzyılların haksızlıklarını biraz olsun gidermek için çalışmıştır. Aşağıdaki anekdot Türk köylüsünün o günkü durumunu ve Atatürk’ün bakış açısını yansıtan örneklerden biridir.



Atatürk, sık sık memleketi dolaşan bir liderdi. Çiftçi ile, işçi, sanatkar, esnaf ile konuşur; memleketin derdini arar bulur, meclise getirir, milletvekillerinden, bakanlardan hesap sorardı.
İşte böyle yurt gezilerinden birinde Orta Anadolu’da tarlasında çift süren bir çiftçi ile karşılaşmıştır.
- Kolay gele, bereketli ola ağa.
- Allah razı olsun bey
- Hayrola ağa, öküzün teki ne oldu?
- Devlete borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık, koca öküzü satıp borcumuzu ödedik.
- “Sağlık olsun ağa” diyerek konuşmasını kısa kesmiştir.
Çiftçinin adı Halil Ağa idi. Atatürk’ün yanındakiler, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Salih Bozok, Kılıç Ali, Hüsrev Gerede, Emir Subayı Resuhi Bey, daha birkaç yakını vardı. Yürüyorlardı. Atatürk düşünceli idi. Salih Bozok’u yanına çağırdı. Salih, yarın sabah git, Halil Ağayı bul, bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa, bizim bey seni bir kahve içmeye çağırıyor de.
Ertesi gün Salih Bozok, Halil Ağa’yı bulmuş Atatürk’ün yanına getirmiştir. Atatürk ayağa kalkarak; “Buyur Halil Ağa” deyip bir sandalye göstermiştir. Zamanın başbakanı İsmet İnönü de salonda bulunuyordu ve olanlardan habersizdi. Atatürk Halil Ağa’ya dönerek: “Halil Ağa, anlat şu vergi işini bir daha” demişti.
Halil Ağa, vergi borcunu, icrayı, satılan öküzünü tekrar anlattı. Atatürk kaşlarını çatarak, İsmet Paşa ve Şükrü Kaya’ya dönerek; “Arkadaşlar, biz İstiklal Savaşı’nı Halil Ağa’nın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti, vatandaşı böyle mi koruyacağız, gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz.”
Halil Ağa “Sen Atatürk Paşamsın galiba, beni bağışla, kusur ettim” diye yalvaracak oldu.
“Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın” diye Halil Ağa’yı ayakta uğurlamıştı. Atatürk Türk Köylüsünün borcu konusunda çok titiz davranmıştır.

Noelle ROGER, Olaylar ve Atatürk, s.41-42



SEVGİSİNİ KAYBETMEKTE NE ANLAM VAR?

Türk insanı duygu insanıdır. Hep sevmek ve sevilmek ister, yeter ki birisine inansın, birisini sevsin o sevgi onda ölümsüzleşir. Türk, Atasını da böyle sevdi, O’nu duygularında canlandırdığı şekliyle gönlüne resmetti. Zihninde O’nu yüceltebildiği kadar yüceltti. Atatürk de yaşamı boyunca bu sevginin getirdiği sorumluluğun bilinciyle hareket etti. Türk insanının mutluğunu kendi mutluluğu olarak gördü.
Aşağıdaki anekdot Türk insanının kendisine hizmet edenlere bakışını ve Atatürk’ün bu bakış açısına yaklaşımını gösteren güzel bir örnektir.


Bir gün Çankaya yöresinde bir köylü evine gitmiştik. Evde ihtiyar bir köylü karısı ile oturuyordu. Bize ikram edilen kahveleri içerken Atatürk bana köylü ile konuşmamı söyledi. Köylüye ilk aklıma geleni sordum.
- Sen Gazi’yi tanır mısın?
İhtiyar beni saçma bir soru sormuşum gibi küçümseyerek süzdü:
- Gazi’yi tanımayan var mı ki, dedi ve ekledi:
- Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Camii şerifinde Cuma namazı kılarmış. Taa göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi, nur yüzlü, peygamber gibi mübarek bir ihtiyarmış...
Gülmemi zor tutarak Atatürk’ün genç ve tıraşlı yüzüne baktım. O, kaşlarını çatarak kendisini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve:
- Varsın, dedi, o öyle bilsin. Gerçeği öğrenmek belki biçarenin hayalini yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürüp de sevgisini kaybetmenin ne anlamı var.

Hadi BESLEYİCİ, Atamız Atatürk, s.87-88



ATATÜRK’TEN BİR VEFA ÖRNEĞİ

Atatürk kişisel yaşamında arkadaşlık ve dostluğa büyük önem vermiştir. Yaşamı boyunca birçok dostu olmuş, bunların arasında farklı ırktan ve dinden insanlar da bulunmuştur. Arkadaşlarından kimileriyle uzun yıllar görüşmese de onlara olan vefa duygusunu hiçbir zaman yitirmemiştir. Aşağıdaki anı Atatürk’ün vefa duygusunu ve ırkçılıktan uzak insancıl anlayışını yansıtmaktadır.


Mustafa Kemal’in dostları arasında İğneciyan adında bir de Ermeni vatandaş vardı. Zengin bir kişidir. Sık sık Mustafa Kemal’i Şişli’deki evinde ziyaret etmekte ve kendisine birçok yardımlarda bulunmaktadır.
Mustafa Kemal Anadolu’ya geçtikten sonra bir Ermeni örgütü ile ilgisi olduğu iddiasıyla İğneciyan’ı tutuklayıp Malta’ya sürüyorlar. Tüm servetine el konuluyor.
İğneciyan Malta’dan döndükten sonra üzerinde bir elbisesinden başka hiçbir şeyi olmayan fakir bir kişi durumundadır. Bir de kızı vardır. Yedikule’de bir gecekonduya sığınmışlardır.
Atatürk zaferi kazanmış, devlet başkanı olmuştur. Devrimler için geceli gündüzlü çalışmaktadır.
Atatürk 1927’de ilk kez İstanbul’a gelmiştir. Bu İğneciyan için iyi bir fırsattır. Hem dostunu görmek, hem de uğradığı haksızlığı anlatmak için doğruca Dolmabahçe sarayına gider. İlgili memura başvurur:
- Ben, Gazi hazretlerini görmek istiyorum.
- Sen kimsin?
- Ben İğneciyan... Gazi’nin eski bir dostuyum, arkadaşıyım.
Memur, İğneciyan’ı baştan aşağı süzer. Kılık kıyafeti pek güven verici değildir. Bir bahane uydurarak atlatır. Birkaç kez daha başvurur, fakat sonuç alamaz.
Bir gün de kızını alıp birlikte saraya giderler. O gün sarayın önünde olağanüstü bir hal vardır. Motor sesleri, sağa sola koşturan insanlar. Bu, Gazi’nin bir geziye çıkacağına işarettir.
Polisler ve muhafızlar oradan uzaklaşması için İğneciyan’a işaret ederler. O sırada Gazi de Saray’dan çıkmıştır. Etrafındaki insan çemberi arasında otomobiline doğru ilerlemektedir.
O anda İğneciyan’ın kızı fırlayarak insan çemberini yarıp Gazi’nin karşısına sokulur. Gazi sorar:
- Kim bu kız?
Kız cevap verir:
- Ben İğneciyan’ın kızıyım.
- Nerede baban?
- Dışarıda bekliyor, sokmuyorlar...
Gazi hemen emir verir. İğneciyan’ı huzuruna alırlar. İki dost özlem içinde kucaklaşırlar. İğneciyan başından geçenleri anlatır. Gazi’nin gözleri dolu dolu olur. Emir verir. Gerekli soruşturma yapılır. İğneciyan’ın haklı olduğu anlaşılır ve alınan malları geri verilir.
Yıl 1938... Kasım’ın 12’si... Atatürk’ün acı kaybına dayanamayan İğneciyan üzüntüsünden ölür.
Bu ölümlü dünyanın en güzel şeyi karşılıklı vefalardır.

