28 Haziran 2011 Salı

27 haziran 2011

BUGÜN İLK DEFA  SAKARYA İLKÖĞRETİMDE BULUNDUM. YENİ BİR TAT . SINIFLAR BİRAZ KÜÇÜK GİBİ ESKİ OKULU GÖRÜNCE BİRAZ AFALLAYACAK GİBİYİM. ÖĞRETMENLER İSE MALUM MERKEZİ OKUL OLUNCA (BENDE BİR İHTİMAL AYNI OLACAĞIM)  10 YIL ÜZERİ BU OKULDA BULUNAN ÖĞRETMENLER. GÜZEL BİR ORTAMLARI VAR GİBİ . ALLAH HAKKIMIZDA HAYIRLISINI VERİR İNŞ.
     
       BUGÜN YAZ TATİLİNE BAŞLADIM. EVDE ÇOCUKLARIMLA KALDIM. YARIN MİSAFİRLER -YUSUF HOCAGİL-  GELECEK İNŞ. HAFTA SONU İSE BADANA İŞLERİ VAR. YATAK ODASINI FALAN İLAÇLAMASINI YAPTIK.

       İBRAHİM ETHEM 1 AYLIK OLDU  BIDIK KAFASINI SÜREKLİ YAN ÇEVİRİYOR. İCLAL BAKIMINI SEVEREK VE YÜKSÜNMEDEN YAPIYOR. DEVAM EDER İNŞ.  

Eğitimimizi Toplam Kalite Yönetimi (TKY) İle Dönüştürebilir miyiz?

TKY bir yönetim tekniği ve felsefesidir.
                  TKY, yeni bir eğitim sistemi inşa etmek için kullanılmaz.
                  TKY, bir kalite sistemidir. Sistem inşa etme aracı olmaktan çok, sistemlerin sağlıklı, etkin ve verimli çalışmasına yardımcı olur.
                  Peki, nerede ne kadar yardımcı olabilir?
Sistemin insandan kaynaklanan aksaklıklarının giderilmesine yardımcı olur.
                  Bunların hata içindeki toplam payı ne kadardır?
                  Dr. Deming'e göre % 6, Crosby'e göre de % 20'dir.
                  Diğer aksaklıkların ise sistemden kaynaklandığına inanılmaktadır.
                  Bu nedenledir ki TKY, kurulu bir sistemi iyileştirme aracı olarak kullanılır.
                   Bu iyileştirme de azami derecede % 20'dir.
                  İnsan elinin değdiği her sistemin olumlu yanı olduğu gibi olumsuz yanı da vardır. Tıpkı bir ilacın şifasının yanında yan (olumsuz) etkisinin oluşu gibi.
                  Ama buna rağmen yine de kullanmak zorunda kalıyoruz.
                  TKY'ye bu şekilde baksak bile yine de yararlı ve soluk aldırıcıdır.
Gönül isterdi ki, dünyanın şu anda konuştuğu, yer yer de uygulama alanına soktuğu ve TKY'yi de kullandığı YÖNETİŞİM tekniğini konuşmuş olalım.
                  Daha çok özverili ve paylaşımcı uygulamayı gerektiren yönetişimin ilkelerini de gözardı etmememizin  gereğine inanıyorum.
                  Belirtelim ki, her iki yönetim tekniği eğitim camiasında henüz yeterince anlaşılmış değildir.
                  On yıla yakındır uygulanmaya çalışılan TKY felsefesi ve tekniği öğretmen ve yöneticilerimiz için bir angarya olmaktan çıkarılmasının yolları aranmalıdır diye düşünüyoruz.
                  Her şeyden önce TKY'nin eğitim ve insan için ne anlama geldiği anlatılmalı ve eğitim çalışanları da bunu anlamaya çalışmalıdır. Aksi halde "havanda su dövmek" olur ki, kulakları sağır etmekten başka bir işe yaramaz.
                  TKY, yeterince anlaşılırsa eğitimimiz için bir soluk olacağına inanıyoruz.
                  TKY bir angarya olarak değil, gerçekten kaliteye ulaştırıcı bir yönetim tekniği olarak algılandığında hem eğitim çalışanları hem de müşteri konumundaki öğrenci, veli, çevre, iş dünyası ve hükümet memnun olacaktır.
                  Bunun yolu, TKY felsefe ve tekniğine uygun bir şekilde eğitim çalışanlarını eğitmektir. Bu işin, okullarda 3-5 kişinin sorumluluğu ile olabileceğine ihtimal vermek, TKY'yi hiç bilmemek ya da ona hiç inanmamak olur diye düşünüyoruz.
                  Çünkü TKY, tüm ilke ve süreçleriyle bir bütündür, parçalanamaz.Tıpkı İslamda "imanın"  bölünme kabul etmediği gibi.
                  Bu nedenledir ki, eğitim kurumunda ve sistemde çalışanlarının tamamı ( hizmetlisinden müdürüne , Milli Eğitim Müdürü'nden Bakanına kadar) TKY'nin felsefe ve tekniğine inanırsa ancak istenilen sonuç alınabilmektedir.
                  Henüz vaktimiz vardır. İdeolojik ve kişilik çıkar hesaplarından sıyrılarak bu konuya yaklaşılmalıdır. Çünkü burada asıl olan geleceğimizdir.
                  Kendimiz için "yarının" bir anlamı olmayabilir ama, milletimiz ve çocuklarımız söz konusu olduğunda bir anlamı vardır ve olmalıdır da…
                  Selam ve sevgi ile…

