2 Ağustos 2017 Çarşamba

Türkiye’nin Kara Kutusu: “Lozan Antlaşması”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Eylül 2016 tarihinde Beştepe'de muhtarlarla buluşma toplantısında yaptığı konuşmada tarihi bir tartışmayı tekrar gündeme taşımıştı. Erdoğan konuşmasında, “1920'de Sevr'i gösterdiler, 1923'te bizi Lozan'a ikna ettiler. Ege'de, bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'da Yunan'a verdik. Birileri de Lozan'ı ‘zafer' diye yutturmaya çalıştı. Zafer mi bu? Lozan'da masaya oturanlar o anlaşmanın hakkını veremediler. Onlar veremedikleri için şimdi biz sıkıntı yaşıyoruz"[1]  diyerek resmî tarih tezlerinin aksine Lozan Antlaşması'nın “zafer" olarak değerlendirilemeyeceğini en üst perdeden dile getirmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Lozan Antlaşması'nı gündeme getirmesinin zamanlaması dikkat çekiciydi. Cumhurbaşkanı'nın bu hamlesinin 15 Temmuz darbe girişimi sorası gelişmelerle bağlantısı söz konusudur. Zira darbe girişimi sonrası Türkiye'nin ABD başta olmak üzere Batı ile ilişkileri gergin bir seyir izlemeye başlamıştır. Türkiye'nin o süreçte başlayan Musul[2] operasyonunda aktif rol alma girişimleri de göz önünde bulundurulduğunda, Erdoğan'ın Lozan çıkışının özellikle hangi mihraklara yönelik gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Lozan çıkışının, içerideki “ulusalcı" kesimlere “yeni dönemin kendileri tarafından domine edilmeyeceği" mesajını da içerdiği söylenebilir. Aradan geçen yaklaşık on aylık sürede Türkiye, Musul operasyonlarında aktif rol alamadığı gibi “ulusalcı" kesimlerin 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında başta ordu olmak üzere önemli devlet kurumlarında yeniden örgütlendikleri iddiaları da gündemdeki yerini korumaktadır. Dolayısıyla Musul operasyonunu gerçekleştiren uluslararası koalisyon Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Lozan'la ilgili itirazını dikkate almamıştır. Lozan'ı sahiplenen “ulusalcı" kesimin Cumhurbaşkanı'nın itirazları ile ilgili sert eleştirileri ise bu kesimin Lozan'ı, laikliğin ve kendilerinin sistem içindeki konumları ile doğrudan ilişkilendirmelerinden kaynaklanmaktadır.[3]
Lozan Antlaşmasının gerçek mahiyetinin ne olduğu, daha açık bir ifadeyle “zafer mi, yoksa hezimet mi?" olduğu, kamuoyunda uzun yıllardan beri tartışılan bir husustur. Lozan Antlaşmasının, “Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu mu, yoksa Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışını mı ilan ettiği; Türkiye'nin sadece coğrafi sınırlarını mı çizdiği, yoksa siyasi yapısına da müdahale ederek rejimin karakterini de mi belirlediği"[4] soruları önem arz etmektedir.
Resmî tarih anlatımına göre Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lausanne (Lozan) şehrinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) temsilcileriyle[5] başta itilaf devletleri olmak üzere birçok gözlemci ülkenin katıldığı, uzun süren görüşmeler sonrasında imzalanan barış antlaşmasıdır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin var oluşunun tapusu ve bağımsızlığının tescillenmesidir.
Lozan antlaşmasının orijinal metni, ekleri ve Fransızca karşılığıyla 357 sayfadır. Bunun yanı sıra “gizli" maddelerin de olduğuna dair iddialar bulunmaktadır. “Gizli" olduğu ifade edilen bölümler bir yana, elimize ulaşan gerçek metin dahi uzun bir dönem saklı tutulmaya çalışılmıştır. Antlaşma metni, yaklaşık 55 yıllık bir süre zarfında siyasiler, akademisyenler hatta Dışişleri Bakanlığı'na mensup bürokratlar tarafından bile tetkik edilememiştir.
Uluslararası Antlaşmalar Hukukuna göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesi niteliğinde olan Lozan Antlaşmasının balmumu mühürlü nüshası, Fransa Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde bulunmaktadır. Fransız Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanıp tasdiklenen resmî kopyalar ise ilgili devletlere dağıtılmıştır. Söz konusu nüshalardan biri de Türkiye'ye verilmiş, ancak nüsha Dışişleri Bakanlığı'nın mahzenlerine atılmıştır. Antlaşma metni ancak 1978'de, Dışişleri Bakanlığı Arşiv Dairesi Başkanı Kemal Girgin tarafından kurulan özel bir ekip tarafından bulunabilmiştir. Girgin, metnin bulunması hususunda, “Kasaları açamadığımız için MİT'ten uzman istedik. Kasaların bir kısmı MİT mensupları tarafından maymuncukla açıldı. Son bir kasa kaldı. Onu maymuncukla açmak mümkün olmadığı için oksijen kaynağı ile açtılar. Kasa açılınca hepimizi şaşırtan bir şey oldu. Kasanın içinde, Lozan Antlaşması'nın orijinal metni (orijinalden tasdikli) duruyordu" demiştir.[6] 
Lozan Antlaşmasının maddeleri, 1978 yılından sonra da kamuoyuna açıklanmamış, ancak Ali Babacan'ın 2003'te Dışişleri Bakanı olmasıyla tam olarak yayımlanmıştır.  Dolayısıyla o tarihe kadar Lozan Antlaşması hakkında kitap ve makaleler yazan kimseler bile antlaşma metnini görmemişlerdir.