Hadi BESLEYİCİ, Atamız Atatürk, s.65-66

8 Ağustos 2010 Pazar

Öğrencilerin Derse Katılımını Sağlama Yolları

Öğrencilerin Derse Katılımını Sağlama Yolları

Öğretim ortamında öğrencilerin ilgisini çekmenin ve bunu sürdürmenin sırrı öğrenci katılımını sağlamaktır. Bunu gerçekleştirme yollarını aşağıda vermeye çalıştık:

Düz anlatım, halen en çok kullanılan öğretim yöntemi olmaya devam ediyor. Bazı kişiler bu yöntemle, özellikle öğretmen dersi çok iyi anlatırsa, çok şey öğrenebilir. Anlatıma dayalı derslerin bir çok yararı var: bilgileri etkili şekilde iletir, kalabalık sınıflarda iletişim kurmak için en iyi yoldur, heves - bağlılık - heyecan gibi güçlü duyguları uyandırabilir.
Ancak, bu yöntemin bazı önemli sorunları da vardır. Birçok kişi sunu ne kadar dinamik veya eğlendirici olursa olsun pasif şekilde dinlerken öğrenmeyebilir.
Derslerde öğrenci katılımını arttırdığınız zaman, aynı zamanda öğrencilerin dikkatlerini çekmiş, içeriği açıklığa kavuşturmuş, fikirleri bireysel durumlara uygun hale getirmiş, kavramaya yardımcı olmuş olursunuz. Sonuç olarak, öğrenciler daha fazla öğrenir.
1. Görsel ve işitsel materyal kullanın
Öğrenme işlemine katılan duyu organı sayısı ne kadar fazla ise o kadar iyi öğrenir ve o kadar geç unuturuz. Öğrendiklerimizin çoğunu ise gözlerimiz yardımıyla öğreniriz.
2. Soru sormalarını isteyerek öğrencileri cesaretlendirin

Öğrencileri ciddiye alın ve dikkatle dinleyin.

3. Not alma işlemine rehberlik edin
Not alma işlemine yardım etmenin en kolay yolu, öğrencilere dersin taslağını göstermektir.


4. Tartışmayı teşvik edin

Tartışmaya bir cümle, soru ya da sorunu gündeme getirerek başlayabilirsiniz. Tartışma yöntemleri; 4 ile 6 kişi arasındaki küçük tartışma grupları oluşturarak veya 6 ile 10 kişiden oluşan grubun kendi aralarında tartışıp diğer öğrencilerin bu grubun etrafında çember oluşturarak tartışanları dinlemeleri gibi değişik şekillerde olabilir.


5. Öğrencilerin yazılı olarak katılımını sağlayın

Bir ders öncesinde, sonrasında veya ders sırasında öğrencilerden bir soru, fikir veya görüşe yazılı olarak tepkide bulunmalarını isteyin. Bu yazılı cevap gizli tutulabilir, grupla paylaşılabilir veya öğretmene geri verilebilir. Temel gerekçe, katılımcılara düşüncelerini açıklığa kavuşturmaları ve dersin içeriğini bireyselleştirmelerine yardımcı olmaktır.


6. Bir kavram şeması oluşturun

Bir sunu sırasında veya sonrasında, öğrencilerden dersin temel kavramlarını bir şema şeklinde göstermelerini isteyin. Katılımı sağlama tekniği olarak kavram şeması kullanmak istediğinizde, bunu, öğrencilerin daha dikkatli dinlemelerini sağlamak için, öğrencilere daha önceden bildirin.


7. ‘… öğrendim’ ve ‘…merak ediyorum’ ifadelerini kullanmalarını isteyin


Bu basit cümle tamamlama alıştırması, öğrencilerin öğrendiklerini değerlendirmede sizlere kolaylık sağlar. Cümleler bir ders sırasında veya sonunda yazılabilir, öğrencilere özel olabilir, öğretmene verilebilir veya diğer öğrencilerle paylaşılabilir.


8. Ek çalışmalara rehberlik edin


Ders sonu faaliyetlere ( daha fazla düşünme, okuma, diğer kaynaklar, uygulama, grup çalışması, vb. ) yönelik öneriler getirin

Okuma Alışkanlığı

Öğrencilerimize Mutlaka Okuma Alışkanlığı Kazandırmalıyız !

“Gençliğini kitapla beslemeyen milletlerin sonu acıdır.”
OVIDIUS
Çocuklar okudukça okumayı daha çok sever, sevdikçe daha çok okur ve öğrenirler. Okumayı sevmek bir anlamda öğrenmeyi de sevmektir.

Yapılan araştırmalar kitap okumanın çocuğa şu katkıları sağladığını ortaya çıkarmıştır:
· Kelime hazineleri gelişir.
· Düşünme yeteneği ve buna bağlı olarak üretken zekası gelişir.
· Dinleme ve konuşma yeteneği gelişir.
· Okuyup yeni bir şey öğrendikçe merak etmeye ve daha çok okuyup öğrenme arzusu duymaya başlarlar.
“Okumayı öğrenmek sanatların en zorudur.”
TÖMER’ in araştırmasına göre; maalesef Türkiye’ de ilköğretimin ilk beş sınıfına ait ders kitaplarında okutulan kelime ve kavram sayısı sadece 7.260 ...
Ama ABD’ de bu rakam 71.681,
Almanya’ da 70.400,
Japonya’ da 44.224,
İtalya’ da 31.762,
Fransa’ da 30.193,
S. Arabistan’ da 13.579...
Üstelik bizde okutulan 7.260 kelime ve kavramın çoğunun da batı dillerinden alınma olduğu göz önünde bulundurulursa; mutlaka çocuklarımıza kitap okuma alışkanlığı kazandırmak zorundayız. Ne kadar çok kitap okurlarsa o kadar kelime hazineleri genişleyeceği akıllardan çıkarılmamalıdır.
Bazı anne-babalar çocuklarının yalnız ders kitaplarını okumalarını isterler. Dersin dışında kitapları okumanın gereksiz ve zaman kaybı olduğu düşüncesine sahiptirler. Bu tarz anne babalara ders dışında da çocukların kitap okumasının onlar adına çok yararlı olaağını anlatmalıyız. Yalnız ders kitapları okumaya zorlanan çocukların, gençlerin, önce ders kitaplarından daha sonra bütün kitaplardan soğuyabileceğini söylemeli ve sevdiği kitapları okumaya başlayan çocukların zamanla ders kitaplarını da sevmeye başlayacaklarını izah etmeliyiz.
Okumayı çocuklara sevdirip onlara hayat boyu okuma alışkanlığı kazandıracak, en önemli kişiler tabii ki anne babalardan çok siz öğretmenlersiniz. Kitaplara karşı bizim göstereceğimiz ilgi ve yakınlık çocuklarımızı da olumlu yönde etkileyecektir.
a) Kitap ve okumayla ilgili durumumuz:
Mutlaka okuma konusunda duyarlı olmak zorundayız. Çünkü diğer ülkelerle karşılaştırıldığımız zaman durumumuz hiç de iç açıcı değil. Duymak istemeyeceğiniz benim de vermek istemesem de halimizi gözler önüne serme adına vermek zorunda olduğum “kitap ve okumayla ilgili durumumuz”[1]:
* ABD’ de 16.000 kütüphane var.
Ülkemizde 95 kişiye bir kahvehane,
65.000 kişiye bir kütüphane düşüyor.
İngiltere’ de 3508 kişiye,
Belçika’ da 4253 kişiye bir kütüphane düşüyor.
* Türkiye’ de 962 bin kişi halk kütüphanelerine üyeyken,
Bu rakam İran’ da 7 milyon,
Fransa’ da 16 milyon,
Meksika’ da 39 milyon...
* Ülkemiz halk kütüphanelerinde 10 milyon 76 bin kitap varken,
Bu rakam Bulgaristan’ da 46 milyon,
Fransa’ da 78 milyon,
Rusya’ da 739 milyondur.
* Rusya’ da 1000 kişiye 18.000,
Almanya’ da 2.700,
ABD’ de 12.000,
Japonya’ da 1.000,
İspanya’ da 170 kitap düşüyor.
Türkiye’ de bu rakam sadece 7 ’dir.[2]