Uluslararası türkçe olimpiyatlarını izlerken

               Yurda nur veren
                  Canı can eden
                  Sen.
                  Solmayacaksın
                  Türkçem.
               Türkçe Olimpiyatlarını izlerken bu şiirim döküldü dilimden…
               Konuştuğumuz dilimiz, Türkçemiz; kimliğimiz, her şeyimiz…
               Hiç solmayacaktır Türkçemiz…
               Türkçe olimpiyatlarının bu yıl 9.su gerçekleştiriliyor…
               Geleneksel hale gelmiş!..
               Ne güzel!.
               Samsun  etkinliğine katılan 17 ülkeden 55 öğrencinin birbirinden güzel  renkli görüntülerini Yaşar Doğu Spor Salonu'nda alkışladım…
               Anadolu Türkülerini…
               Halk Oyunları gösterilerini…
               Şiirlerimizin yabancı dillerde söylenişlerini…
               Alkışlarken de dilimizin ulusallıktan evrenselliğe damgasını vurduğunu hissettim.
               Nasıl ki 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını her ülkeden çocukları davet  ederek  kutluyorsak;  bu bizim ulusal yansımamızın göstergesi  demektir!.
               Örneğin bir ağaç ulusalsa ve bu ağacın gölgesinden ve meyvesinden dünya insanlığı yararlanıyorsa bu ulusal olan ağaç evrenselleşiyor demektir.
               Dil zaten evrenseldir.
               Türkçemiz de öyledir.
               Konuşulan bir dünya dilidir…
               Dilimiz Olimpiyatları 8 kategoride gerçekleştirilmektedir.
               Bunlar:
               1-Şiir Yarışması.
               2- Şarkı Yarışması.
               3- Kompozisyon Yarışması.
                4-Sahne Oyunları Yarışması.
               5-Hikaye Yarışması.
               6- Resim Yarışması.
               7- Sunum Yarışması.
               8-Ülke Tanıtım Stantları Yarışmasıdır.
                 Bizim için önemli olan Atamızın dediği gibi dilimizi başka dillerin boyunduruğu altından çıkarmaktır.
                Türkiye'mize 130 ülkeden gelen konukları ağırlarken davetli ülke sayısının her geçen yıl artmakta olduğunu fark ettim!.
 Kültürümüzün yaygınlaşmasında, dilimizin diğer dünya ülkelerinin insanları tarafından konuşulmasına; dostluk ve barış köprülerinin kurulmasına katkı veren Türkçe  Olimpiyatlarının  genişleyerek gerçekleştirilmesi gerekir…
Türkçe Olimpiyatlarını sadece Spor Salonlarında, Kültür Merkezleri'nde  gerçekleştirmenin yanı sıra,  her ilimizde ve stadyumlarda da yaparak katılımın çok olmasını sağlamak gerekir.
Adı üstünde!.
                Türkçe Olimpiyatları bu.
               Türkçe Olimpiyatlarının Tertip Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet SAĞLAM hocamıza ne kadar teşekkür etsek azdır…
               Teşekkürler hocam…
               Tüm büyüklerimize, dostlarımıza, sanatçılarımıza, kardeşlerimize, işçilerimize, öğrencilerimize ve emeği geçen herkese binlerce teşekkürler…
               Evet!..
               Türkçe olimpiyatlarını izlerken şiirim döküldü dilimden…
Konuştuğumuz, yazdığımız dilimiz, Türkçemiz; her şeyimiz…
               Hiç solmayacaktır Türkçemiz…
               Türkiye'miz…

18 Haziran 2011 Cumartesi

Kütahya'da siyanür korkusu bitmiyor

Kütahya'da siyanür korkusu bitmiyor

Kütahya'daki siyanür karışan suyu kullandıktan sonra rahatsızlanan 7 kişiden biri olan 37 yaşındaki Kemal Korkmaz yeniden hastaneye kaldırıldı. Olay günü köyden alınan numunelerde ise normalden 221 kat fazla siyanür olduğu iddia edildi.


NTV
Güncelleme: 21:12 TSİ 17 Haziran. 2011 Cuma
KÜTAHYA - Kütahya'nın Dulkadir Köyü'nde siyanür karışan şebeke suyunu kullandıktan sonra rahatsızlanan 7 kişi hastanedeki tedavilerinin ardından taburcu olmuştu.
Bir akrabasının evindeki muslukları sökmeye çalışırken suya temas eden 37 yaşındaki Kemal Korkmaz da fenalaşınca hastaneye kadırıldı. Tedavisi tamamlandıktan sonra taburcu edilen Korkmaz, köyüne döndü. Ancak, mide bulantısı şikayeti başlayınca korkmaz yeniden Kütahya Evliya Çelebi Devlet Hastanesi’ne götürüldü.
Savcılığın başlattığı soruşturma ise sürüyor. Bilirkişi heyetinin hazırladığı raporun önümüzdeki hafta savcılığa verileceği bildirildi.

Şampiyon Fenerbahçe Ülker

Şampiyon Fenerbahçe Ülker

Beko Basketbol Ligi Final Serisi'nin 6. maçında Galatasaray Cafe Crown'u 91-88 yenerek seride durumu 4-2'ye getirdi ve şampiyonluğunu ilan etti.


NTV Spor
Güncelleme: 22:04 TSİ 17 Haziran. 2011 Cuma
İSTANBUL - Beko Basketbol Ligi Final Serisi'nin 6. maçında Galatasaray Cafe Crown'u 91-88 yenerek seride durumu 4-2'ye getirdi ve şampiyonluğunu ilan etti.
Sinan Erdem Spor Salonu'nda oynanan serinin 5. maçını, Shipp'in son saniyedeki mucize basketi ile kazanan Galatasaray Cafe Crown, bu maça da muhteşem seyirci desteği ile çok iyi başladı.
Ermal'in basketleriyle ilk dakikalarda etkili olan Galatasaray olurken, Fenerbahçe Ülker de Oğuz Savaş'ın pota altından bulduğu basketlerle karşılık verdi.

17 Haziran 2011 Cuma

Türkiye Ortadoğu ve Batı'ya Örnek

Türkiye Ortadoğu ve Batı'ya Örnek

Nasıl oldu da yıllarca Batılı ülkelere hayran olduktan, Arapların zenginliğine imrendikten sonra bugün Arapların, Yunanlıların, İspanyolların imrendiği bir ülke haline geldik?
Ahmet Altan/ Taraf
Örnek
Bugünlerde bizim gazeteye uğrayan her yabancı gazeteci aynı soruyu soruyor.
“Türkiye, Arap baharı yaşayan ülkelere örnek olur mu?”
Bence sadece Arap ülkelerine değil, bazı Batılı ülkelere de örnek olabilir.
Hemen yanı başımızdaki Yunanistan’a baksanıza...
Onlara kıyasla Türkiye cennet gibi gözüküyor.
Bu, nasıl oldu?
Nasıl oldu da yıllarca Batılı ülkelere hayran olduktan, Arapların zenginliğine imrendikten sonra bugün çeşitli sıkıntılar yaşayan Arapların, Yunanlıların, İspanyolların, Portekizlilerin, Macarların imrendiği bir ülke haline geldik?
Sanırım, cevap, heykeltıraş Rodin’in o ünlü lafında gizli:

“Taşın fazlasını attım, heykel ortaya çıktı.”
Türkiye, “taşın fazlasını” atıyor.
Koca bir imparatorluğun mirasçısı, yetmiş milyonluk bir ülke yıllarca saçma sapan baskıların, yanlış kavgaların altında ezildi.
Dininden korktu.
İnsanından korktu.
Irkından korktu.
Fikrinden korktu.
Askerî vesayet, herkesi bastırdı, paraları istediği gibi dağıtıp çarçur etti.
Toplum, enerjisini, diniyle, farklı ırktan insanlarıyla çatışarak harcadı.