Lozan Antlaşmasının üç temel bölümden oluştuğunu söylemek mümkündür:
  • Azınlık hakları ve dolayısıyla Batılı güçlerin Türkiye üzerindeki vesayeti ile ilgili maddeler,
  • Duyûn-u Umûmiye ile ilgili maddeler,
  • Türkiye sınırlarını belirleyen maddeler.
Antlaşmada, Osmanlı Devleti'nin terk etmek durumunda kaldığı topraklarla ilgili bir bölüm bulunmamaktadır. Batılı güçler, sadece Anadolu'da kurulacak yeni devleti “denetim altında tutup sınırlandıracak" bir antlaşma metni oluşturmuşlardır. Daha açık bir ifadeyle Lozan Antlaşması, Batı'nın Türkiye'nin siyasî sistemi ve coğrafî sınırları üzerindeki “vesayetini" tescilleyen bir antlaşmadır. Bu açıdan, Türkiye'nin iç ve dış politik duruşunu da derinden etkilemiştir. TBMM[7], bu antlaşmaya kadar içeride İslâmî kesimlerle; dışarıda Türk dünyasından Azerbaycan; İslâm dünyasından ise Libya muhalefeti gibi güçlerle sıcak ilişkilere sahip olmasına rağmen antlaşma sonrası “içe kapanık" bir tutum sergilemiştir.
Lozan Antlaşması ile Türkiye, “laik bir ulus-devlet" formatına bürünmüştür. Lozan'dan önce Türkiye'nin iki aslî kurucu unsuru Türkler ve Kürtler iken Lozan'dan sonra ulus-devlet anlayışı gereğince Kürtler paydaşlıktan çıkarılmıştır. Diğer yandan hilafet kurumunun faaliyetlerine son verilerek dışarıda Müslüman dünyayla bağlar koparılmış ve Batı karşısında İslâm dünyasının siyasi birliktelik tesis etme ihtimali engellenmeye çalışılmıştır. İçeride ise İslâm, devlet mekanizmasının dışına itilmiş; toplumsal hayatın bütün unsurları laik bir dünya görüşü çerçevesinde şekillendirilmiştir. Ayrıca Lozan Antlaşması'nda önemli bir yer tutan “azınlıklar" ile ilgili, Anayasa ile dahi değiştirilemeyecek maddeler -37'nci maddeden 44'üncü maddeye kadar-, Türkiye'nin iç işlerine karışma yolunu açmış, yasa yapma hakkını sınırlamış ve laik bir hukuk sistemini tartışılmaz olarak dayatmıştır.[8]
Lozan Antlaşması'nın ne zamana kadar geçerliliğini koruyacağı da önemli bir tartışma konusudur. Bazı kimseler antlaşmanın, “yüz yıl" geçerli olacak şekilde akdedildiğini söylemekte ise de; Lozan'ın ne zamana kadar yürürlükte kalacağı antlaşma metninde hüküm altına alınmamıştır. Ayrıca uluslararası hukukta milletlerarası antlaşmaların, süresi nihayete erse bile uluslararası örf ve adet hukuku haline geldiği ve böylece tarafları bağladığı ilkesel olarak kabul edilmektedir. Bu çerçevede, Lozan Antlaşması'nın geçerlilik süresinin “2023 yılında"[9]kendiliğinden sona ermesi mümkün görünmemektedir. Buna mukabil 1936 Montrö Antlaşması ve 1938 Hatay'ın ilhakı gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda, kritik süreçlerde “fiilî" durumların oluşturulabildiği görülmektedir.
Sonuç olarak, devletin en üst mercii olan Cumhurbaşkanı tarafından “Türkiye'nin kara kutusu" olarak nitelendirilebilecek Lozan Antlaşması'nın tartışmaya açılması önem arz etmekteydi. Tartışmanın, uluslararası güçleri ve içerideki “ulusalcı" kesimleri oldukça tedirgin ettiği görülmektedir. Bu tedirginliğin esas nedeni, Türkiye'nin kendisine biçilen rollerin dışına çıkarak inisiyatif alma girişimlerinde bulunmasıdır. Ayrıca bir ülkenin kuruluş antlaşmasının neden uzun yıllar mahzenlerde anahtarı olmayan kasalar içerisinde tutulduğu ve daha sonra bulunduğu halde içeriğinin neden kamuoyuna açıklanmadığı merak konusudur. Lozan ile ilgili tartışmaların üzerinden 94 yıl geçmiş olmasına rağmen devam etmesinin önemli bir sebebi de antlaşmanın öneminin yanı sıra söz konusu “gizemi"nin hâlâ çözülmemiş olmasıdır.
Lozan'ın gizeminin çözülmesi ile kalınmamalı; Lozan'ın Türkiye siyasetine getirdiği kısıtlama tartışmaya açılarak antlaşmanın özünün açığa çıkması sağlanmalı, bununla birlikte antlaşmanın dış politikada sahadaki karşılığının ne olduğu ve bunun nasıl değiştirilebileceği yeniden değerlendirilmelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Meşhur Bilderberg toplantısına bu yıl hangi Türkler katılıyor

  Dışarıya tamamen kapalı bu kulüp, komplo teorisyenlerinin de sıkça beslendiği bir yer olma özelliğini taşıyor. Bu yıl, organizasyona 23 ül...