PİAR’ ın araştırmasına göre :
* Türkiye’ de okuma alışkanlığına sahip kişi sayısı 40.000...
Kitap okuma oranı maalesef ülkemizde 10 binde 8.
* Bir ülkenin kültür bakımından terakkisi, o ülkede bir yılda fert başına tüketilen kağıt miktarıyla ölçülür.
ABD’ de fert başına yılda 390 kilo kağıt tüketilirken,
Avrupa ülkelerinde bu rakam 90 kiloya yakın,
Türkiye’ de ise sadece 20 kilodur.
* ABD’ de bir yılda 72.500 çeşit kitap basılmaktadır.
Eski Sovyetler’ de bu rakam 58.000,
Japonya’ da 42.000,
Fransa’ da 27.000,
Türkiye’ de ise 7.000’ dir.
* Norveç’ te kişi başına yıllık kitap harcaması 140 dolar,
İsviçre’ de 120,
İtalya’ da 45,
Türkiye’ de ise sadece yarım dolardır.
* Türkiye’ de kitap ihtiyaç listesinin 222. sırasında...
Bu rakam Avrupa’ da 18,
Almanya’ da 8...
* Bir Japon yılda 25,
İsveçli 10,
Fransız 7 kitap olurken,
6 Türk yılda 1 kitap okuyor.
* Millî Eğitim Bakanlığı'nın 1993 yılında yaptırdığı bir ankete göre;
Gençlerin % 61'inin son bir ayda hiç kitap okumadığı,
% 13,4'ünün ise bir kitap okuduğu ortaya çıkmıştır.
* Yine yapılan bir araştırmaya göre, ülkemizde okumaya aday ilk grubu oluşturan üniversite gençliğinde okuma oranı % 37,1'dir.
* 1993 yılında yapılan bir başka araştırmaya göre ise, yaz aylarında nüfusu üç yüz binin üzerine çıkan Bodrum'da:
127 kahvehane
230 içkili restoran
103 kafe-bar
12 disko
3 gazino
2 kumarhane
2 kitapçı var.
Açıkça görüldüğü gibi Bodrum'da her şey var, ama kitap yok, kitap okuyan yoktur.



b) Neden az okuyoruz?:
Millî Eğitim Bakanlığı'nın 1993 yılında yaptırdığı bir ankete göre insanımızın okumama sebepleri oran olarak şöyledir:
1-Kitap okuma alışkanlığının olmaması: % 50,2
2-Yeterince zaman bulunamaması: % 16,6
3-Boş zamanlarında yoğun olması: % 10,6
4-Tv, video ve sinemanın tercih edilmesi: % 10,5
5-Kitap fiyatlarının yüksek olması: % 4,6
6-Dersleri sebebiyle okuyamama: % 3,4
7-Diğer sebepler: % 1,9
8-Cevap yok: % 2,27
Görülüyor ki az okumamızın en önemli sebepleri okuma alışkanlığının olmaması, tv, video ve sinemanın kitap okumaya tercih edilmesi. Fakat bu konuda Türkiye'de özellikle belirli kesimler, yıllarca daha çok, kitap fiyatlarının ülkemizde yüksek olmasını en önemli sebep olarak ileri sürmüşlerdir. Halbuki yapılan araştırmalar bunun doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Hem yukarıdaki ankette kitap okumama sebepleri içinde sayılan, kitap fiyatlarının yüksek olması % 4,6 gibi küçük bir oran teşkil etmektedir.

“Okuma zevkini öğrenen,mesut insandır.”
Con HERSEL

Bu yanlış gidişin durdurulmasında en önemli yük biz öğretmenlerin omuzlarındadır. Öğretmen dendiği zaman akla ilk gelen “okuyan insan” dır. Ne yazık ki bu günkü insanımızın en karakteristik bir yanı okumamak ve düşünmemek. Zannediyorum bizi verimsiz hale getiren de işte bu. İstisnaları olsa da bu bir gerçek. Bizim insanımız sene de bir kitap okumaz, bir yerde oturup iki saat düşünmez... Kitap okumayınca da insanın üretkenliğinin artması nasıl sağlanacak. Onun için önce okuma noktasında biz öğretmenlerin öğrencilerimize ve topluma örnek olmamız gerekiyor.
c) Kitap ve okumayla ilgili geçmişteki durumumuz:
Tarihimize baktığımızda “kütüphane kurma, yazma ve okuma konusunda” şu anki üzücü durumumuzdan çok uzak bulunduğumuzu, bizi gururlandıran tablolara şahit olduğumuzu görmekteyiz. O günleri yakalama adına örnek olması için bazılarını paylaşmak istiyorum:
* Bağdat’ a 891 yılında gelen bir seyyah, şehirde yüzden fazla halk kütüphanesinin bulunduğunu yazmıştır. Onunu asırda, Endülüs’ te Halife El-Hakim’ in kurduğu kütüphanede kitap sayısı yarım milyonu buluyordu. Kıyaslama olsun diye bir örnek sunmak istiyorum: Çok bilgili ve kitaplara düşkün olduğu için “Alim Charles” diye şöhret kazanan Fransa Kralı Charles, kurduğu kütüphaneye koyacak 900 kitabı zor bulmuştur.
* İslam dünyasında rekor, bir milyon altı yüz bin kitapla Kahire’ de Halife El-Aziz tarafından kurulan kütüphanedeydi. Bu kitaplardan altı bini matematiğe, on sekiz bini ise hikmete dairdi.
* 10’ uncu yüzyılda, Sahip İbni Abbas gibi hükümdarların kütüphanesindeki kitaplarınsayısı, bütün Avrupa kütüphanelerindeki kitap sayısından daha çoktu. Çin’ deki Ming Huang devrini saymazsak, 8’ inci, 9’ uncu, 10’ uncu ve 11’ inci asırlarda dünyanın hiçbir yerinde böyle bir kitap aşkı olmamıştı. [3]
Çok Okuyanlar;
* Prof. Hilmi Ziya ÜLKEN (1901-1974)
Ayaklarını uyumamak için su dolu kovanın içine sokar, sabaha kadar okurdu.
* Prof. Seyyid KUTUP (1906-1966)
Ortalama günde on saat okurdu.
* Ömer Nasuhi BİLMEN (1884-1972)
“Küçük yaşlarımda elime geçen eserleri bir gecede okuyup bitirirdim. Annem gecenin geç saatlerinde yanıma gelir, islenmiş lambanın camlarını siler, bazen de “Artık yeter, yat!” diye lambaya üflerdi
* İbn-i Sina (980-1037)
“Geceleri hep okumak ve yazmakla meşgul oluyordum. Uyku bastıracak olsa bir bardak bir şey içip açılıyor, yeniden çalışmaya koyuluyordum.”

* Katip ÇELEBİ (17. Asır)
“Mumlar tükenir, güneş doğar, ben hala okurdum. Gözüme uyku girmezdi.”


* Endülüslü İbni Rürd; sürekli kitap okurdu. Hayatında kitap okumadan geçirdiği iki gece vardı: Evlendiği ve babasının öldüğü gece...
* Yavuz Sultan Selim ( 1470-1520)
Ortalama günde sekiz saat okurdu.
Onun yanından hiç ayrılamayan dostu, Hasan Can: “Padişahın elinden kitap hiç eksilmezdi. Daima okurdu uykuya ve yemeğe rağbet etmezdi” demektedir.[4]


d) Heryerde okunabilir

“Zamanım yok, kitap okuyamıyorum” diye söylenenlere; “Her yer,her zaman ve her türlü ortam,okumaya müsaittir,okumak için hiç bir engel yoktur. Okumak için “zamanım yok”,”fırsat bulamıyorum”…diyen kimse, zamanı kullanmayı bilmeyen ve ömrünü boş şeylerle heder eden kimsedir” demektedir Ekrem SAĞIROĞLU.
"Okumak için kendi kendimizden zaman çalmalıyız.”
Prof. Dr. İsmail L. ÇAKAN


Amerika’ nın tanınmış radyo hatibi Dr. Parker Cadman’ ın yaşamına baktığımız zaman her durumda insanların okuyabileceğini gözler önüne sermekte ve okuma adına gösterilen azme çok güzel bir örnek teşkil etmektedir:

On bir yaşında kömür ocaklarına girerek iki kardeşini beslemek zorunda kalan Cadman’ ın on yıl ocaklarda neler yaptığını şöyle anlatırlar:
“Kömür madenlerinde sıradan bir işçi olduğu zamanlarda bile, maden kuyusunun diplerindeki kömürleri arabaya yükleyip, arabanın geri dönmesini bekledikçe bir iki dakikalık aradan istifade eder; derhal kitap çıkarırdı. O daima yanında bir kitap bulundurur ve maden kuyusuna yemek yemeden inmeyi, kitap taşımadan inmeye tercih ederdi. Maden kuyusunun dibi elini bile göremeyecek düzeyde karanlık olduğu için Cadman loş, kirli ve eski bir fenerin başına dikilerek okurdu.
Çünkü bu maden kuyusunun diplerinden kurtulmak için ancak bir çare bulunduğunu biliyordu. Bu da okumaktı. O da maden kuyusu içinde geçirdiği on sene içinde dilenebildiği, yahut ödünç alabildiği her kitabı okudu ve bu kitapların sayısı bini aştı. Bu çocuğun ilerlemesinde hayret edilecek bir şey yok. On sene sonra kolej sınavlarını verecek derecede kültürünü ve bilgisini yükseltmiş, sınavları verirken ödüller kazanmış ve Londra’ nın Richmond Kolejinden ilmi bir paye kazanmıştır.”[5]
e) Okumanın buluşlardaki payı;
Baktığımız zaman mucitlerin bile okumaya borçlu ve okumaya muhtaç olduklarını görmekteyiz, meşhur mucitlerin çoğu, kitaplardan öğrendikleri bilgilerle buluşlarını gerçekleştirmişlerdir.
* Telefonu icad eden Bell, bu fikri Alman yazar Helmholtz’ un sesle ilgili bir eserinden almıştır.
*Uçağı icad eden Writght Kardeşler, bu fikri yine bir kitaptan almıştır.
*Elektriğin babası Faraday, bir kimya kitabından ilham almıştır.
*Henry Ford, otomobil yapma fikrini bir Fransız yazarın ziraat dergisinde yayınlanan makalesinden almıştır...