“Taşın fazlası”, içindeki asıl yapının ortaya çıkmasını engelledi.
Şimdi bir barışma dönemine girdik.
Önce dinimizle barışıyoruz.
Dindar muhafazakârlar zenginleşiyor, onların temsilcisi olan dindar insanlar dokuz yıldır ülkeyi yönetiyor, Kemalistlerin çok korktuğu, bir hayalet gibi hayatımızın içinde gezdirdiği “şeriat” gelmiyor.
Yaşanılanlar sonucunda din korkusu bitiyor.
Son seçimlerde, “laiklik, şeriatçılık” kavgası gündeme gelmedi bile, bu kavgaların anlamsızlığı ortak bir kabul gördü.
Dinle barışmak için önemli bir adım attık.
Askerî vesayet de geriletiliyor.
Askerlerin müttefiki olan “devlet zenginlerine” para dağıtılmıyor.
O para, hizmete harcanıyor.
Hastaneler, yollar, hızlı trenler, havaalanları, barajlar, okullar yapılıyor.
Milli gelir artıyor, on bin doları geçiyor.
Önceki gün, bir Kürt siyasetçisi Kadıköy’de inanılmaz sertlikte bir konuşma yapıyor, Türkleri tehdit ediyordu, “aklınızı başınıza alın, savaşırız, mahvederiz,” türünden bir şeyler söylüyordu, sesi her yanda çınlıyordu, gidip pencereden dışarı baktım, irkilen, öfkelenen, söylenen kimse yoktu, herkes sakin sakin hayatına devam ediyordu.

“Zenginlik” diye düşündüm, “toplumları olgunlaştırıyor”.
Eğer böyle bir konuşma, Türkiye’de milli gelirin iki bin dolar olduğu günlerde yapılsaydı Kadıköy’de kan gövdeyi götürürdü, insanlar, kendi hayatlarındaki eksikliği öfkeyle kapatmak için saldırırlardı.
Belli ki dinden sonra “ırkla” olan kavgamızı da bitirmeye hazırlanıyoruz.
Federasyon çok açıkça tartışılıyor.
Anadilde eğitimin bir hak olduğu kabul görüyor.

“Bölünme korkusu” çoktan yerini “birlikte nasıl iyi bir şekilde yaşarız” sorusuna bırakmış.

Kürt politikacılar henüz acemiler, katılar, otuz yıllık bir acıdan sonra bir barış dili tutturmakta zorlanıyorlar ama çözüme doğru yürüdükçe onların da dili değişecektir, hayatın sadece tehdit üzerine kurulmayacağını kavrayacaklardır.
Yeni anayasa, ırk sorununu bir daha geri gelmeyecek biçimde çözecek herhalde.
Belki özerk eyaletler dönemine geçeceğiz, belki federasyon kuracağız ama Kürtler bu toplumda hakları olanı alacaklar, bu Türkiye’yi daha da ileri sıçratacak.
Bunun olumlu işaretleri var, AKP’nin yeni milletvekillerinden bir hukukçunun yeni anayasayla ilgili verdiği ipuçlarını bugün bizim gazetede okuduğunuzda, çözümün pek uzakta olmadığını düşünüyorsunuz.

“Temel hak ve özgürlükleri” anayasasının ana direği yapmış bir ülke çok rahatlayacaktır, savaşa giden enerji ve para barışa gidecek, insanlar daha rahat yaşayacak, çocuklar daha iyi eğitilecek.

Türkiye’nin elbette çok sorunu var ama şimdi bu sorunları “tek tek” konuşma aşamasına geçiyoruz, “askerî vesayet” gibi, “din” gibi, “ırk” gibi büyük başlıklı sorunları çözdükten sonra diğer sorunları teker teker çözme imkânına kavuşuyoruz.
En zorunu yaptı, taşın fazlasını attı Türkiye.
Şimdi sıra, küçük, usul darbelerle kıvrımları, çizgileri daha düzgün, daha parlak hale getirmekte.

2010'da Evlenen Azaldı Boşanan Arttı

2010'da Evlenen Azaldı Boşanan Arttı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2010 yılına ilişkin evlenme ve boşanma istatistiklerini yayımladı. Türkiye'de geçen yıl, evlenen çift sayısı azalırken boşanan sayısı arttı.
Verilere göre, geçen yıl evlenen çift sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 1,53 azaldı. 582 bin 715 çiftin evlendiği 2010'da, kaba evlenme hızı da binde 7,98 olarak gerçekleşti.

İlk kez evlenen çiftler arasındaki ortalama yaş farkı ise 3,3 olarak kaydedildi. Ortalama ilk evlenme yaşı erkekler için 26,5, kadınlar için 23,2 olarak belirlendi.

Bölgesel düzeyde en yüksek ortalama ilk evlenme yaşı, erkeklerde 27,4, kadınlarda 24,3 ile İstanbul Bölgesi'nde görülürken, en düşük ortalama ilk evlenme yaşı ise erkeklerde 25,3, kadınlarda 21,8 ile Orta Anadolu Bölgesi'nde kaydedildi.

BOŞANAN ÇİFT SAYISI YÜZDE 3,86 ARTTI
2010 yılında boşanan çiftlerin sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 3,86 artarak 118 bin 568'e yükseldi. Geçen yıl kaba boşanma hızı binde 1,62 olarak gerçekleşti.

Boşanmaların en yüksek olduğu bölge, binde 2,33 ile Ege Bölgesi olarak belirlendi. Ege Bölgesi'ni binde 2,03 ile Batı Anadolu Bölgesi izlerken, kaba boşanma hızının en düşük olduğu bölgeler binde 0,58 ile Kuzeydoğu Anadolu, binde 0,59 ile Ortadoğu Anadolu Bölgeleri oldu.

BOŞANMALARIN YÜZDE 40'I İLK BEŞ YILDA
Boşanmaların yaklaşık yüzde 40'ı, evliliğin ilk beş yılı içinde, yüzde 24'ü ise 16 yıl ve daha fazla süre evli olan çiftlerde gerçekleşti.

2010 yılı istatistiki bölgelere göre boşanma sayısı ve kaba boşanma hızı şöyle:

kullan
kullan

14 Haziran 2011 Salı

İlköğretimde Bütün Dersler Tek Kitapta

İlköğretimde Bütün Dersler Tek Kitapta
13 Punto 15 Punto 17 Punto 19 Punto
18 Mart 2011 12:21
İlköğretimde her ders için ayrı kitap uygulaması kaldırılıyor, bütün derslere tek kitap geliyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, önümüzdeki eğitim öğretim yılında dağıtılacak kitap modellerinde değişikliğe gitti.

Bakanlık, ilköğretimde her ders için ayrı kitap uygulamasını kaldırarak yerine tek kitap uygulamasına geçme kararı aldı.

Buna göre, ilköğretimde hazırlanacak tek kitapta, matematik, fen, Türkçe, sosyal bilgiler derslerinin ilk üniteleri olacak.

İlköğretim Türkçe, matematik, hayat bilgisi, sosyal bilgiler, fen ve teknoloji ile İngilizce ders ve öğrenci çalışma kitapları ikiye bölünecek.

Bakanlık, önümüzdeki yıl dağıtılacak kitaplar için bölünmüş olarak ihaleye çıkacak. Kitapların ön kapaklarında ders isimleri yerine “1. Kitap”, “2. Kitap” gibi isimler yer alacak.