1] Ünal, a.g.e., s.37,38,39,40,41

3] Ünal, İbrahim, Kitap tiryakiliği, Sim yayınılık, Ankara 1999, s.44,45, 46
[4] Ünal, a.g.e., s.47

[5] BEŞER, Hüseyin, Öğrencinin Başarı Rehberi, Beşer yay, 1978, İzmir, s.96-97

Öğrencilere Göre İyi Öğretmen

Öğrencilere Göre ‘İyi Öğretmen’ in Nitelikleri
Bir öğretmenin sınıfı tarafından beğenilmesini sağlayan kişilik çizgilerini belirlemek üzere yapılan araştırmaya göre, öğrencilerce en çok vurgulanan 12 nitelik şöyledir:
1. İşbirliğine dayanan demokratik tavır,
2. Her çocuk için sevecen ve saygılı olma,
3. Sabır,
4. Geniş bilgi,
5. Hareket ve görünüşün hoşa gitmesi,
6. Doğruluk ve taraf tutmamak,
7. Esprili olmak,
8. Tam itidal ve metanet,
9. Öğrencilerin sorunlarına ilgi duymak,
10. Esneklik,
11. Cesaret verme ve takdir etme konusunda iyi niyet,
12. Özel bir konuyu öğretmede olağanüstü başarı,
yukarıda saydığımız özelliklere dayanarak ideal öğretmen söyle tanımlanabilir: ‘ İdeal öğretmen hem öğrettiği bilgilerde hem diğer konularda ve dünya hakkında tam bir bilgiye sahip, iyiliksever, sağlıklı, gençlere gerçek ve yakın ilgi duyan insandır.’
Öğrencilere göre, “ iyi öğretmen ” özelliklerinin neler olduğunu görmek için sorulan sorulara verilen cevapların sonuçları şöyledir:
1. Öğretmenin sınıfta her öğrenciye eşit davranması ( bazı öğretmenlerin çeşitli özellikleriyle bazı öğrencileri çok beğendiklerini, bazılarını da hiç sevmediklerini belli etmeleri. )
2. Öğrenci dersini çalışmadığı ve sözlü sınavlarda başarısız olduğu zaman öğretmenin sert eleştiriler yapmaması, hakaret edici sözler söylememesi.
3. Sınıfta öğretmenin çok otoriter davranarak rahatsız edici bir sükunet istememesi; normal hareket ve konuşma serbestliği tanıması.
4. Kendi sorunları ve sıkıntıları olduğu zaman sınıfa karşı haşin davranmaması.
5. Dersleri soyut olmaktan çıkarıp güncel örnekler vermesi, çevre kaynaklarından ve örneklerinden yararlanarak daha cazip hale getirmesi.
6. Derste bir davranışını beğenmediği öğrenciyi sınıf önünde küçültmeden, hesap sormadan, yalnız olarak karşınsına alıp onu tanımaya, davranışının nedenlerini anlamaya çalışması.
7. Sınıfta keyifsiz veya huzursuz olan öğrencileri fark ederek onları psikolojik dünyalarıyla da tanımaya çaba göstermesi.
8. Sınıfta bazı öğretmenlerin disiplin kuruluna gönderebilecekleri olayları öğretmenin kendi olanaklarıyla aydınlatmaya çalışarak, öğrencileri maddi cezalardan koruması ve istenilmeyen davranışlarını düzeltmelerine yardımcı olması.
9. Sınıfta şakacı mizacıyla esprili bir hava oluşturması, ciddi dersin içine ilginç örnekler ekleyerek öğrencilerin dikkatlerinin dağılmasını önlemesi.


Unutulmamalıdır ki; Mükemmel bir öğretmen, iyi bir eğitim sisteminin anahtarıdır.

Derse Karşı İstek Ve Arzu Nasıl Oluşturmalısınız?

Öğrencilerinizde Derse Karşı İstek Ve Arzu Nasıl Oluşturmalısınız?

“Öğrencilerine öğrenme arzusu aşılamayan bir öğretmen, soğuk demiri döven bir demirci gibidir.”
Horace MANN


Öğrencilerimizin daha kolay öğrenmeleri için eğitim-öğretime mutlaka “neşe ve istek tuzu” katılması gerekmektedir. “Neşe ve istek” gerçekten de önemli bir “motivasyonel öğrenme yöntemi” dir. Bunun için çocuklarımızda öğrenme faaliyetlerine karşı “neşe ve istek” meydana getirmemiz şarttır yoksa çocuklarımız iyice okuldan soğurlar. Dersler konusunda yaptığımız baskılar, sıkıştırmalar onların öğrenme isteklerini öldürüyor. “Gönülsü çiğnenen aş, ya karın ağrıtır ya baş.” Sözüyle atalarımız da bu gerçeğe işaret etmişlerdir.


6. ve 7. sınıf öğrencilerine ; “Ders denilince ne hissettiğinizi bana söyler misiniz?” diye sorduğumda genelinden aldığım cevaplar gerçekten felaketti:
· “Kusacağım geliyor.”
· “Nefret ediyorum.”
· “Kabus gibi bir şey.”
· “Tiksiniyorum.”
Bu cevapları veren bir öğrencinin başarılı olması ne kadar mümkündür? Ve acaba başarısızlık sadece bu öğrencilerimizin suçu mudur yoksa onlarda derse karşı ilgi ve istek uyandıramayan bizlerin de başarısızlıkta suçu yok mudur? Goethe’ nin de ifade ettiği gibi: “Bir şeyi öğrenmek için, önce onu sevmek gerekir.”
San Diago Eyaleti’nde yapılan bir araştırma, neşe ve isteğin öğrencilerin sınavlarında daha başarılı bir sonuç elde etmelerine yardımcı olduğunu gösterdi. Dersten tam altı hafta sonra yapılan sınavda eğlenceli derslere istekle katılan öğrenciler daha fazla başarı sağladılar.

“En iyisi gençlerde öğrenme hevesini ve sevgisini uyandırmaktır. Yoksa kitap yüklü eşek yaparız onları. Kırbaç zoruyla bilim dolu çanta taşıyorlar onlar. Oysa bilimi evimizde saklamak yetmez,evlenmek gerek onunla.”
MONTAIGNE


Öğrenmede yaygın olarak kullanılan teknik, öğrencilere belirli düz metinleri sistemli bir şekilde aktarmak ve aktarılan bu metinleri ne düzeyde anladığını sınavlarla ölçmektir. Ancak şu anda hem düşünmeyi teşvik etmek hem de öğrencilerin ilgilerini daha fazla derslere yoğunlaştırmak amacıyla yeni eğitim anlayışı içerisinde önerilen alternatif bir görüş var; ders kitaplarının her bir cümlesinin “soru” formatında yeniden yazılmasıdır. Çünkü sorular düşünceyi ateşleyip, ilgileri toplarken, şu an yapılan hazır cevaplar sunan anlayış, düşünmeyi köreltip insanı tembelliğe itmektedir. Öğrencilerimizin üretken zekaya sahip olmasını istiyorsak onlara hazır cevapları vererek değil, onlara HAYATA DAİR sorular sorarak bunu başarabiliriz.

Sınıf İçi Disiplin

Sınıf İçi Disiplin Sağlamada Dikkat Edilmesi Gereken Püf Noktalar:
1- İlk iş olarak sınıfta bir standart oluşturun, nelerin yapılması gerektiğini, nelere uyulması gerektiğini dönem başında öğrencilerinizle konuşun. Kural ve kararları onlarla birlikte belirleyin. Mutabık kaldığınız ilkeleri ise taviz vermeden uygulayın. Kurallara uyulması konusunda göstereceğiniz gevşeklik, onları değersiz kılacaktır. Böylece öğrenciler kuralları önemsemeyecek ve yerine getirmede istekli davranmayacaktır. Öğrencilerinizle belirlediğiniz bu açık ve kesin kurallar, istenilen davranışları ve bu davranışların sınırlarını göstereceğinden çok fayda sağlayacaktır. Mesela, giriş zili çalınca koridorda dolaşılmaması, kapıda öğretmenin beklenilmemesi, söz hakkı almadan konuşulmaması, alaycı ve incitici ifadelerin kullanılmaması gibi.