Kitapların başında ve sonunda yer alan harita, kronoloji gibi veriler her kitabın arkasında olacak.

Ders kitapları temalar üzerinden ilköğretim 1, 2, 3, 4 ve 5. sınıflarda her sınıf için 2 kitap hazırlanacak. Kitapların mevcut ortalama tek bir kitaptan biraz daha ağır olmasının beklendiği ancak bir öğrencinin günde ortalama çalışma ve ders kitabı ile birlikte 5 kitap taşıdığı düşünüldüğünde 5 kitaba göre çok daha az bir yük olacağı belirtildi.

16 Milyon Öğrenci Karne Alacak

16 Milyon Öğrenci Karne Alacak
13 Punto 15 Punto 17 Punto 19 Punto
13 Haziran 2011 16:21
İlköğretim ve ortaöğretim okullarındaki yaklaşık 16 milyon öğrenci, 17 Haziran 2011 Cuma günü karne alacak.
Öğrenciler, 180 iş günü ve yaklaşık 8 ay süren eğitim-öğretim yılı maratonunun yorgunluğunu 3 ay sürecek yaz tatilinde atacak.
2010-2011 eğitim-öğretim yılı 20 Eylül 2010'da başlamış, öğrenciler 28 Ocak-14 Şubat 2011 tarihleri arasında yarıyıl tatili yapmıştı.
İlköğretim ve lise son sınıf öğrencileri mezun olmanın yanı sıra, yaz tatilinde her yıl olduğu gibi sınava girme, sınav sonucu öğrenme, tercih yapma ve kayıt heyecanı yaşayacak.
Lise son sınıf öğrencilerinin bazıları, 2010-2011 eğitim-öğretim yılının sona erdiğinin ertesi gün ve pazar günü ile sonraki hafta sonu, Lisans Yerleştirme Sınavları'na katılacak.
İlköğretim öğrencilerinden 7. sınıflar 5 Haziran'da, 8. sınıflar ise 4 Haziran'da Seviye Belirleme Sınavları'na (SBS) katılmıştı. İlköğretim 8. sınıfların katıldığı SBS sonuçları 7 Temmuz'da açıklanacak. İlköğretim 7. sınıfların sınav sonuçları ise 5 Ağustos'ta açıklanacak.
2011-2012 eğitim-öğretim yılı, 19 Eylül 2011 Pazartesi günü başlayacak. Okula yeni başlayacak anaokulu ve ilköğretim birinci sınıf öğrencileri 12-16 Eylül tarihleri arasında ''uyum programı''na alınacak.

Köşk İstifayı Kabul Etti

Köşk İstifayı Kabul Etti

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e 60. hükümetin istifasını sundu.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından sunulan Bakanlar Kurulu’nun istifasını kabul etti.

Çankaya Köşkü’nde gerçekleşen görüşmenin ardından Cumhurbaşkanlığı’ndan yazılı bir açıklama yapıldı.

Açıklamada, "Cumhurbaşkanımız, bugün Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından sunulan Bakanlar Kurulunun istifasını kabul etmiştir.

Bugüne kadar geçen hizmetleri için teşekkürlerini ifade eden Sayın Cumhurbaşkanımız, Bakanlar Kurulunun, yeni Hükümet kurulana kadar göreve devam etmesini istemiştir" ifadeleri kullanıldı.

Ay Tutulmasını Kaçırmayın

Ay Tutulmasını Kaçırmayın

Ankara Üniversitesi (AÜ) Rasathanesi, 1 saat 40 dakika sürecek ay tutulması için düzenleyeceği özel etkinliğinde, meraklılarına gökyüzünü teleskoplarla izlettirecek.
AÜ Gözlemevi yetkililerinden alınan bilgiye göre, 15 Haziran Çarşamba günü yaşanacak yılın ilk Ay Tutulması için düzenlenecek özel etkinlik saat 20.00'da başlayacak.

Sunum ve belgesel gösterimlerinin yapılacağı etkinlikte, saat 22.05'de izlenmeye başlanacak olan Ay Tutulması, 1 saat 40 dakikalık süresiyle izleyenlere görsel bir şölen yaşatacak. Bu kadar uzun süreli bir ay tutulması, en son 2000 yılı Temmuz ayında gerçekleşti.

Etkinlik programında, uzmanlar eşliğinde çıplak gözle gökyüzü gözlemi, takımyıldızların mitolojik hikayeleri ile birlikte anlatımı ve teleskoplarla Ay ve halkalı gezegen Satürn'ün gözlemi de yer alıyor. Gözlemevi Müzesi de etkinlik boyunca açık kalacak.

Ankara Üniversitesi Gözlemevi, yıl boyunca her Ay halk günü etkinlikleri ve özel gök olayları etkinlikleri ile kapılarını gökyüzü meraklılarına açmaya devam edecek. Gözlemevi yetkilileri, Gözlemevi'nin şehirden uzak ve yüksek bir konumda bulunması nedeniyle katılımcıların yanında kalın giysiler bulundurmalarını önerdi.

Bu yılın hesaplarına göre, Tutulma sırasında Ay'ın konumları şöyle olacak:
saat 20.24 Ay'ın dünyanın yarı gölge konisi içine girmesi
saat 21.22 Parçalı Tutulma başlangıcı
saat 22.22 Tam Tutulma başlangıcı
saat 23.12 Tam Tutulma ortası
saat 00.02 Tam Tutulma sona ermesi
saat 01.02 Parçalı Tutulmasının sona ermesi
saat 02.00 Ay'ın Dünyanın yarı gölge konisinden çıkışı

6 Haziran 2011 Pazartesi

Az Bilenler İçin

SATRANÇ ÜLKESİNDE YOLCULUK

SATRANÇ ÜLKESİNDE YOLCULUK
En çok beğendiğim hikayem olan bu hikayemin "Satranç Ülkesinde Yolculuk" isimli kitap olarak çıkartmıştım.Tamamı renkli ve resimli olan bu özgün satranç hikaye kitabını merak edenler alabilirler.Kitapla ilgili bilgiyi Kitaplarım bölümünde ayrıntılı olarak görebilirsiniz.
KİTABIN İÇİNDEN BAZI RESİMLER
                        
                            

YENİDEN DOĞUŞ

YENİDEN DOĞUŞ 
Bir konuda, özellikle de sporda insanlar hep şunu sorarlar:``Acaba en iyi kim?``Bir Muhammed Ali, Tyson`ı ya da Capablanca, Kasporov`u yenebilir miydi? Ve bunun gibi sporda herhangi bir başarıya ulaşmış olan kimseleri, her zaman karşılaştırır ve``Acaba en iyisi kim?``diye sormadan edemeyiz. O zamana kadar hiçbir şey beni böylesine derinden etkilememiş ve hayatıma yeni bir yön vermeme neden olmamıştı. Bu soracak kadar da düşündürtmemişti. Benim için her zamanki sıradan bir cuma sabahıydı. Haftanın son işgününü, sadece, yapmam gereken bir iş seyahatine, istemeden de olsa hazırlık yaparak geçirmiştim. O zamanlar sigortacılık yapıyordum. İşim gereği sık sık seyahate çıkardım. O gün de yine kısa bir iş seyahati için, Stuttgart`a gitmem gerekiyordu. Uçaktan korktuğum için kara yollarıyla ulaşımımı sağlayacaktım. O gün tek teselli bulduğum şey, haftasonunun yaklaşmış olmasıydı. Hafta sonunun planını bile yapmıştım. Takımım Frankfurt`un, şampiyonluk için en önemli engel olarak gördüğü Bayern Münih`le maçı vardı. Haftalar önce maçın biletini de almıştım. Zaten Frangfurt`un maçlarını hiç kaçırmamaya çalışırdım. Bir de şu iş seyahatini atlatsam, ne iyi olurdu. Otobüs Stuttgart`a 20 km kala kaza yaptı. Ben o sırada uyuduğum için kazanın nasıl, ne şekil ve nerede olduğunu sonradan öğrendim. Geçirdiğim kazadan, bayıldığım ana kadar yaşadığım acıyı tahmin edemezsiniz. Kendime geldiğimde ki bu kazadan iki gün sonraymış, Frankfurt`tan 70 km uzakta bir hastanedeydim. Kaldığım hastane odasında, iki arkadaşım vardı. Onların ortasında gözlerimi açtığım zaman, sağımda kitap okumakta olan oda arkadaşım Ludwig, başıma gelenleri, yani geçirdiğimiz kazayla ilgili olarak duyduklarını anlattı. Ben kazayı, başıma aldığım bir kaç darbe ve sol ayağımdaki kırıkla atlatmıştım. Daha sonra öğrendiğime göre, bu oldukça ciddi kazadan kurtulan iki kişiydik. Diğer şanslı kişi, solumda her şeyden habersiz yatan zavallıydı. Ludwig oldukça zayıf, çok açık sarı saçlı ve bakışları kurbağayı andıran, şirin yüzlü,50 yaşlarında tipik bir Almandı. Anklam`da yaşamını sürdüren mühendis olduğunu, ama asıl mesleğinin satranç oynamak olarak kabul ettiğini söyledi. Elinde bir kitap vardı ve satranç tahtasında taşları hareket ettiriyordu. Tam bu sırada kader arkadaşım da kendine gelmiş; bizi dinlemeye olanları hatırlamaya çalışıyordu. Kendisine ne olduğunu sordu. Olanları anlattık. Biraz toparlanmaya çalıştıktan sonra, kendindeki hasarları anlamaya çalıştı merakla.
Ludwig,``Satranç oynamayı biliyor musunuz?``diye sordu bizlere.
``Hayır``dedim.``hiç öğrenecek vaktim olmadı.``Kader arkadaşım da ``hayır``anlamında başını salladı.
Ludwig,``Ben bir Grandmaster`ım (Büyükusta)``dedi.
``Bunu anlamı nedir?``diye sordum.
``Grandmaster satrançta alınabilecek en yüksek unvana verilen addır``dedi gururla. Macaristan`da düzenlenecek``First Saturday``turnuvasına gitmeye hazırlanırken, böbreklerinde çıkan bir problem yüzünden birkaç gün hastanede kalması gerektiğini söyledi.
Bir süre sonra GM Gudwig,``Benim şu müthiş oyuna bakmam lazım``diyerek, bizi umursadığını gösteren bir edayla kitabın sayfalarını karıştırmaya başladı. Kitaptan bakarak taşları hareket ettiriyordu. Derken bizimde duyabileceğimiz şekilde,``Bu konumda siyahlar ne oynamıştır?``diye mırıldandı ve kitabı kapattı. Satranç tahtasının üstündeki konuma konsantre olmaya çalışıyordu. Tahtaya bakarak, aşağı yukarı 10 dakika kadar düşünmüştü ki, birden kader arkadaşın yatağından zorla kalkarak dizili olan konuma doğru yaklaştı ve hipnozdaymış gibi``Kd2 oynadım``dedi.
GM Ludwig,``Hani siz satranç bilmiyordunuz ?``diye sordu kader arkadaşıma.
``Evet, ben de öyle sanıyordum``dedi.``Ama bu oyunu daha önce gördüğüm bir resimmiş gibi hatırlıyorum ve içimden bir ses bu taşı oynamam gerektiğini söylüyor.
``GM Ludwig şaşırarak kader arkadaşımın gösterdiği hamleyi incelemeye başladı.``Evet gerçektende akıllıca``dedi. Kitabına baktı ve``Oyunda da böyle oynanmış``diye ekledi. Sonra,``Kd2 sonrasını hatırlıyor musunuz?``dedi alaycı bir gülümsemeyle.``Evet rakip Vxd2 oynadıktan sonra,fxg5 oynamıştır``dedi kader arkadaşım.