2- Problem oluşturabilecek durumları ve öğrencileri önceden tespit edin. Öğretmen arkadaşlarınızla bu gibi durumlar ve çocuklarla ilgili görüşmeler yapın ve ortak kararlar alın. Aldığınız kararları yürütme aşamasında da müşterek tutum ve davranış içine girin.
3- Disiplini “yapma” lardan çok “yap” lar üzerine kurun. “Evladım kalemi yere atma, arkadaşlarınla konuşma, yaramazlık yapma” gibi. Dikkat edilirse bunların hepsi olumsuzdur. Çocuğun bir şey yapmasını yasaklamaktır. Halbuki insanların yasaklara karşı ilgileri daha çoktur. Onun için yasaklardan daha çok yol gösterici cümlelere yer verin. “Evladım kalemi çöp kutusuna aç” gibi. Bu tarz yaklaşımınız öğrenciden herhangi bir olumsuz tepki gelmesini engelleyecektir.

4- İşlediğiniz dersin konuları öğrencileriniz ihtiyaçları doğrultusunda olsun. Bu durum derse karşı ilgiyi arttıracaktır.
5- Öğrencinizin evde huzursuzluk yaşayıp yaşamadığını kontrol edin, evinde huzuru olamayan bir çocuk bunu okuluna ve sınıfına da yansıtacaktır.
6- Yaptığınız sınıf içi çalışmaları, “öğretmen-öğrenci işbirliği” havasında yürütün. Böyle olunca, işler daha kolaylaşacağı gibi, öğrencinin problem çıkarması da bir ölçüde önlenmiş olur.
7- Öğrencilerinizi disiplin konusunda bilinçlendirin. “Susun”, “konuşmayın” demek yerine, Öğrencilerin niçin susması gerektiğini açıklayın.

8- Öğrencinin boş kalmamasına dikkat edin. Ders içinde öğrenciyi meşgul edecek bir şey verilmez ise, o sınıfta problem çıkma ihtimali çok fazladır. Eğer öğrencinin yapacağı bir şey yoksa, boş durma yerine, arkadaşlarına takılacak, yaramazlık yapacak ve sınıf havasını bozacaktır.

9- Ders işlerken, değişik metot ve teknikler uygulayın. Öğrencinizin dikkatini ders üzerine çekebilirseniz, disiplin olaylarını büyük çapta önlenmiş olursunuz. Öğrenciler, aynı tip monoton çalışmalardan sıkılırlar, onun için ders işleme biçiminizi zaman zaman değiştirilmeli, onların ilgisini çekecek tarzda metot ve teknikler uygulamalısınız. Ders işlemede araç ve gereçlerden yararlanmayı da ihmal etmemelisiniz.
10- Öğrencilerinizin kişiliklerine saygı gösterin. Bu daha fazla disiplin olaylarının çıkmasını önleyecektir.

11- Çok basit şeyleri problem haline getirip büyütmeyin. Bu durum sınıfta disiplin olaylarının çıkmasına zemin hazırlar.
12- Öğrencilerle özel olarak ilgilenin. Yapılan araştırmalarda bunu yapan öğretmenlerin, öğrencileri tarafından sınıflarında rahatsız edilmediği ve ders işlemede zorlanmadığı tespit edilmiştir.

13- Problemin sorumlusunu bulamadığınızda tüm sınıfı cezalandırma yoluna asla gitmeyin. Bu yolu izlemeniz, öğrencilerinizde size karşı kin, nefret ve isyan duyguların uyanmasını sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır.

14- Öğrencilerinizin aileleriyle diyalog içinde olmalısınız. Bu durum çocukların size ve dersinize karşı daha yapıcı olmalarını sağlayacaktır.
15- Sinirlenip maksadı aşan ifadeler kullandığınızda ya da davranışlar sergilediğinizde geri adım atmayı bilmeli, icap ederse özür de dilemelisiniz.

Sürekli Kendinizi Geliştirin

Sürekli Kendinizi Geliştirin Bilgiye Ve Öğrenmeye Değer Verin.
“Kendini yetiştirmeyen ve yükselmeyen başkalarını da yetiştiremez, yükseltemez.”
DISTERWEG
“Kendi eksiğini gören ve onu tamamlayan bir öğretmen, başarıya adaydır.”
BACON
Öğretmen, öğrencileri ve çevresi için bilgi kaynağı olmadıkça, onlar üzerinde olumlu etkiler oluşturamaz. Öğretmenlik aynı zamanda devamlı bir öğrencilik demektir. Günümüzün bilgi çağı olduğu düşünülürse öğrendiğimiz bilgiler her yıl eskimekte, eski bilgilerde artık değerini yitirmektedir. Onun için öğretmenin sürekli kendini yenilemesi zorunludur. İdeal öğretmen, bilgilerine güvenme yerine , kimseyi küçümsemeden herkesten almasını bilir ve gereken birikimlerini tamamlar.
Büyük bilgin Hammad er-Ravi bunu şöyle dile getirmiştir:
“Artık bu kadar ilimle meşguliyet yetmez mi?” diye sorulduğunda;
“Ne yapalım, var kuvvetimizi harcadık, ilmin nihayetini bulamadık. Şairin dediği gibi: ‘ Dağın birini geçince, başka bir dağ karşımıza çıkıyor.” cevabı veriyor.
Sürekli öğrenmek zorunda olduğumuza güzel bir örnek de Astronom LAPLACE’ ın hayatıdır. LAPLACE 78 yaşında öldüğünde hala işinin başındaydı ve son sözü kendimizi geliştirmek zorunda olduğumuza işaret ediyordu: “Bildiklerimiz hiçbir şey, bilmediklerimiz muazzam.”
21. Yüzyılın başına kadar dünyada değişim kaplumbağa hızıyla oluyordu. Bilgi değişiminin dönüşümü 1500 yılı alıyordu. Sadece yüzyıl öncesine gidip baksak bu günkü gelişmeleri hayal bile etmemiz mümkün olamazdı. Telefon, radyo, televizyon, bilgisayar kanalıyla ses ve görüntülerin dünyanın öbür ucuna hatta uzaya gönderilmesi durumu, İnsanların birkaç saat içinde okyanus aşırı yolculuklar yapabilmeleri gelişmelerin geldiği durumu göstermektedir.

1940’ da 500 yıla inen bilgi yenilenmesi,
1980’ de 2.5 yıla,
1999’ da 6 aya inmiştir.
2002 yılında 39 güne inmesi öngörülüyor.
Yani kişiler, çalıştıkları ve uzmanı oldukları alanlarda bile kendilerini hızla yenilemek zorundadır. Artık diplomasını alıp duvara astıktan sonra hiç kitap okumayan mesleğini sürdüremez.
Örneğin; 10 yıl önce üniversiteden mezun olan bir öğretmen eğer önceki bilgilerini yeni bilgileriyle beslemiyorsa eskimiş duruma düşecektir. Günümüzde bilgilerini değişim doğrultusunda yenilemeyen herkes eskiyecektir.
Okullarından mezun oldukları bilgileri 10 yıldır değiştirmeden anlatan öğretmenler olduğunu duyunca geleceğimiz adına nasıl üzülmeyelim. 21. Yüzyılda çocuklarımızı yerinde saydıracak değil, ufuklarını açacak öğretmenlere ihtiyacımız var.
Uygar dünyaya mutlaka ayak uydurmak istiyorsak sürekli gelişen bilgi kaynaklarını yakından ve ilgiyle takip etmek zorundayız.

Bilgiye ve öğrenmeye değer veren sürekli kendini geliştirme çabası içinde bulunan öğretmen verimli ve üretken bir öğretmen haline gelecektir.

Dr. E. R. KORN ve Dr. G. J. PRATT yaptıkları araştırmalar sonucunda, üstün verimlilik düzeyine sahip kişilerin aynı zamanda şu özelliklere de sahip olduklarını tespit etmişler:
· İşine bağlı olmak
· İçinde yaşanılan ana konsantre olmak.
· İşleri başarma ve dünyayı değiştirme konusunda yürekten gelen bir güce sahip olmak.
· Aksilikler ve hayal kırıklığı karşısında sabırlı, azimli ve toleranslı olmak.
· Üretken olmak.
· Kişilere durumlara ve beklenmedik olaylara uyum sağlamak
· Az imkanlarla çoğu başarmak
· Pes etmemek ve iyimser olmak.
· Makul hedefler çizmek
· Zamanı yönetmek.
Bu özelliklere sahip öğretmenlerimizin sayısını arttırdığımız zaman, geleceğimize güvenle bakabiliriz. Yoksa karşısına çıkan en ufak engellemeye ve sıkıntıya bile katlanamayan yapıdaki insanlarla geleceği şekillendirme düşüncesi hayalden ileri gitmeyecektir kanaatindeyim.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Öğretmen Yeterlikleri Kitabı

Öğretmen Yeterlikleri Kitabı




Çalışmalarımız (Study Areas)
Genel Yeterlikler
Özel Alan Yeterlikleri
Performans Yönetimi
Okul Temelli Mesleki Gelişim
Öğretmen yeterlikleri "Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterlikleri" ve "Özel Alan Yeterlikleri"nden oluşur. "Okul Temelli Mesleki Gelişim" modeli de bu yetrliklerin geliştirilmesinde kullanılabilecek bir araç olarak sunulmaktadır.

Genel Yeterlikler: Tüm öğretmenlerde bulunması gereken bilgi, beceri ve tutum özelliklerini kapsayan, 6 ana yeterlik (A-B-C-D-E-F) , 31 alt yeterlik ve 233 performans göstergesinden oluşan “Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterlikleri”, çalışması, paydaş görüşleri araştırması ve mevcut durum araştırması yapıldıktan sonra, YÖK eşgüdümünde 49 eğitim fakültesinin, Bakanlığımız merkez teşkilatı birimlerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve sendika temsilcilerinin görüş, öneri ve eleştiri değerlendirilerek tamamlanmıştır. Talim Terbiye Kurulu Başkanlığının uygun görüşlerinin alınmasından sonra, 2590 sayılı Tebliğler Dergisinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Özel Alan Yeterlikleri: İlköğretim kademesi öğret- menlerinin branşlar temelinde 14 özel alanda yeterlik taslakları hazırlanmıştır. “Yeterlik alanları”, yeterlik alanlarına ait “Yeterlikler” ve her yeterliğe ait A1, A2, A3 şeklinde düzeylendirilmiş “Performans Göstergeleri”nden oluşan "Özel Alan Yeterlikleri", Bakanlık Makamının 25 Temmuz 2008 tarihli onayı ile yürürlüğe girmiştir. Ortaöğretim kurumları öğretmenlerine yönelik Özel Alan Yeterliklerinin belirlenmesi çalışmaları Orta Öğretim Projesi kapsamında başlatılmıştır.

Performans Yönetimi: Öğretmen Yeterliklerine dayalı Bireysel ve Kurumsal Performans Yönetim Süreci çalışmaları Orta Öğretim Projesi kapsamında başlatılmıştır.

Okul Temelli Mesleki Gelişim: Öğretmen Yeterlik-lerini geliştirmek için Okul Temelli Mesleki Gelişim Kılavuzu” hazırlanmıştır. 6 pilot ilde (Ankara, Bolu, Hatay, İzmir, Kocaeli, ve Van), 311 okul ve 9300 öğretmen ile yürütülen pilotlama çalışmaları 30 Haziran tarihi itibariyle sona ermiş, OTMG kılavuzunun revizyonuna yönelik çalışmalar devam etmektedir..

10 Temmuz 2010 tarihli İlköğretim Kurumları yönetmeliği Değişikl

MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI İLKÖĞRETİM KURUMLARI YÖNETMELİĞİNDE

DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK

MADDE 1 – 27/8/2003 tarihli ve 25212 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (aa) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“(aa) Seviye belirleme sınavı: İlköğretim kurumlarının 8 inci sınıfında, Görsel Sanatlar, Teknoloji ve Tasarım, Müzik ve Beden Eğitimi dersleri dışındaki zorunlu derslerin öğretim programlarından merkezi olarak yapılan sınavı,”

MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 36 ncı maddesinin 7 ve 8 inci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Ortaöğretim kurumlarına öğrenci yerleştirmede değerlendirilmek üzere ilköğretim kurumlarının 8 inci sınıfında Görsel Sanatlar, Teknoloji ve Tasarım, Müzik ve Beden Eğitimi dersleri dışındaki zorunlu derslerin öğretim programlarından Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünce haziran ayında Seviye Belirleme Sınavı yapılır.”

“Seviye belirleme sınavı ile ilgili usul ve esaslar Yönerge ile belirlenir.”

MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“Uygulama

GEÇİCİ MADDE 3 – (1) 2009-2010 Öğretim Yılında 6, 7 ve 8 inci sınıfta öğrenim gören öğrencilere, bu tarihte yürürlükte bulunan Yönetmelik hükümleri uygulanır.”

MADDE 4 – Bu Yönetmelik, 2010-2011 Öğretim Yılından itibaren kademeli olarak ilköğretim 6 ncı sınıf öğrencilerinden başlamak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 5 – Bu Yönetmelik hükümlerini, Millî Eğitim Bakanı yürütür.

Fener - Paok

Fener, Yunan cehennemine düştü!
İsviçre'nin Nyon kentinde gerçekleştirilen kura çekiminde Fenerbahçe, UEFA Avrupa Ligi Play-off turunda Yunanistan'ın PAOK takımı ile eşleşti.


Seyircisi çok ateşli
Fenerbahçe'nin UEFA Avrupa Ligi Play-Off turunda eşleştiği rakibi PAOK, 1926 yılında kurulan, özellikle ateşli seyircisiyle bilinen Yunan Ligi takımlarından. Maçlarını Thessaloniki şehrindeki 28 bin 701 kişilik Toumba Stadı'nda oynayan PAOK, tarihi boyunca iki kez Yunanistan Birinci Ligi şampiyonluğu, dört kez de Yunanistan Kupası sevinci yaşamış, Avrupa'da ise kayda değer herhangi bir başarı gösterememiştir.

UEFA sıralamasında 143. sırada
Teknik direktörlüğünü Yunan Pavlos Dermitzakis'in yaptığı ekip, geçen sezon ligi 62 puan 25 averajla üçüncü sırada bitirmişti. Şampiyonlar Ligi 3. Ön Eleme Turu'nda Hollanda'nın Ajax takımı karşısında ilk maçta deplasmanda 1-1 berabere kalan PAOK, rövanşta kendi sahasında 3-3 berabere kalarak elendi ve UEFA Avrupa Ligi Play-Off turunda mücadele etme hakkı kazandı. UEFA takım sıralamasında 143. sırada bulunan PAOK'un kaptanlığını kalecileri Kostas Chalkias yaparken, Yunan ekibinin kadrosundaki Bosnalı Zlatan Muslimovic dikkat çekiyor.

TURU RAHAT GEÇERİZ
Fenerbahçe Asbaşkanı İlhan Ekşioğlu, UEFA Avrupa Ligi Play-Off turunda Yunanistan'ın PAOK takımıyla eşleşmelerini değerlendirirken, "Beklediğimiz mücadeleyi gösterirsek, bizim için rahat bir tur olacak ve gruplara kalacağız" dedi.

İsviçre'nin Nyon kentindeki UEFA merkezinde gerçekleştirilen UEFA Avrupa Ligi play-off turu kura çekiminde Fenerbahçe'yi temsil eden İlhan Ekşioğlu, FBTV'ye yaptığı açıklamada, "Kura hayırlı olsun. Rakip kim olursa olsun, sahadaki futbolcular gerekli mücadeleyi göstermedikten sonra bir şey fark etmiyor. Beklediğimiz mücadeleyi gösterirsek, bizim için rahat bir tur olacak ve gruplara kalacağız. İlk maçın deplasmanda olması avantajlı olarak gözüküyor. Tabii tüm bunlar kağıt üzerinde gözüken şeyler ama esas olan sahadaki mücadele" diye konuştu.

Yunan ekibin kadrosunda şu futbolcular bulunuyor:
Kaleciler: Kresic, Glykos, Chalkias
Savunma: Boussaidi, Cirillo, Malezas, Contreras, Sznaucner, Savini, Zuela
Orta saha: Garcia, Vitolo, Sorlin, Fotakis, Koutsianikoulis, Ivic
Forvet: Salpingidis, Muslimovic, Sakis Papazoglou, Vieirinha, Filomeno, Athanasiadis

5 Ağustos 2010 Perşembe

Muhtemel şube müdürlüğü sınavı kapsamı

öyle öyle birçoğumuz giremiyoruz ama eminim ki şartları uyan arkadaşlar var az da olsa...

sınav konuları müdürlük sınav konuları ile paralel...genel olarak sıralarsak;

1.RESMİ YAZIŞMA KURALLARI

2.YÖNETİMDE İNSAN İLİŞKİLERİ

3.ATATÜRK İLKE VE İNK. VE İNK TARİHİ

4.HALKLA İLİŞKİLER

5.ETİK KONULARI

6.OKUL YÖNETİMİ

7.TÜRK İDARE SİSTEMİ

8.OKUL GELİŞTİRME

9.PROTOKOL KURALLARI

10.ANAYAS

11.GENEL KÜLTÜR

12.OKUL YÖNETİMİ

13.TÜRKÇE

olacaktır diye tahmin ediyorum...