GM Ludwig kitaba baktı ve``Benimle dalga mı geçiyorsunuz üstat, elbette siz bu oyunu bilecek kadar ustasınız``dedi taşları elini tersiyle iterek. Olanlara gerçekten de şaşırmıştım. Kader arkadaşımda satranç ustası mıydı? Satranç bilmediğini ve daha önce hiç oynamadığını söylerken yalan mı söylemişti? Ya da bütün bu hamle tahmin etmeler sadece bir uydurmaca mıydı? Hiç satranç oynamamış kader arkadaşım, kazanın da etkisiyle, geçmişinden bir takım şeyleri hatırlıyor olabilir miydi? Hayatıma yeni giren bu iki Tanrı misafirinin konuşmalarını ilgiyle dinliyordum. Derken kader arkadaşım, GM Ludwig`den okuduğu satranç kitabını istedi ve incelediği oyunun hangisi olduğunu sordu. GM Ludwig ,``Şu oyun``dedi;
``Zukertort - Chigorin, Viyana 1882,15. parti.
``Kader arkadaşım,``Chigorin, Chigorin, Chigorin``diye bu adı bir süre tekrarladıktan sonra,``Hayatımda ilk kez duyduğum bu adın sahibi, sanki benmişim gibi hissediyorum`` dedi. Ben hemen konuya atlayarak,``Chigorin de kim?``dedim.
GM Ludwig açıkladı:``1850 yılında doğmuş, Rus satranç ekolünün babasıdır, ilk Rus Gradmaster diyebiliriz``dedi. O zamanlar Dünya şampiyonası düzenlenmediği için, bu unvanı alamadığını da ekledi. Derken çantasından bir kitap çıkardı; Chigorin`in oyunlarının olduğu bir kitaptı bu. Kader arkadaşım oyuna baktı, taşları dizdi ve taşları hareket ettirmeye başladı. Ama bunları yaparken kitabı kapatmış, gözleri kapalı sanki geçmişte yaptığı çok olağan bir şeyi yaparmış gibi elleriyle taşları hareket ettiriyordu. GM Ludwig ve ben bu duruma çok şaşırmıştık. Kader arkadaşım daha önce hiç bilmediğini söylediği bir oyunu, doğduğundan beri oynuyormuş gibi doğal oynuyordu.
GM Ludwig ,``İnanamıyorum, sen şimdi bu oyunu gerçektende hiç bilmediğini mi söylüyorsun?``dedi sinirli ve şaşkın bir ifadeyle.
``Evet size şerefim üzerine yemin edebilirim``dedi kader arkadaşım, ben aslında satranç oynamayı bilmem ve hiç oynamamışımdır.````Peki nasıl olur bu?``dedi GM Ludwig.``İna hiç bir fikrim yok,ama sanki kazadan sonra geçmişimle ilgili bazı şeyleri hatırlıyorum,satranç da bunlardan biri olmalı``dedi.GM ,``İzin verirseniz sizi bir denemek istiyorum``dedi.Chigorin`in kitabını eline alıp sayfaları karıştırmaya başladı.Sonra oyunu okumaya başladı:
1.e4 e5 2.Af3 Ac6  3.Fb5 a6  4.Fa4 Af6  5.d3 d6  6.c3 g6  7.Ab2 Fg2  8.Af1 0-0  9.h3 d5   10.Ve2 b5   11.Fc2 d4  12.g4 Vd6  13.A1d2 Fe6  14.cd Ad4  15.Ad4 Vd4  16.Af3 Vb4...``derken, Kader arkadaşım,
``Tamam, tamam,``dedi,``Şimdi hatırladım, bundan sonraki kısmı ben gösterebilirim. Hatta size bir soru bile sorabilirim``dedi ve oyuna devam etti.``
17.Şf1 Vd6 18.b3 c5 19.Fb2 Ad7 20.Ag5 Ab8  21.Ae6 fe  22.Şg2 Ka7  23.Khf1 Kaf7  24.f3 Ac6  25.Vd2 Kf4  26.Kad1 Ve7  27.Ve1 Ff6  28.Ve2 Fh4  29.Fb1 h5  30.a3 hg  31.hg Vg5  32.Şh3 K8f7  33.Kc1 Vh6  34.ŞG2 Kh7  35.Kh1...``dedikten sonra ,``Burada siyah olsaydınız, ne oynardınız?``diye sordu.
 GM Ludwig`e.GM Ludwig,``Oyuna hiç konsantre olacak halim kalmadı,lütfen siz ne oynandığını gösterebilir misiniz?``dedi.
``35)...(boşluğu doldurun)``dedi Yeni Chigorin.
``Evet, adım gibi eminim, burada GUNSBERG,
36)....(Boşluğu doldurun)oynamış, ben de
37)...(Boşluğu doldurun)oynamıştım, iyi konumda kalmıştım ve birkaç hamle sonra beyaz oyunu terk etmişti``dedi.
``Hatta size yılını bile söyleyebilirim. O ay eşimle nişanlandığımız 1890 yılının Ocak ayıydı``dedi. GM iyice şaşırmıştı,``Chigori`nin ruhu senin ruhunda mı yaşıyor?``dedi aynı şaşkınlıkla.``Ben satranç yaşantıma Chigorin ile başladım, o benim örnek aldığım en iyi oyunculardan biridir``dedi. Bir süre kafa salladıktan sonra,``Benimle bir oyun oynar mısınız? dedi kader arkadaşıma.
                                           Kader arkadaşım-GM Ludwig
1.e4 c6  2.d4 d5  3.Ac3 dxe4  4.Axe4 Ff5  5.Ag3 Fg6  6.Af3 e6  7.Fd3 Af6  8.0-0 Fd6  9.Fg5 Abd7  10.Ke1 Vc7  11.c4 0-0  12.Fxg6 hxg6  13.Ve2 Ah7  14.Fd2 Kfe8  15.Ae4 Ff8  16.Afg5 Adf6  17.Vf3 Axe4  18.Kxe4 Axg5  19.Fxg5 f6  20.Fd2 Kad8  21.Kae1 Şf7  22.Fc3 c5   23.d5 exd5  24.Kxe8  1-0.
Evet, kader arkadaşım, GM Ludwig`i yenmişti. Ama bu galibiyeti aslında kader arkadaşım değil, Chigorin almıştı. GM Ludwig bu inanılması zor olay karşısında,``Evet sen o olmalısın`` dedi, artık bizde inanmıştık. GM Ludwig,``bu turnuvaya beraber katılalım``dedi Chigorin`e.Chigorin ,``Neden buna hakkım var mı? Neyi ispatlayacağım ki?``dedi. Kader arkadaşım, bir-iki saat içinde geçireceği komadan sonra, vücudunun bir kısmını felçli olarak yaşamını sürdürecekti. Hastaneden çıktıktan sonra, bir daha işime ve evime dönemedim. Hep şunu düşündüm; acaba kaç kişi işte böyle ünlü bir insanın ruhuyla dolaşıyordur. Kim bilir...  

ÇILGIN KORSAN VE SEVİMLİ TAVŞAN

ÇILGIN KORSAN VE SEVİMLİ TAVŞAN 
Çocuklar! Şimdi sıkı durun. Geçenlerde başıma gelen bir olayı sizlere anlatmak istiyorum.
         Sabah erkenden kalkmıştım. Kahvaltımı hazırlayıp sütümü içiyordum. Televizyonda ne var ne yok diye bakarken. Aaa!!! Benim en sevdiğim çizgi film başlamış: Çılgın Korsan ve yardımcısı. Hemen koltuğa kurulup izlemeye koyuldum. Bu Çılgın Korsan da çok şaşkındır ve beni hep güldürür. Neyse, siz de belki o bölümü izlemiş olabilirsiniz ama ben yine de anlatayım.
         Çılgın Korsan yine her zamanki gibi gemisiyle hazine aramaktadır. Birden çok güçlü bir fırtına kopuverir. Gemi bir o yana bir bu yana sallanır. Hatta ters dönüp tekrar düzelir. Derken fırtına dindiğinde birde bakarlar ki ıssız bir adaya düşmüşler.
         Çılgın Korsan hemen yardımcısına, “ Benim gördüklerimi sende görüyor musun? Allahım ne büyük şans! Hazine dolu bir adaya mı düştük acaba? Haydi hemen hazineyi aramaya koyulalım” der.
       Yardımcısı: “Ama kaptancığımmm” derken “ Sus, sus” der Çılgın korsan  ve birlikte yürümeye koyulurlar.
         Derken birden çok gürültülü bir sesle zil çalmaya başlar. Zırrrr. Çılgın Korsan sağına soluna bakınırken sesin nereden geldiğini bulur: Yardımcısının karnından…
         Çılgın Korsan, yardımcısına dönerek, “Şu karnını hemen yiyecekle doldurmalıyız. Yoksa kafayı yiyeceğim” der. Sonra, bir havuç tarlası görüp hemen saldırıya geçerler. Birazını yedikten sonra her taraflarına havuçları doldururlar. Ceplerine, gömleklerinin içine, hatta çoraplarının içine bile(iyyy), her tarafları havuç içinde yürümeye çalışırlarken
Çılgın Korsan’ın yardımcısının sırtından birisi dürter.
         Çılgın Korsan bir bakar ki bu Sevimli Tavşan (hani komşu kanalda oynayan diğer sevimli çizgi film kahramanı)
         Sevimli tavşan, Benim havuç tarlama girip havuçlarımı izinsiz almışsınız,” der kalın bir ses tonu ile. Çılgın Korsan da “ Tamam ne yapabiliriz ki? Biz zaten korsanız, hem sen kendi kanalına gitsene, burada işin ne! der. “Benim tatil için geldiğim ıssız adaya gelen sizsiniz, asıl siz gitmelisiniz,” der Sevimli Tavşan.
         Çılgın Korsan, o sırada Sevimli Tavşan’ın tatilde canı sıkıldığı zamanlarda oynamak amacıyla yanına aldığı satranç takımını götürür ve Çılgın Korsan’ın kafasında ampul yanar, yani aklına parlak bir fikir gelmiştir.
         Peki,” der Çılgın korsan. “ Sana bir şans veriyorum. Birlikte satranç oynayalım, kaybeden gitsin.” ( Çılgın korsan her zaman iyi bir satranç oyuncusu olduğunu iddia eder de.) “ Tamam .” der Sevimli Tavşan ve oynamaya başlarlar.
         Beyazlar Sevimli Tavşan, siyahlar Çılgın Korsan ve yardımcısı olur.
         Oyun şöyle gelişir:
            1) e2-e4 ( Sevimli Tavşan’dan iyi bir başlangıç.)
1)…h7-h6 (Aman Allahım bu da ne!!!)
 2) d2-d4 ( Beyaz merkezi ele geçirip arkadaki taşlara yol açtı.)
2)…a7-a5 ( Çılgın Korsan ne de komik oynuyor şu satrancı yahu…)
 3) Ag1-f3 ( Sevimli Tavşan taşlarını geliştirmeye başladı.)         
3) …Ab8-a6 (Çılgın Korsan atıyla daha iyi gidebileceği bir yer varken kenara gidiyor.)
 4) Ff1-c4
4) …Ka8-b8 ( Ayy! Ne saçmalık, bakamayacağım. Bu gidişle Çılgın Korsan oyunu kaybedecek galiba.)
 5) Af3-e5
5) …g7-g6 ( Yahu, bu Çılgın Korsan da tam bir şaşkın!!! Bu hamleyi yaparken yardımcısı kaptanı uyarmak için “Ama kaptancığım “derken “ Sus, sus. Ben ne yaptığımı biliyorum” der kaptan.
 6) Fc4-xf7 MAT…
…Ve Sevimli Tavşan oyunu kazanır.
Dikkat ettiyseniz, beyazlar taşlarını bir planla geliştirmeye çalışırken, siyah, sadece öylesine taşlarını hareket ettirdi. Bu yüzden de daha açılışta oyunu kaybetmiş oldu. Her şeye rağmen Çılgın Korsan tam bir centilmen satranç oyuncusu gibi davranarak Sevimli Tavşan’ı tebrik edip sözünde durdu ve adayı terk etti.  

SATRANÇ CANAVARI

SATRANÇ CANAVARI 
Çook çok eski zamanlarda, dedelerimizin dedesinin dedeleri zamanında çok güçlü bir satranç canavarı varmış. Bu satranç canavarı önüne gelen oyuncuların hepsini yeniyor ve rakiplerinin bütün taşlarını yemeye bayılıyormuş. Satranç oyununun amacının taş yemek olduğunu sanıyormuş.
         Günün birinde bir satranç bilgesiyle tanışmış.
Canavar, satranç bilgesine;
—‘Seninle satranç oynayıp bütün taşlarını yemek istiyorum ve seni yenmek istiyorum’ demiş.
Satranç bilgesi de
—‘Ama ben satrancı eğlenmek için, oyun olsun diye oynuyorum’ demiş.
Satranç canavarı:
—‘Hayır; ben senin bütün taşlarını yiyeceğim, seni yiyeceğim ve oyunu da kazanacağım işte ’ demiş.
 
-‘Peki, tamam; oynayalım bakalım’ demiş satranç bilgesi.
Oyuna başlarken, satranç canavarı siyah orduların komutanı, satranç bilgesi de beyaz orduların komutanı olmuş. Birbirlerine başarılar dileyip oyuna başlamışlar. Oynarken şöyle bir konum olmuş.
Satranç Canavarı
 
Satranç Bilgesi 
Bu konum da siyahlar (satranç canavarı) taş yemeye bayıldığı için  1) … Fg4xd1 oynamış.
Satranç Canavarı
 
 Satranç Bilgesi 
Soru 1: Bu hamleden sonra beyaz (satranç bilgesi) çok kuvvetli hamleler yaparak oyunu kazanmış. Nasıl?
Soru 2: Acaba satranç canavarı 1) … Fg4xd1 hamlesi yerine ne oynayabilirdi?
Bundan sonra satranç canavarı düşünmeden oynamanın çok kötü bir şey olduğunu, her zaman çok taş yemenin önemli olmadığını ve esas önemli olanın rakibimizin ne düşündüğünü dikkate alarak oynamak olduğunu anlamış.  