Şube Müdürlüğü Sınav Süreci

Şube Müdürlüğü ve Unvan Değişikliği Sınav Süreci Ekim’de Başlatılacak
Şube Müdürlüğü ve Unvan Değişikliği Sınav Süreci Ekim’de Başlatılacak

Milli Eğitim Bakanlığı, Kurum İdari Kurulu Ekim 2009 top- lantısında mutabakata vardığı- mız “Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı şube müdürlüğü için görevde yükselme duyurusu yapılması için çalışmaların başlatılması” konusundaki ça- lışmayı tamamlayarak, Eylül-Ekim aylarında şube müdürleri için görevde yükselme sınavı yapılmasının planlandığını açıkladı.


Bakanlıktan sendikamıza gönderilen yazıda şöyle denildi: “Bilindiği üzere, 12/03/2010 tarihli ve 27519 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelikte değişiklik yapılmış olup, bütün kamu kurumlarının görevde yükselme ve unvan değişikliğine ilişkin yönetmeliklerini yukarıda anılan yönetmeliğe uyarlaması gerektiğinden, Bakanlığımızca da Millî Eğitim Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliğinde gerekli düzenleme yapılarak Devlet Personel Başkanlığı’na gönderilmiş ve anılan yönetmelik Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu yönetmelik kapsamında Eylül-Ekim aylarında şube müdürleri için görevde yükselme sınavı yapılması planlanmıştır.”



Kurum İdari Kurulu Ekim 2009 toplantısında mutabakata vararak, imza altına aldığımız konulardan biri olan “Bakanlık kadrolarında görev yapan tekniker, teknisyen, mimar ve mühendis kadroları için ihtiyaç durumu da dikkate alınarak unvan değişikliği sınavının yapılması çalışmalarının başlatılması” ile ilgili takvim de netleşti.



Bakanlıktan konuyla ilgili sendikamıza gönderilen yazıda şu ifadelere yer verildi:

“Personel Genel Müdürlüğü’nce 2010 yılı içerisinde belirlenen takvim doğrultusunda, Yardımcı Hizmetler Sınıfı kadrosunda çalışan personelin görevde yükselme suretiyle memur kadrolarına atanmaları, ‘Özürlülerin Devlet Memurluğuna Alınma Şartları ile Yapılacak Yarışma Sınavları Hakkında Yönetmelik’ gereği personel alımı ile 3413 sayılı Kanun gereği Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından bakılan ve yetiştirilen çocukların istihdamına yönelik iş ve işlemler başlatılmıştır. Bu hususlara yönelik iş ve işlemler tamamlandıktan sonra; tekniker, teknisyen, mimar ve mühendis kadroları için unvan değişikliği sınavına ilişkin çalışmaların Ekim ayı itibariyle başlatılması planlanmaktadır.”

Ders dağılımı nasıl yapılır? Ders yükü nasıl hesaplanır?

Ders dağılımı nasıl yapılır? Ders yükü nasıl hesaplanır?
5 Şubat 2007 00:03

--------------------------------------------------------------------------------
Ders dağılımı nasıl yapılır, Ders yükü nasıl hesaplanır?

Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda ders yükünün nasıl hesaplanacağı ve ders dağılımının nasıl yapılacağı hususu önemli bir konudur. Bu konuya ilişkin düzenleme 2002/79 sayılı genelge ile 06/01/2004 tarih ve 1762 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün yazılarında açıklığa kavuşturulmuştur. Konuya ilişkin dosyamız için başlığa tıklayınız.

Bu konuyu düzenleyen mevzuat;

1-Personel Genel Müdürlüğü’nün 06/01/2004 tarih 1762 sayılı Norm Kadro Uygulaması konulu yazıları ile.

2-Personel Genel Müdürlüğü’nün 01/10/2002 tarih 92492 sayılı 2002/79 nolu Norm Kadro Uygulaması konulu genelgedir.

Ders dağılımı nasıl yapılır?

Bu mevzuat hükümlerine göre okuldaki ders yükü;

Herhangi bir nedenle istihdam alanı daralan öğretmenler ile görevli oldukları okullarda norm kadro esasları çerçevesinde öğretmen norm kadro sayısının azalması üzerine hizmet puanı üstünlüğüne göre yapılacak değerlendirme sonucunda norm kadro fazlası olarak belirlenen öğretmenler, görevli oldukları okullarda norm kadro fazlası olarak görevlerine devam ederler. Bu kapsamda öğretmen fazlalığı bulunan eğitim kurumlarına, norm kadro fazlası öğretmenler bu eğitim kurumlarının norm kadrolarıyla ilişkilendirilinceye kadar öğretmen fazlalığının bulunduğu alanda öğretmen ataması yapılmaz ve ders dağılımı, mevcut norm kadrolarla ilişkilendirilen öğretmenler ile norm fazlası öğretmenler arasında ders bütünlüğü dikkate alınarak eşit şekilde dağıtılır.” hükümlerine göre ders dağılımı, mevcut norm kadrolarla ilişkilendirilen öğretmenler ile norm fazlası öğretmenler arasında ders bütünlüğü dikkate alınarak eşit şekilde dağıtılır.

Personel Genel Müdürlüğü’nün 06.01.2004 tarih 1762 sayılı Norm Kadro Uygulaması konulu yazıları ile Personel Genel Müdürlüğü’nün 01/10/2002 tarih 92492 sayılı2002/79 nolu Norm Kadro Uygulaması konulu genelge açıklamalarına göre;g

Ders yükü nasıl hesaplanır?

1. Öğretmenlerin, öğrenci sosyal ve kişilik hizmetleri kapsamında yaptıkları görevler: "Öğrenci Sosyal ve Kişilik Hizmetleri" karşılığı ek ders saati sayısı (2 saat) ile çarpımı sonucunda bulunacak değer eklenecektir. Bu değerin branşlara göre paylaştırılmasında, her branştaki haftalık ders saati sayısı dikkate alınacaktır.

2. Bölüm, atölye ve laboratuar şeflerinin atölyelerdeki makine ve teçhizatın bakımı onarımı ve öğretime hazır halde bulundurulması kapsamında yaptıkları görevler: Atölye ve laboratuar öğretmeni norm kadrosuna esas alınacak ders yükünün hesabında, ilgili alandaki haftalık ders saati sayısına her bölüm için 10 saat, her atölye için 6 saat daha ilave edilecektir.

3. Mesleki ve teknik öğretim kurumlarında ilgili meslek alanındaki öğretmen norm kadrosunun belirlemesine esas alınan haftalık ders yüküne; o okul veya kurumda "İşletmelerde Meslek Eğitimi" adıyla gösterilen derslerin de eklenmesi gerekmektedir.

"İşletmelerde Meslek Eğitimine" ilişkin haftalık ders yükü; ek dersle ilgili kararın 15 inci maddesi ile Mesleki Teknik Eğitim Yönetmeliğin 267 nci maddesinin (c) ve (d) fıkraları hükümlerine göre hesaplanacaktır.

4.Talim Terbiye Kurulu Kararlarına göre o branş için aylık karşılığı okutulması gereken dersler, birlikte dikkate alınacaktır.

MEB'in 2002/79 sayılı genelgesi

MEB'den 'Belletici öğretmenlik' Konulu Yazı

MEB'den 'Belletici öğretmenlik' Konulu Yazı
Yatılı ilköğretim bölge okullarında, ders saatleri dışında öğrencilerin beslenme ve barınma hizmetlerinin yürütülmesini sağlamak, eğitimleri ile ilgilenmek, ders çalışma saatlerinde karşılaştıkları güçlüklerin çözümüne yardımcı olmak amacıyla "belletici öğretmen" görevlendirmesi yapılmaktadır. Bu öğretmenlerin görevlendirilmesi ile ilgili MEB İlköğretim Genel Müdürlüğü “belletici öğretmenlik konulu” 27 Haziran 2007 tarih ve 11296 sayılı yazı yayınlamıştır. Ayrıntılar için tıklayınız
29 Haziran 2007 08:12

--------------------------------------------------------------------------------

Belletici öğretmenlik konusu

Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’'in 74. maddesi ve Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Pansiyonları Yönetmeliği'in 10. maddesinde belirtilen esas ve usuller doğrultusunda görevlendirilen belletici öğretmenlere ödenecek ücretler, Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici ve Öğretmenlerin Ders ve Ek Ders Saatlerine İlişkin kararın 13. maddesi ile belirlenmiştir.


Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinin "Belletici Öğretmen" başlıklı 74'üncü maddesinde "Yatılı öğrencilerin ders saatleri dışında eğitimleri ile ilgilenmek, öğrencilerin çalışma zamanı ve çalışma yerlerinde, etütlerde ders çalışmalarını sağlamak ve çalışmaları sırasında karşılaştıkları güçlüklerin çözümüne yardımcı olmak üzere, okulun sınıf öğretmenleri ile branş öğretmenleri veya ilköğretim ve orta öğretim kurumlarında öğretmenlik yapanlar arasından okul müdürünün önerisi, millî eğitim müdürünün uygun görmesi ve mülkî amirin onayı ile belletici öğretmenler görevlendirilir.
Belletici öğretmenler, görevlerinden dolayı ilgili müdür yardımcısına, müdür başyardımcısına ve okul müdürüne karşı sorumludurlar.
Belletici öğretmenler, haftada en çok üç gün nöbet tutarlar. Nöbetçi belletici öğretmenler, gece yatakhanede yatarlar. Diğer belletici öğretmenler de okul yönetimince uygun görülmesi hâlinde yatakhanede kalabilirler.” hükmü

Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Pansiyonları Yönetmeliğinin 10'uncu maddesinde "Yatılı ve pansiyonlu okullarda; öğrencilerin yeme, yatma, dinlenme, eğitim, öğretim, etüd çalışmaları ve benzeri hizmetlerinin yürütülmesinde belletici görevlendirilir. Belleticiler, okulda görevli öğretmenlerden, yeterli sayıda öğretmen olmaması halinde aynı yerleşim yerindeki diğer eğitim kurumlarında görevli öğretmenler arasından istekli olanlara öncelik verilerek okul müdürünün teklifi ve milli eğitim müdürünün onayı ile görevlendirilir.
Bir günde;
1 -Özel eğitim okullarında 25 öğrenciye kadar 1, 25-50 öğrenciye kadar 2. 50 ve daha fazla öğrenci için 3,
2-Diğer okullarda 50 öğrenciye kadar 1, 50-100 öğrenciye kadar 2, 100 ve daha fazla öğrenci için 3,
belletici görevlendirilmesi esastır.
Belleticiler, görevlerinden dolayı ilgili müdür yardımcısına karşı sorumlu olup okul yönetimince hazırlanacak nöbet çizelgesine göre nöbet tutmakla yükümlüdürler. Erkek öğrencilerin kaldıkları pansiyonlarda erkek, kız öğrencilerin kaldıkları pansiyonlarda bayan, kız ve erkek öğrencilerin birlikte kaldığı pansiyonlarda ise aynı anda hem erkek hem bayan belletici görevlendirilmesine özen gösterilir. Belletici öğretmenlerden nöbet tutacaklar okul yönetimince belirlenir. Nöbet 24 saat sürer. Nöbetçi belleticiler gece pansiyonda kalırlar. Diğer belleticiler ise olanaklar ölçüsünde isterlerse pansiyonda kalabilirler. Bayan belletici öğretmenlere, istemeleri halinde hamilelik süresi içinde ve doğum sonrasında bir yıl süreyle nöbet görevi verilmez.
Belleticilerin nöbetçi olduğu günlerdeki başlıca görevleri şunlardır:
a. Pansiyonlarda kalan öğrencilerin ders saatleri dışında eğitimleri ile ilgilenmek,
b. Öğrencilerin çalışma zaman ve yerlerinde, etüdlerde sessizce ders çalışmalarını sağlamak ve gerektiğinde onların çalışma sırasında derslerde karşılaştıkları güçlüklerin çözümüne yardımcı olmak,
c. Öğrencilerin günlük vakit çizelgelerini uygulamak ve gece bekçilerini kontrol ederek gereken direktifleri vermek,
d. Yemekhane ve yatakhanelerde öğrencilerin başında bulunarak vaktinde yatıp kalkmalarını, düzenli bir şekilde yemek yemelerini sağlamak,
e. Çamaşır yıkama ve banyo işlerinin zamanında ve düzenli olarak yapılmasını sağlamak,
f. Etüd aralarında öğrencileri gözetimi altında bulundurmak,
g. Etüdlerde yoklama yapmak, yoklama pusulalarını ilgili müdür yardımcısına vermek,
h. Hastalanan öğrencilerin durumunu nöbetçi öğretmen ve idarecilere bildirmek,
i. Pansiyonla ilgili hizmetlerin okul idaresince tesbit olunan iç yönerge hükümlerine göre yürütülmesini sağlamak,
j. Pansiyona gelen ve gidenlerin kim olduklarını öğrenip, durumları ile ilgilenmek,
k. Pansiyon eşyasının meydanda kalmamasına dikkat etmek, ilgililerin haberi olmadan eşyanın okul dışına çıkarılmasını önlemek,
l. Pansiyon nöbet defterine nöbeti ile ilgili hususları yazmak,
m. Gündelik yiyeceklerin tartılarak ambardan tabelaya göre çıkarılmasında, dışarıdan gelen yiyeceklerin muayenesinde hazır bulunmak
n. Önemli disiplin olaylarında durumu okul idaresine zamanında duyurmak ve kendisine verilen diğer görevleri yapmak.” hükmü

Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici ve Öğretmenlerin Ders ve Ek Ders Saatlerine İlişkin kararın "Belleticilik görevi" başlıklı 13'üncü maddesinde ise "(1) Yatılı ve pansiyonlu okullarda öğrencilerin yeme, yatma, dinlenme, eğitim-öğretim ve benzeri hizmetlerinin yürütülmesinde belletici olarak görevlendirilen öğretmenlere her belleticilik görevi için 4 saat ek ders ücreti ödenir. Bunlardan 24 saat süreyle nöbet tutanlara ilave olarak 2 saat daha ek ders ücreti ödenir. Ancak, bir günde 3’ten fazla belletici görevlendirilemez ve bunlara ayda ödenecek ek ders ücreti 48 saati geçemez.
Vekâleten atananlar dâhil yöneticilere, ek ders ücreti karşılığı belleticilik görevi verilmez.” hükmü yer almaktadır.


Bu hükümler ışığında MEB İlköğretim Genel Müdürlüğünün “belletici öğretmenlik konulu” 27 Haziran 2007 tarih ve 11296 sayılı yazılarında aşağıdaki açıklamalar yapılmıştır.

1-Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Pansiyonları Yönetmeliği'in 10. maddesinde yer alan "...istekli olanlara öncelik verilerek..." ifadesi, okulda görevli öğretmenler için değil, aynı yerleşim yerindeki diğer eğitim kurumlarında görevli öğretmenler için dikkate alınarak görevlendirme yapılacaktır.


2-Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği'in 74. maddesindeki "...okulun sınıf öğretmenleri ile branş öğretmenleri veya ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında öğretmenlik yapanlar arasından..." ifadesi ile Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Pansiyonları Yönetmeliği'in 10. maddesinde yer alan "...okulda görevli öğretmenlerden..." ifadesinden, tüm branşlardaki öğretmenler anlaşılacak ve ana sınıfı öğretmenleri ile rehber öğretmenlere de belleticilik görevi verilecektir.

3-Bakanlığımızca, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4/B maddesi doğrultusunda görevlendirilen sözleşmeli öğretmenlere belleticilik görevi verilir.

4-Kaymakamlık veya valiliklerce İlgi (c) Karar'ın 9/2 maddesi doğrultusunda görevlendirilen ücretli öğretmenlere belleticilik görevi verilmez.

5-Asker öğretmenlere belleticilik görevi verilir ancak karşılığında ek ders ücreti ödenmez


MEB İlköğretim Genel Müdürlüğünün “belletici öğretmenlik konulu” 27 Haziran 2007 tarih ve 11296 sayılı yazı için tıklayınız.

Meşhur Bilderberg toplantısına bu yıl hangi Türkler katılıyor

  Dışarıya tamamen kapalı bu kulüp, komplo teorisyenlerinin de sıkça beslendiği bir yer olma özelliğini taşıyor. Bu yıl, organizasyona 23 ül...