SATRANÇ KULÜBÜNDE CİNAYET

SATRANÇ KULÜBÜNDE CİNAYET
Çocukluk yıllarında yaşamış olduğum ve size anlatacağım bu hikâye bizim kuşağın unutulmaz bir efsanesiydi. Ben o zaman daha 10 yaşındaydım.
         1988 yılı İzmir’in sıcak bir yaz günü -16 Ağustos- her zaman yaptığım gibi erkenden-kahvaltımı yapar yapmaz- satranç kulübüne gitmiştim. Okullar tatil olduğu için yaz boyunca zevkle yaptığım tek eğlence buydu. Kulübe girer girmez kitaplıktan Bronstein’ın 1953 Zürih kitabından bir oyun incelemeye başlamıştım. Bütün dikkatimi toplayıp oyunda yapılan hamleleri anlamaya çalışırken birden kulüpte bir bağırış koptu.
         -Polis,pooliss...imdat!!!...yetişin.....
         Herkes telaş içinde içeriye doğru koşturdu ve bağırış artarak devam etti. Sesler o kadar yüksekti ki evi kulübün hemen karşısında olan kulübün emektar satranççılarından Komiser Vedat Bey hemen kulübe geldi.
         —Neler olduğunu sordu. Bir şeyler söyledi ve kimsenin dışarıya çıkıp çıkmadığını sordu.
—Hayır, kimse dışarıya çıkmadı.-
Vedat Bey hemen kapıyı içeriden kilitledi.
Bense bir köşede korku ve heyecan içinde olayları izliyordum. Bugün sıradan bir yaz günü değildi artık.
Komiser Vedat Bey hemen içerideki odalardan birine girdi. Kulübün sevilen satranççılarından Emekli Öğretmen Mehmet Bey’in satranç tahtasının önünde yüzü masaya dayanmış bir şekilde yatmakta olduğunu gördük. Maalesef ölmüştü.
Komiser Vedat Bey, polis ekibi gelene kadar ilk incelemelerini yaptı. Ne yazık ki bu trajik ve korkunç olayı gören hiç bir tanık yoktu. Bilinen tek şey Mehmet Bey’in katiliyle oyun oynadığıydı. Dolayısıyla katil aramızdan birisiydi ama kim?
Kulüpte o sırada benden başka 4 kişi daha vardı. Bu 4 kişide kulübün kuvvetli oyuncularıydı. Hepimizde birbirimizden habersiz – tabi ki sadece Mehmet Bey ve Katili birbirinden haberdar - farklı odalarda bulunuyorduk. Bunun içinde Mehmet Bey’in kimle satranç oynadığı belli değildi.
Komiser Vedat Bey, Mehmet Bey’in Katiliyle oynadığı oyuna baktı.
                                                             Katil
                                   
                                                         Öğretmen Mehmet Bey
ve konuma dikkatlice baktıktan sonra Komiser Vedat Bey, zanlılara 2 soru sordu ve olayı çözdü.
         1.Soru: Diyagramdaki konumda ne oynardınız?
         2.Soru: Siyahlarla 1)e4’e karşı ne oynuyorsunuz.
                                    ZANLILAR
Zanlılar bu 2 soruya şu cevapları verdiler:
                 
Avukat Ali Bey          Ressam Yakup Bey       Mimar Sedat Bey            Doktor Osman Bey
1.soru:1.h2-h4             hamle kimde ki?        1....  Ac6-e5                   1....a7-a6
2.soru:1...e5               1...d5 ile İskandinav      1...c5 ile Sicilya             1....c6 ile caro-kann
                 
       ve bütün bu sorulardan sonra Komiser Vedat Bey kapıdan henüz girmiş olan polis ekiplerine kimi sorgulamalarını emretti. Neden?                                            
CEVAP:                                                                                                                         
Çünkü
1.soru: Hamle sırasının kimde olduğu verilmediği halde Ali, Sedat ve Osman Bey hamle söyledi. Üstelik Mimar Sedat Bey’in söylemiş olduğu hamle Sicilya Açılışının önemli bir devam yolu idi.
2.soru:  Diyagramda ki konum Beyazların e4’e karşı c5 oynayarak devam eden Sicilya’nın Dragon devam yolundaki bir konumdu. Sicilya’yı tek bilen ve oynayan Sedat Bey idi.  
Not: Tabii ki bu hikâye kurmaca bir hikâyedir. İzmir Satranç Kulübünün çok sevilen satranççılarından emekli emniyet müdürlerinden Vedat Amcamıza    itafen yazmıştım.

SATRANÇ ÖĞRETMENİM

SATRANÇ ÖĞRETMENİM
Satranç sınıfımız çok kalabalıktı, üstelik satranç oynamayı da bilmiyordum. Acaba satranç öğrenmese miydim? Ama annem bana satranç oynarsam akıllanacağımı ve yaramaz bir çocuk olmayacağımı söylemişti. Ben de artık uslu olmaya karar vermiştim. Bu yüzden de satranç öğrenmeliydim.
Öğretmenimiz daha sınıfa gelmemişti. Hepimizin önünde satranç tahtası vardı. Ben aslında Utku’ larda geçen yaz satranç takımı görmüştüm ama pek dikkatli incelememiştim. Zaten Utku da satranç oyununu saklambaç gibi oynayıp sadece taşları saklamasını biliyordu. Ben satranç taşlarının hiç bu kadar çok olabileceğini tahmin etmemiştim. Hemen taşlarla oynamaya karar verdim. Kül tablasına benzeyen köşedeki taşlarla, diğer taşları da birbirlerinin üzerine koyup kuleler yaptım. Önde duran küçük boylu taşlarla da kulelerin önünde yuvarlaklar yapıyordum. Hatta bu taşlarla çiçek bile yapmıştım. Arkadaşım Mehmet ise satranç oyununu daha değişik oynuyordu. Satranç oyununun savaş oyunu olduğunu söyledi. Satranç taşlarını birbirine tokuşturup benim yaptığım kuleleri taşlarıyla vurup bozuyordu. Bense böyle vurmalı oyunları hiç sevmezdim ki tam bu sırada ‘Hepinize Merhaba Arkadaşlar’ diyerek Satranç Öğretmenimiz girdi. Hepimiz susmuş öğretmenimize bakıyorduk.
Satranç oyunu iki kişinin karşılıklı oynadıkları bir düşünce oyunudur dedi. Benim önümdeki satranç taşlarına bakarak satranç oyununu birbirinden faklı 6 taşın hareketlerini öğrendikten sonra oynayabiliriz dedi.
Hepimizin isimlerini tek tek sordu. Ben heyecandan titrek bir
Sesle AA A A-Y-Ş-E dedim. Sonra öğretmenimiz satranç tahtamızı gösterdi. Satranç tahtasında evleri gösterdi ve bu evlerin komşuları olduğunu söyledi. Yanyana, üstüste, çapraz olarak birbirleriyle oturan evlerin komşularını öğrendik. Hatta çaprazın sesini bile dinledik. Sonra satranç tahtamızdaki evlerde oturan taşların isimlerini öğrendik.
ŞAH, VEZİR, KALE, FİL, AT, PİYON ’muş.  
          Öğretmenimiz ‘Ama satranç oynayabilmek için acele etmeyin.’ dedi. Satranç oynayabilmek için her taşın özelliklerini bilmemiz gerekiyormuş. Kimi taşlar çok yavaş kimisi hızlı kimisi yampirik, çapraz kimisi düz gidermiş.
 Bütün taşların hareketlerini ve kurallarını öğrenmiştik.
Satranç oyunu ne kadar da kolaymış. Ben de bazı şeyleri hissetmeye başlamıştım. Evet, kafamın içinde kıpırtılar oluyordu. Bende satranç oyununu öğrendiğime göre;
Yaşasın !!!
Bende artık akıllı bir çocuk olmuştum.    

Meşhur Bilderberg toplantısına bu yıl hangi Türkler katılıyor

  Dışarıya tamamen kapalı bu kulüp, komplo teorisyenlerinin de sıkça beslendiği bir yer olma özelliğini taşıyor. Bu yıl, organizasyona 23 ül...